Türkiye Barış Meclisi Dönem Sözcüsü Hakan Tahmaz ile 1 Eylül Dünya Barış Günü öncesi Türkiye’nin Kürt sorunu çerçevesinde yürüttüğü çözüm sürecini ve uluslararası ilişkiler bağlamında uygulamaya koyduğu politikaları konuştuk.
Tahmaz, Kürt sorununun çözümü sürecinin başladığı noktadan uzaklaştığı ve bundan sekiz ay öncesi gibi umut vermediği ama silahların susmasının devamlılığı için tüm kesimlerin çabalamaya devam etmesi gerektiği görüşünde.
Yavaş veya hızlı PKK’lilerin geri çekilmeyi pratiğe döktüğünü, silahların sustuğunu dile getiren Tahmaz, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ise akil insanlar heyeti oluşturmanın ve Meclis’te Kürt Sorununu İzleme Komisyonu kurmanın ötesine geçmediğini ifade etti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın akil insanlar heyetlerinin raporlarının kendisine ulaşmasının ardından bir yol haritası açıklayacağını söylediğini hatırlatan Tahmaz, iktidar kanadından herhangi bir açıklama gelmediği gibi, bahsi geçen demokratikleşme paketi hakkında da toplumun haberdar edilmediğini söylüyor.
Tahmaz, Türkiye’nin dış politikasının da barış ekseninden uzak olduğunu, mezhepsel politika izlendiğini, ancak bu politikanın sürdürülebilir olmasının imkansızlığını ifade ediyor.
“Öcalan’ın mesajı doğru okunmadı”
Çözüm sürecinin seyrini nasıl değerlendiriyorsunuz? Başlangıçtaki olumlu havanın devam ettiğini söyleyebilir miyiz?
Başlangıçtaki olumlu havanın devam ettiğini söyleyebilmek zor. Çözüm sürecinin siyasi aktörleri, yani hem PKK’den hem müzakere masasına oturanlardan gelen açıklamalarda bir sıkıntının olduğu açıkça görünüyor.
Başlangıçtaki hava uzun süre sürmüş savaşın, çatışmanın sona erme iradesinin ortaya konmuş olmasının yarattığı atmosferden kaynaklandı. Bu noktada medya da biraz pofpofladı ve insanlar süreci net şekilde okuyamadı.
İmralı’dan başlatılan sürecin ve Newroz’da okunan metnin içeriği, kapsamı medya tarafından ve çoğu siyasi aktörler tarafından okunamadı. Bu nedenle de “Sorun çözüldü, bitti” dediler.
İnsanlar neyi doğru okuyamadı?
Aslında Kürt sorununda mücadele alan değiştiriyordu. Öcalan kulvar değiştirdi ve bu da sorun çözülüyor algısını yarattı. Ancak aslında böyle değildi. Silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçiş amaçlandı.
Hükümetin de “Ben bu işi çözüyorum” diye söylediği şeyin kendisi aslında silahlı mücadele evresiyle ilgiliydi. Kürt sorununun çözümüyle silahlı mücadelenin arasında doğrudan bir bağ var ama aynı şey değiller.
Ölümlerin durmuş olması çok büyük bir başarıdır ve kazanımdır. Ama bu sorunun çözümü olarak algılanmıştır. Hükümet “Ben adımlarımı attım, bazı adımlar da atarım” diyor. Burada sorunu idrak probleminden kaynaklanan bir durum ortaya çıktı. Medya da bu durumu açıkça destekledi.
Yani silahlar sustu, PKK’liler geri çekilmeye başladı ve böylece Kürt sorunu çözülüyor gibi bir algı oluştu. Bu yeterli mi?
Gerillanın çekilmeye başlaması önemli bir kazanımdır. Ama esas sorununun demokratik çözümü, yani Kürtlerin burada eşit yurttaşlar olarak varolması noktasında ciddi problemlerle karşı karşıyayız. Devlet Kürtlerin varlığını kabul etti ama onların eşit yurttaşlar olarak kolektif haklarını kullanmaları noktasında ciddi sıkıntı var.
