Metin ve Kemal Kahraman Kardeşler, özgün albümleri, derlemeleri ve Dersim üzerine yürüttükleri kültürel çalışmalarla Kürtçe müziğin önemli temsilcilerinden.
İlk albümlerini 1993’te çıkardıkları için sanat yaşamlarındaki 30. yıl kutlamalarını 2023 yılında yapmayı planlayan Kahraman Kardeşler, Kemal Kahraman’ın sağlık sorunları ve tedavi süreci nedeniyle bu kutlamayı bu yıla erteledi.
40 yılı aşkın süredir müzikle uğraşan Kahraman Kardeşler, "Deniz Koydum Adını", "Renklerde Yaşamak", "Ferfecir", "Sürela", "Çeveré Hazaru", "Şahmaran" ve "Oğul" gibi bilinen albümlerinin yanı sıra, köy köy dolaşarak Zazaca ağıtları ve masalları binlerce saatlik kayıtlar aldılar.
Bu kayıtları sözlü kültür kütüphanesine dönüştürmek ise en büyük hayalleri. Eski albümlerindeki şarkıları yeniden yorumladıklarını müjdeleyen Kemal Kahraman, sorularımızı yanıtladı.
“Zazaca, her giden yaşlıyla beraber eksildi”
Sanat hayatınızda 30 yılın nasıl geçtiğini merak ediyorum. Bu süreçte neler yaptınız, neler biriktirdiniz?
30‘uncu sanat yılımızı kutluyoruz; ama Metin'in Grup Yorum pratiğini de göz önünde bulundurursak aslında 40 yılı aşkın süredir müziğin içerisindeyiz. Yani bu süreçte zaten dinleyicimizin de yakından tanıdığı, bildiği, dinlediği albümleri yayınlamış olduk. Tabii 30 yıldır hiç bitmeyen bir çaba olarak özellikle ‘Dersim Kültür Bölgesi'nin sözlü hafızasına yönelik kayıtlar, derlemeler yaptık. Tam olarak biz de bilmiyoruz ama sanırım 3-4 bin saatlik bir ses ve görüntü arşivimiz oluştu. Ve tüm bunlar bizim için bir öğrenme süreci oldu.
Her yeni öğrendiğimiz şey de bizi daha derinlemesine bir araştırma sürecine teşvik etti. Merakımızı daha da kamçıladı. Öyle derin bir kültürel hafızayla karşılaşmış olduk ki girdiğimiz işe başladığımız yerle geldiğimiz nokta anlamında, kıyasladığımızda iki ayrı aleme, iki ayrı dünyaya şahit olduk diyebiliriz.
90'larda bu çalışmalara başladığımızda anadilinde de şarkılar söylemek istiyorduk. Elimizde herhangi bir kaynak, yol gösterici bir çalışma yoktu. Fakat o dönemlerde de zaten anadilin, yani Zazacanın özellikle her giden yaşlıyla beraber eksildiğini görüyorduk.
Kendimiz de aslında dili tam olarak temsil edemiyorduk. Kendi annemiz, babamızla da dilin ve kültürün temsilciliği ve taşıyıcılığı anlamında aramızdaki farkı gördük. Yani bizzat kendi pratiğimizden bile gittikçe eksilen bir kültür ve dil sürecini yaşıyorduk. Dolayısıyla kısa zaman içerisinde bu dille ilgili ya da bu dil üzerinden aktarılmış hemen her şeyi kaydetmemiz gerektiğinin farkına vardık. Ve sadece şarkı söyleyen, şarkılar bilen ya da Zazaca çalıp söyleyebilen insanlar dışında da anlatacak herhangi bir şeyi olan yaşlılarımıza gittik. Kimi inanç, ibadet hakkında konuşuyordu, kimi özellikle yakın tarih bağlamında 38 Katliamı tanıklığını anlatıyordu. Kimi de kendi hayat hikâyesini…
Düğün, dernek, nişan, cenaze derken hayatın her alanına dair kayıtlar yapmaya başladık. Kayıt sürecinde ve edindiklerimizle, Türkiye’nin sosyalizasyon ortamı, üniversiteleri, aydın çevreleri, sağcılığı, solculuğu, ümmetçiliği ve Kürtçülüğü de dahil olmak üzere milliyetçiliğinin bize dayattığı hafızadan, daha doğrusu hafızasızlıktan çok daha derin bir kültürel hafızayla karşılaştık. Bildiğimiz üzere, sözlü hafızanın bu tarih yazıcılığında neredeyse hiç yeri yoktu; en fazla folklor olarak görülüyordu. Oysa biz gördük ki, özellikle Anadolu ve Mezopotamya gibi insanlığın köklerini aradığı bir coğrafyada, sözlü hafıza en az yazılı kaynaklar kadar derin bir hafıza taşıyıcısıdır.
