“Bizi güllerin iklimi tüketti,
Toprağı yaran filize vurulduk,
O vahşi beyaz at alıp başını gitti,
Bir yaz yağmuru gibi unutulduk
Sığ yanlarımız oldu ara sıra el yordamıyla dalarken hayata
Bir parça telaş bir parça ümittik hiç yetişemedik o vahşi ata...*”
Sanatçı Ahmet Kaya, 10 Şubat 1999’da “Önümüzdeki kasette Kürtçe şarkı yapıyorum, Kürtçe klip yapıyorum” dediği için Magazin Gazetecileri Derneği’nin Ödül Gecesi’nde linç edildi. Çok sevdiği yurdunu terk etmek zorunda bırakıldı.
Paris’e gitti, Türkiye’de bıraktığı arkadaşlarından yeterli desteği göremedi, yalnız kaldı. Yaklaşık bir yıl sonra “Hoşçakalın Gözüm” isimli albümünün kayıtlarını yaparken, Paris'in Porte de Versailles semtindeki evinde kalp krizi geçirdi, hayatını kaybetti. 43 yaşındaydı.
Arkasında “dünyanın bütün halklarını”, eşi Gülten, kızları Melis ve Çiğdem’i bıraktı.
Babası öldüğünde 13 yaşında olan Melis, babalar günü öncesi pek çoğumuzun bilmediği Ahmet Kaya’yı anlatıyor ve sanatçının sesiyle toplumun her kesiminden insanlar arasında kurduğu dünyayı hatırlatıyor:
“Sesi, gülüşü hep benimle. Sesini milyonlarca insanla paylaşıyor olmak duygusu da bana iyi geliyor…”
Melis’in bir cümlesi de Ahmet Kaya’nın çok sevdiği Türkiye halklarına:
“Türkiye’nin yakın tarihini anlamak için Ahmet Kaya’nın öyküsüne de bakmak ve o öyküyü doğru okumak gerekiyor bana göre. Benzer acılar ve kayıplar tekrar yaşanmasın diyerek yakın tarihten dersler çıkarmayı başardığımız zaman toplumsal iyileşmenin de başlayacağına inanıyorum…”
Melis Kaya’yı dinliyoruz..
“Kıymetli bir varlığı yitirdiğimizi biliyorum”
Ahmet Kaya sizin için nasıl bir babaydı?
Ahmet Kaya fenomenini düşündüğümde hep beraber çok biricik ve kıymetli bir varlığı yitirdiğimizi biliyorum. Babamı anlatmaksa çok zor. Yaşım ilerledikçe özlem hafifler, durulur zannediyordum ama artıyor. Onu çok özlüyorum. Aklına, sevgisine, şefkatine çok ihtiyaç duyuyorum. Elbette ki muhteşem bir babaydı ve babadır da hâlâ.
“Babamı dolu dolu yaşadım”
Onunla ilgili aklınızda kalan anılar var mı?
Ben babamı uzun uzun yaşayamadım ama dolu dolu yaşadım, bunun için yine de şanslı olduğumu düşünüyorum aslında ya da böyle avunuyorum. Anılar tabii çok fazla.
Ortaokula başladığım zaman dağ gibi gövdesiyle okulun merdivenlerinin başında durup yukarıdan bana el salladığı anı hatırlıyorum, müthiş bir güven duygusu dolmuştu içime. Ne zaman ihtiyaç duysam, o an bana vermiş olduğu o duyguya sarılırım.
Babalar Günü sizin için nasıl geçiyor?
Buruk geçiyor. Babası hayatta olmayan ya da babasından uzak düşmüş olan bütün evlatlar için böyledir sanırım. Sadece babalar gününde değil, çok sık ziyaret etmeye çalışıyorum.
Fotoğrafçı Werner Bischof’un bugün 70'li yaşlarında olan oğlu şöyle bir şey söylemişti: “Babamı Peru’da bir kazada kaybettim, bedeni parçalandı. Bense mutlaka Peru’ya her sene en az iki kere gidiyorum çünkü babam nerenin toprağındaysa, evin artık orasıdır.” Benim de buna benzer tuhaf bir hissiyatım var, ona fiziken yakın olunca sanki daha güçlü durabiliyorum hayata karşı.
“Bana pazarın sesini dinletir misin?”
Ahmet Kaya bu ülkeden medyanın tetiklediği bir nefret söylemi üzerine ayrılmak zorunda kaldı, çok sevdiği ülkesinden ayrılmak onu nasıl etkilemişti?