“Siz çözüm sürecinde ne yaptınız?”
Hükümetten çözüme yönelik hiç mi adım gelmedi?
Hükümetin tabiriyle “PKK istenen hızla davranmıyor ama çekiliyor.” PKK yavaş veya hızlı çekilme iradesi gösterdi ve kamuoyu da bunu biliyor.
Akil insanlar heyetinin oluşturulması, Meclis’te Kürt Sorununu İzleme Komisyonu kurulmasından sonra siyasi iradenin yapması gerekenlerle ilgili somut bir ilerleme var mı derseniz, benim bildiğim kadarıyla yok.
Çok net söylüyorum. Hatip Dicle hala tutuklu. Bir süre önce müzakere sürecini yürüten avukatlar, gazeteciler tutuklu. Bu insanlar cezaevinde kaldığı sürece, “KCK davası yavaş yavaş çözülüyor, bir şekilde bunu hallediyoruz” denildiği taktirde gelişmelere umutlu bakabilmemiz mümkün değil.
Yani iktidar kanadının Kürt sorununu temelden yanlış okuduğunu söylüyorsunuz…
Evet, yanlış okuyorlar. Kürt sorununa ilişkin AKP’nin bir idrak problemi vardır. “Müslüman din kardeşliği temelinde sorunu çözüyorum” diyerek, Türk milliyetçilerini küstürmeden, Kürt milliyetçilerinin de bazı haklarını tanıyarak yol alınamaz. Mesele bu kadar basit değil.
Başbakan akil insanlar toplantısından sonra yol haritası çıkaracaklarını söyledi. İki ay boyunca toplantılar oldu, biz Barış Meclisi olarak bu çalışmalara destek verdik ve katkı sunmaya çalıştık. Ancak hükümetin bu işi nasıl, hangi yöntemle, hangi zaman diliminde çözeceğine dair bir ipucuna sahip değiliz.
Geçmişten farklı olarak bir siyasi irade var. Ama bu çözüm iradesi değil. Hala “Terörle Mücadele Yasası’nı değiştirebiliriz” diyorlar. “Değiştireceğiz” demiyorlar. Terörle Mücadele Yasası durduğu sürece bugünkü görüşmeler bile bir süre sonra başımıza bela olabilir.
Selahattin Demirtaş, Pervin Buldan gidiyor görüşme yapıyorlar, sonra gelip kamuoyuna açıklama yapıyorlar. Bunların hepsi Terörle Mücadele Yasası nedeniyle sorun olabilir. Böyle çözüm olur mu? Bunun toplumda kabul edilmesi mümkün değil.
Biz geçtiğimiz günlerde Lice'de 34 kişiyle görüştük. Vali ve Kaymakam dışında hiçbir yurttaş "Bu hükümet iyi şeyler de yapabilir" demedi bize. Bunlar sadece BDP'li veya PKK'li değil. İslamcı çevrelerden de AKP'ye oy verenler de tereddütle yaklaşıyor. Bu tereddütün doğrusunu, yanlışını tartışmadan bu bir vakaysa siyasi irade bunu giderecek adımlar atmalı.
Bugün Kürt tarafı diyor ki “Biz adım atıyoruz, hükümetten açılım yok.” Hükümet şimdi demokratikleşme paketi diye bir şey konuşuyor. Ancak bunun işareti verildi. Anayasa'da ilk üç madde değişmez dediğinizde zaten demokratikleşmenin sınırlarının ne olacağına dair işaret verildi.
Bir de sık sık şu söyleniyor: Zaten biz o demokratikleşme paketini de çözüm süreciyle ilgili planlamadık, önceden planlamıştık.
Peki sizin çözüm sürecinde yaptığınız ne? Öcalan'ın yanına Demirtaş'ın gidip gelmesi, Kandil'e gidip gelmelerle mi sınırlı? Kürt sorununun çözümü sadece bunlarla mı sınırlı?
“Erdoğan’ın yol haritasını öğrenmek istiyoruz”
Hükümetin somut olarak atması gereken adımlar ne olmalı?