“Sözün hafızası yazının hafızasından daha derin”
Müziğiniz Dersim kültür bölgesinin hafızası niteliğinde. Sözlü kültür arşivi projeniz şu anda hangi aşamada?
Bana sorarsanız, yazı tarihte bir kültür aktarıcısı değil, en önemli siyaset enstrümanı. Çünkü her zaman merkezin, hegemonyanın ve güç sahibinin istediğini kaydeden bir manipülasyon aracı. Yazıldığı andan itibaren gerçeği kendisiyle başlatan, tanıklığı yalnızca kendine has kılan ve diğer tüm kaynakları yalanlayan bir iktidar aracıdır. Buna karşılık, söz’de hakikatin şahidi, onu dinleyen herkestir; yani bir halktır. Bu nedenle biz, sözün hakikatin en saf taşıyıcısı olduğunu ve sözlü hafızanın yazılı hafızadan daha derin ve duru olduğunu savunuyoruz.
Özellikle bizim gibi Türkçe dışındaki dillerden gelen aydınların bu gerçeği görmesi gerekiyor. Kürt siyasi ve kültürel kurumlarının, aydınlarının da bu perspektiften kendi gerçekliklerine bakmaları ve çalışmalarını bu doğrultuda yapmaları gerektiğini düşünüyorum.
Sözlü Kültür Kütüphanesi
İşte bütün bu çalışmalar bizi resmi ideolojinin, daha da ötesi resmi ideolojinin meşruiyet kazandırdığı genel sosyalizasyon ortamının dayattığı yalanlardan öte bir tarih ve kültürel hafıza gerçeğine ulaştırdı. 30 yıldır öğrenciyiz ve bu 30 yıllık süreç bizim için de bir araştırma, anlama, öğrenme süreci oldu. Öğrendiklerimizi de albümlerle dinleyicilerimize ulaştırmaya ulaştırdık; mesela ‘Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor’, ‘Zeynel Kahraman / Melem Tiya’, ‘Ercan – Deniz / Davul – Gırnata’ albümleri… Yine ‘Sürela’, ‘Çevere Hazaru’, ‘Sae Moru / Şahmaran’, ‘Ax de Vaji’ gibi albümler bizim kendi şarkılarımızı, bestelerimizi icra ettiğimiz albümler dışında bir kültür bölgesi olarak Dersim’in, bölgenin en önemli dili olarak Zazacanın aktardığı kültürel birikimi örnekleyen çalışmalardı. Fakat bunlar tabii tek tek albümler. Aslında meselenin daha kapsamlı bir çalışmaya dönüşmesi ancak bir Sözlük Kültür Kütüphanesine dönüşmesiyle mümkün olabilir. Bunu yıllardır söylüyoruz.
Nasıl ki bizler binlerce saatlik kayıtları dinleyerek bir fikre, bir teze ulaştıysak aynı şekilde bizim için kaynak olan bütün bu arşiv birikimi dinleyicilerimiz ve konu hakkında çalışan araştırmacılar için de bir kaynağa dönüşmeli. Tabii bizden önce de zaten konu hakkında çalışmalar yapmış araştırmacı arkadaşlarımız var: Prof. Zülfü Selcan, Mustafa Düzgün, Dr. Daimi Cengiz, Munzur Cömert, Hawar Tornecengi, Dr. Hüseyin Çağlayan gibi... Bu 30 yıllık süreçte biriktirdiğimiz kayıtları, az önce bahsettiğim çerçevede bir kütüphaneye dönüştürmek en nihai amacımız. Bu doğrultuda çalışıyoruz. Metin zaten 10 yıldır Dersim’de yaşıyor, bu kış ben de Dersim’e taşınıyorum. Bu çerçevede, söz ettiğimiz çalışmayı diğer arkadaşlarımızla birlikte başlatmayı hedefliyoruz.