Çok üzgün olduğunu hatırlıyorum. Sürekli bir keder ve yalnızlık hali, fakat bir yandan da bizlere hissettirmemeye çalışırdı. Sağlığı çok etkilendi. Ülkesini, ailesini çok özlüyordu. Mesela bir gün anneme telefon açıp “Gülten, pazara gidip bana pazarın sesini dinletir misin?” diyor. Bu talebin ve cümlenin etkisini üzerimden atamıyorum.
"Babam yalnız bırakıldı"
Dilini, kültürünü, suyununun tadını bilmediğiniz bir ülkede bir anda sıfırlanıyorsunuz. Onun için yürümeyi yeniden öğrenmek gibidir hissi belki de. Sürgünün her türlüsü çok acı, biz de bunu kısmen yaşadık babamla fakat yine de bugünün şartlarıyla yirmi sene öncenin şartları arasında büyük fark olduğunu düşünüyorum. Babam hem sürgünde yalnızdı hem de ülkedeki arkadaşları tarafından çok yalnız bırakıldı. Bu yalnızlık çok hırpaladı, incitti onu.
“Hayatımız bir gecede değişti”
Gülten ve Ahmet Kaya..
Sizi bu “haksız-adaletsiz” gidiş nasıl etkiledi?
Bizim hayatımız bir gecede değişti. Bu bir süreç değildi. Bir gecede bütün ülkenin nefret odağı haline geldik. Paris’e gelişinden bir yıl sonra da babamı kaybettik. Bugün demokrat zannedilen ya da addedilen bazı medyatik yüzlerin ve o dönemin gazetecilerinin yaşadıklarımız ve yalnızlığımız karşısında veballeri çoktur, hepsi kendini biliyor.
“Yokluğu ile başa çıkabildim mi bilmiyorum..”
Babanız öldüğünde 13 yaşındaydınız… Büyürken onun yokluğu ile nasıl başa çıktınız?
İnsan arada kanayan ve asla iyileşmeyen bir kesikle yaşamayı öğreniyor. Baba kaybı benim için böyle bir şey. Yokluğu ile başa çıkabildim mi ya da çıkabiliyor muyum bilmiyorum ama yarayla yaşamayı öğrendim.
Babanızı ölmeden önce en son ne zaman görmüştünüz?
Babamı kaybettiğimizde yanı başındaydık. Bazen gitmek için bizim orada olduğumuz bir anı kendisinin seçtiğini düşünüyorum.
Nasıl bir baba-kız ilişkiniz vardı?
Çok düşkündük birbirimize. Sadece babamı değil, en sevdiğim oyun arkadaşımı da kaybettim.
Bir yazınızda “Eğer kaldıysa, bu yazıyı lütfen siz de en çocuk yanlarınızla bir kez daha okuyun ki beni anlayasınız…”diyorsunuz. Size bunu yazdıran duygu neydi? Arkasından söylenen kötü, vicdana sığmayan cümlelerle nasıl başa çıkıyorsunuz?
Şimdi birçok konuda sosyal medya üzerinden örgütlenilip ortak refleks veya tepki oluşturulabiliyor. Ben o cümleyi yazdığımda sosyal medya henüz gündemde yoktu. İnsanların empati kurmalarını istedim. Zaten bir süre sonra söylenenlere kulak asmayı ya da takip etmeyi bırakıyorsunuz çünkü o kadar fazla ki! Ben de öyle yaptım.
Ahmet Kaya’nın en sevdiğiniz yönü neydi?
Çok var. Onunla sıkılmanız mümkün değildir, her zaman orijinal fikirleri vardır. Bir de bence sihirli olan şöyle bir yeteneği vardı; hayatı tutup ucundan ters yüz eder sonra beğenmezse öbür yüzünü çevirir, yine beğenmezse silip yeni baştan yazar hem de her zaman aynı yaşama inadıyla. Vazgeçmezdi yani. Hep güleç ve espiriliydi, en çok da kendiyle dalga geçerdi.
Sizde babanızın sevdiği ne gibi yönler vardı?
Ona her anlamda çok benziyor oluşumdur diye tahmin ediyorum.
“Öfkem ona bunu yaşatanlara”
(
Ahmet - Gülten Kaya, Yusuf Hayaloğlu..
Onsuz geçirdiğiniz yıllara bir öfkeniz var mı?