Akil insanlar raporlarından sonra hükümetin bir yol haritası belirlemesi gerekirdi. Hükümetin, "Evet bu müzakereler yavaş gidiyor ama biz de bu süreçte şunu yapacağız" demesi gerekirdi. Ben bunlarla görüşmüyorum, müzakere etmiyorum, pazarlıklarla bu işleri yürütmüyoruz gibi laflar sarf ediyorlar. Bulanık suda balık avlamaya gerek yok. Bu sorun diyalog ve müzakereyle çözülecek. Bu müzakerelerin de mümkün olduğu kadar şeffaf olması gerek.
Kürt tarafı biz şöyle bir yoldan yürüyeceğiz derken AKP de biz de böyle bir yoldan yürüyeceğiz diyebilmeli. Bir taraftan Türkiye'de müzakere sürdürüp, bir taraftan Suriye'de PYD ile görüşüp diğer taraftan Rojova'da Kürtlerin elini zayıflatacak şekilde El Nusra'yı destekleyerek bu iş olmaz. Müzakere sürecinin demokratik, şeffaf ve katılımcı hale gelmesi bizim için önemlidir.
Burada geçmiş hükümetlerden farklı olarak pozitif sürece girilmiştir. Siyaseten Kürtler muhatap alınmıştır. Fakat bunun adı konulmalıdır.
Ortada Kürt sorunu diye bir sorun var. Silahlar devre dışı kaldı, ölümler durdu ve bu toplumda bir rahatlama yarattı. Toplum olarak bir konuşma süreci yaşadık. Şimdi bu konuşma sürecini geliştirici adımlar atılmalı.
Barış Meclisi olarak Erdoğan’ın açıklayacağını söylediği yol haritasının ne olduğunu öğrenmeyi talep ediyoruz.
Bugünkü gidişat gibi sürece yayan, konjonktüre bakarak yol belirlemeye çalışan ve ben yaparım olur zihniyetiyle çözüm sürecinin ilerlemesi epey sıkıntılı olur.
“AKP çözüm sürecine desteği kucaklamalı”
Demokratikleşme paketi hakkında ne düşünüyorsunuz? KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, söz konusu paket hakkında AKP dışında tarafların hiçbir şey bilmediğini, bunun antidemokratik bir uygulama olduğunu söylemişti. Sizce bu paket çözüme katkı sağlar mı?
Çözüm sürecinin daha sağlıklı ve kalıcı olması için AKP'nin yönetme tarzını değiştirmesi gerektiğini düşünüyorum. "Ben çoğunluğum, yaptım"la olmaz. Demokrasilerde çoğulculık, katılımcılık ve şeffaflık önemlidir.
Siyasi tutumu ne olursa olsun Türkiye toplumunun önemli bir kısmı çözüm sürecine destek verdi. Bu AKP'lilerle sınırlı olmayan bir destektir. Bu desteği kucaklayan bir siyaset izlemeleri gerekir. Benim dediğimi yapsın değil, ama benimle paylaşmalı. Ben neye destek verdiğimi bilmek istiyorum.
Sürecin kalıcı hale gelmesi için toplumla paylaşılarak yürütülmesi gerekir. Bizim sürecin başlama aşamasında, destek verirken üç temel talebimiz vardı. Bu sürece koşulsuz destek, şeffaflık ve katılımcılık. Bu katılımcılık herhangi bir yapının dediğini yapın anlamına gelmez ama çoğulculuk farklı düşünceleri dinlemek ve kapsamaktır.
Bir siyasi iradenin ilerleyebilmesi için “güç bende”, “ben bilirim, ben yaparım” zihniyetini terk etmesi gerekir.
Öcalan'la görüşme yapılıyor. Ama yasal olarak Öcalan'la görüşme hakkı olan avukatlar İmralı'ya gidecekleri zaman koster bozuk deniyor. Buna kargalar bile gülüyor. Bir savcının böyle bir gerekçe sunması Türkiye'de hukukun nasıl bir şey olduğunu gösteriyor. Biliyoruz ki, hükümet istediği zaman istediğini oraya gönderiyor. BDP'den kimin gideceğine gidemeyeceğine bile hükümet karar veriyor.