“Baskın Türkçülük, Ümmetçilik ideolojisiyle nefes alamaz hale geldik”
Bu süreçte konserlerinizin engellendiği ve pek çok zorlukla karşılaştığınız dönemler oldu. Özellikle Kürtçe ve Zazakî şarkılar seslendirdiğiniz için hâlâ engellerle karşılaşıyorsunuz. Konserlerin ve türkülerin hâlâ engellenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, 30 yıldır konserler yapıyoruz ya da yapamıyoruz. Özellikle de Kürtçe, Zazaca söylediğimiz için. Resmi bakış açısıyla Türkçe dışında hiçbir dilin meşruiyeti, yasal güvencesi yok. Bugün mecliste hâlâ ‘bilinmeyen bir dil’ diye ifadeler kullanılıyor. Böylesine bir siyasi hafıza ya da hafızasızlık, böylesi bir edepsizlik, utanmazlık her yerde hüküm sürüyor. İnsanlar bin yıldır yan yana yaşadığı komşusunu yok saymayı kendisi için bir değer, vatanseverlik sayıyor. Gücünü de tamamen güya hepimizi temsil eden devletten alıyor.
Biz zaman geçtikçe insanlığın hep daha ileriye doğru gideceğini sanıyoruz. 30 yıl önce böyle bir uygulama varsa sanki bugün artık olamazmış gibi düşünüyoruz. Çünkü insanlar hatalarından bir şeyler öğrenir diyoruz. Hâlbuki görüyoruz ki bu yasaklar daha da katmerlendi. Siyasi güç merkezi, elindeki enstrümanlarla toplum hafızasına daha derin bir şekilde müdahale etti; kendi normlarına göre yeniden formatladı. 90'larda yoğunlaşarak başlayan bir süreç, özellikle Türkçülük ve Sünni İslâm eksenli devlet ideolojisi daha da baskın hale geldi; siyasi bir hafızasızlık, bir kültürsüzlük 7’den 70’e herkese empoze edildi.
90'lara kadar toplumda hâlâ Türkçülük ve Ümmetçilik ötesinde kendini solla temsil eden sosyalizme, ilericiliğe, hakka, hukuka, insanlık değerlerine inanan bir duyarlılık vardı. Bunların mücadelesini veren bir kesim vardı. Fakat 30 yıllık süreçte bu tamamen çökertildi. Buna bağlı olarak da toplumun ileriye; insana, insanlığa, şiire, romana, müziğe, sanata yönelik idealleri de çökertilmiş oldu. Dincilikle, milliyetçilikle örtülmüş bir mafya yağmacılığı değer olarak her yerde öne çıktı. Süreç daha da ağırlaştı, daha da kötüleşti. Bu baskın Türkçülük, Ümmetçilik ideolojisiyle neredeyse nefes alamaz hale geldik.
Beş yeni şarkı
Yeni bir albüm çalışmanız var mı? Dinleyicilerinizi neler bekliyor?
2023 yılı başından itibaren “Sümbülteber” isimli albümümüzden şarkılar yayınlamaya başladık ve bu albümden şimdiye dek altı şarkı yayınlamış olduk. Albüm bizim şimdiye dek yaynlanmamış bazı bestelerimizden oluşuyordu.
Şimdi de yıllardır severek icra ettiğimiz geleneksel türkü ve deyişlerden oluşan “Telden Tele” isimli albümünden kayıtlarımızı yayınlayacağız. Bu albümde bazı geleneksel eserlerin yanı sıra Metin’in 1991 yılında Gülbahar Uluer arkadaşımızla birlikte hazırladığı “Seher Yeli / Desmal” albümünde yer alan besteleri de yeni bir yorum ve kayıtla sunuyoruz.
Bu albüm “Mihriban”, “Sultan Suyu”, “Mecnunum” gibi geleneksel eserler yanında işte “Seher Yeli / Desmal” albümünden de “Vore Vora”, “Çene” gibi eski bestelerimizin icrasından oluşuyor.
Eski albümlerden “Ferfecir”in plağı yayınlandı. Bunun duyurusunu da yapmak isteriz. Bizim için de sürpriz ve önemsediğimiz bir gelişme oldu bu. “Deniz Koydum Adını” albümü de bir ay içinde plak olarak yayınlanacak. A.K. Müzik ve Lizge ortak prodüksiyonunda yayınlanıyor bu plaklar. Umarım diğer albümleri de plak olarak yayınlamak mümkün olacak.
Son olarak bütün dinleyicilerimize, okuyucularımıza sizin aracılığınızla selamlarımızı, sevgilerimizi gönderiyoruz.
(ED/TY)