Öfke sanırım eğitilebilen bir şey. Benim eğitmek, ehlileştirmek istemediğim bir öfkem var ama onsuz yıllara değil, ona bunu yaşatanlara. Onlarla barışmayacağım.
Onu özlediğinizde ne yapıyorsunuz?
Biliyor musunuz, onun bizimle birlikte olduğu videoları yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen ben hâlâ rahatça izleyemiyorum ama fotoğraflar var, şarkılar var. Sesi, gülüşü hep benimle. Sesini milyonlarca insanla paylaşıyor olmak duygusu da bana iyi geliyor.
Siz onun bazı özelliklerini kendi kimliğinize kattınız mı?
Ben o ağacın gölgesinde büyüdüm. Her geçen gün yeni bir şeyler öğreniyorum ondan, onun varoluşundan ve tabii annemden. İkisine de minnettarım.
Babanız önce “nefret”le bu ülkeden gitmek zorunda kaldı ama sonra iktidar sahipleri onun mezarını getirmek istedi veya onu başka söylemlerle onurlandırdıklarını düşünüp konuştu. Buna dair ne söylemek istersiniz?
“Mezar” sözcüğü beni rahatsız ediyor. Bu konunun tekrar tekrar gündeme getirilmesi de ailemizi çok yıprattı. Bu tür girişimlerin, onun milyonlarca seveni ve dinleyeni olduğu dikkate alınarak anlamlandırılması gerekir. Ruhunun huzura kavuşmasını, geçmişle hesaplaşmayı ve hatırasını yaşatmayı istiyorsak, onun düşlediği ülkeyi hep birlikte kurma çabasıyla başlayabiliriz belki. Onun, kendisini mağdur olarak tanımlayanlar karşısındaki tavrının ve demokratik duruşunun anlaşılması ve benimsenmesidir bize ve ona da asıl iyi gelecek olan.
"Herkesin bir Ahmet Kaya şarkısı var" derler, sizin de var mı?
Hepsi diyebilirim ama “O Vahşi At”ı çok sık dinliyorum bu aralar. Sevgili Yusuf dayımı da selamlamış olayım böylece.
Babanızın mücadele ettiği sorunlar, ırkçılık, demokratikleşememe, insan haklarının gaspı gibi sorunlar Türkiye’de halen devam ediyor. Türkiye’nin “Kürt Sorunu”na çıkıyor kapılar.. Buna dair ne söylemek istersiniz?
Dağılan heterojen bir imparatorluktan homojen bir ulus yaratma çabalarının bugün gelinen noktada gerçekçi olmadığını görüyoruz. Kürt Sorunu bizlere demokrasiyi, hakları ve özgürlükleri sorgulatıyor aynı zamanda ve bu nedenle yaşadığımız çağın içine sığmayacak kadar da büyüktür.
"Yakın tarihi anlamak için Ahmet Kaya'nın öyküsüne de bakın"
Bağlantılı olarak sistemin var olan Kürt Sorunu’nu yıllar içerisinde bilerek kangren haline getirdiğini düşünüyorum. İnsan hakları ve demokratikleşme Türkiye’nin geleceği için mecburi, bunu biliyoruz. Kürtler olmadan bunun sağlanmasının mümkün olmadığını da biliyoruz.
Tarihten dersler çıkararak yeni bir diplomasi modeli, toplumsal norm ve diyalog için daha çok çalışmalıyız belki de. Diğer türlü, ifade özgürlüğünü yargılamak, haksız tutuklamalar, anadilinde şarkı söyleyenlere hattâ dinleyenlere yaşatılanlar ya da yok sayma sonuç vermeyecektir. Tarih de böyle söylüyor, gelecek de. Duymak zorundayız.
Kaya'nın "Kürtçe şarkı söyleyeceğim" dediği parçası "Karwan", "Kervan"
Son olarak Türkiye toplumuna, okurlarımıza bir mesajınız var mı?
Türkiye’nin yakın tarihini anlamak için Ahmet Kaya’nın öyküsüne de bakmak ve o öyküyü doğru okumak gerekiyor bana göre. Benzer acılar ve kayıplar tekrar yaşanmasın diyerek yakın tarihten dersler çıkarmayı başardığımız zaman toplumsal iyileşmenin de başlayacağına inanıyorum. (EMK/AÖ)
*Söz-beste: Ahmet Kaya-Yusuf Hayaloğlu