Savaşı muktedirler, barışı kitleler yapar. Toplumumzun bir kısmı hükümetin her şeyi yaptığını düşünüyor. Belli bir irade var. Ama bu iradeyi hem cesaretlendirici, hem yol gösterici, hem zorlayıcı şekilde bu ülkenin yurttaşları olarak sözümüzü söylememiz gerekir.
“Bayık’ın açıklamaları kafa karışıklığına neden olabilir”
Barış süreci açısından PKK'nin tutumunu nasıl değerlendirebiliriz?
Kürt hareketinin işinin oldukça karmaşık olduğunu söyleyebiliriz. Barış Meclisi sözcüsü olarak şunu da net olarak söyleyebilirim: İmha siyasetinin dışında hiçbir gerekçe çatışmanın savaşın gerekçesi olamaz.
Bu nedenle şartlı tartışmanın aslında Öcalan'ın çıkış mantığıyla da çeliştiği düşüncesindeyim.
Öcalan diyor ki “Silahlı mücadele dönemi bitmiştir, siyaset dönemi başlamıştır.” Bunu doğru okumak gerekir.
Kandil'den yapılan bazı açıklamaların da insanların kafasını karıştıran, sürecin doğru algılanmasını engelleyen değerlendirmeler olduğunu düşünüyorum.
Karşılıklı olarak önemli adımlar atılmasına rağmen son dönemde yapılan açıklamaları makul bulduğumuzu söylemem mümkün değil. Cemil Bayık'ın açıklamalarını savaş başatma çağrısı olarak görmüyorum ama kafa karışıklığına yol açabilir.
Ancak şunun da altını çizmek isterim: Büyük bir savaşa hazırlanan hareket, birden bire bir dönüşüm yaptı. Bu güçlü iradeyi de görmek gerekir. Ortadoğu'da herkes savaşa hazırlanıyor ama Kürtler savaştan uzaklaşmaya çalşıyorlar. Bunun kıymeti bence çok iyi anlaşılmıyor Ankara ve toplumun bir kısmı tarafından.
“Bütünlüklü demokratik değişim şart”
Genel olarak toplumsal barış açısından demokrasinin gelişmesi gerektiği açık. Hükümet de demokratik açılımlar yapılacağını söylüyor. Çözüm süreci sürerken Gezi direnişi sırasında devletin tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Başbakan'ın Gezi'ye karşı uyguladığı politikalarda çözüm sürecine ilişkin hükümet cephesinde ciddi kaygıların oluşmasına yol açtı. Kürt sorunu gibi bir sorunu demokratik yollarla çözmeyi düşünen bir parti, toplumun başka bir sorununda baskıcı, otoriter bir siyaset izledi.
Bu aslında siyasetin doğasına aykırı bir şey. Başta da söylediğim gibi sorunun idrak edilmesiyle ilgili bir sıkıntı yaşanıyor. Kürt sorunu gibi temel bir sorun bütünlüklü bir demokraik değişim zihniyetiyle olur.
Türkiye'nin bir sorununda demokrat çizgi izleyip başka bir sorununda başka bir siyaset yaklaşımı gösterilemez.
AKP'nin 10 yıllık siyasetine balktığımızda iç siyasette de dış siyasette de böyle yaptığını görüyoruz. Ortadoğu'da ve Türkiye'de dini inanç ve mezhepsel bakış açısıyla sorunları çözme yaklaşımı Kürt sorununun çözümünde de tıkaç görevi görüyor.
İktidar kanadı Kürt sorununun çözümü için "Din kardeşiyiz" söyleminin yeterli olacağını mı düşünüyor?
İşte bu da idrak problemi. AKP'lilerle yaptığımız konuşmalarda "Silahlar sussun da sonra ne yapacağımıza bakarız" şeklinde bir yaklaşım var.
Bunun arkasında yatan zihniyet şu: “Biz zaten AB'ye giriş sürecinde üzerimize düşenleri yaptık, Kürtleri tanıdık” diyen basit bir zihniyet var. Bu bir tıkaç görevi görüyor. Bu zihniyetin değişmesi gerekiyor.
Sizin gözlemlediğiniz kadarıyla toplum nasıl bakıyor gelişmelere?
Toplumun kafasında yıllardır yerleşmiş bir Kürt sorunu algısı var. Bunun birden bire değişmesi mümkün değil ama zamanla değişebilir.
Birden değişmez ama bu olmayacak diye bakamayız. PKK'liler çekilmeye başladığında ordudan bazı yetkililer valilerden operasyon yetkisi istedi. Ancak valiler bu yetkiyi vermedi. İki yıl önce böyle bir şey düşünebilir miydik? Bardağın dolu tarafını da görmek lazım.
Toplumda bu sorun AKP ile çözülmez gibi bir eğilim de var. Peki ne yapalım, evimize mi gidelim? İnsanlar ölmeye, öldürmeye devam mı etsin? Böyle bir şey olamaz. Biz sonuna kadar bu sürecin korunması için çalışmalıyız.
“Artık küresel güçler ‘Tayyip Paşa, çok yaşa’ demiyorlar”
Suriye meselesi başta olmak üzere Türkiye'nin dış politikasını nasıl yorumluyorsunuz?
Hükümetin dış politikasında büyük bir sorun olduğu biliniyor. Ortadoğu'da izlediği siyaset bugün savaşa, askeri operasyona hizmet ediyor. Türkiye sorunların demokratik yollarla çözümü noktasından uzak.
Kimse Ortadoğu ülkelerinde demokrasi olduğunu, insan haklarına saygı olduğunu iddia etmiyor. Başbakan Esad'la aile dostu olduğunda da Esad aynı Esad'tı.
Türkiye Suriye politikasında, Ortadoğu politikasında bir değişikliğe gitmeden Kürt sorununu veya Türkiye'nin sorunlarını çözmekte de zorlanacaktır. Çünkü Ortadoğu politkasının ekseni yeni Osmanlı diye ifade edilen anlayış çerçevesinde aslında mezhepsel ilişki kurmaya yönelik.
Türkiye tüm ülkelerle köprülerini atıyor. Bu da artık yeni Osmanlı hayalinin batıyor olduğunun göstergesi. Mezhebe dayalı bir Ortadoğu'nun dizaynı mümkün değildir.
Türkiye bu politikasını sürdürdüğü sürece tünelin sonunda barışı görebiliyor musunuz?
Türkiye bu politikasını sürdüremez. Türkiye'nin bu politikasından küresel güçler de rahatsız. Başbakan'ın Gezi Parkı sürecinde söyledikleri de bu. Artık küresel güçler "Tayyip Paşa, çok yaşa" demiyorlar. Çatışmaya, savaşa, ötekileştirmeye, ayrıştırmaya dayalı bir politika sürdürülebilir bir poltika değil.
Bugün gazetelere baktığımızda Körfez Savaşı dönemi manşetleri hatırladık. Barış gazeteciliği açısında medyanın tavrını nasıl değerlendirebiliriz?
Başbakan 2011'de "söz bitti" dediği zaman medyanın manşetlerini hatırlayalım. Tüm medya birden "Kahraman ordumuz Kandil'e" diye haberler yapmaya başladı.
Anaakım medya barış gazeteciliği yapmaktan uzak. Hükümetin ne söylediğine bakarak pozisyon aldıkları için hükümet veya küresel güçler savaş kararı verdiğinde bizim medya da kraldan fazla kralcı oluyor.
2008'de Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanı'ydı. Kuzey Irak'a kara harekatı durdurulduğunda Show TV muhabiri "Hani Kandil'i zapt edecektiniz, neden erken döndünüz?" dediğinde Büyükanıt, "Bizim böyle bir açıklamamız olmadı. Bunu siz yazdınız, kendiniz inanıp bizi inandırmaya çalıştınız" dedi.
Suriye meselesinde de yapılan haberler de barışa ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. (EKN)