"Cizre'de basın silah kadar korkutuyor." Bence medyanın şu andaki 'durumunu ve yarattığı etki daha özlü açıklanamazdı. Evet, medya silah kadar korkutuyor, kaygılandırıyor, öfkelendiriyor.
Arkadaşımız Sakine Gezen'in bianet'te yayımladığımız Cizre izlenimlerinin başlığı bu cümle. Cizre'yi çıkartın yerine Şırnak, Diyarbakır, Hakkari koyun, ne değişir? Peki İzmir'de, Samsun'da basın silah kadar korkutuyor diyebilir miyiz? Medya kimini korkutuyor, kimini kışkırtıyor. 'Dahası medyadaki ayırım "doğru", "yanlış" gösteriminden ziyade "vatanseverler" ve "hainler-düşmanlar" tarzında. "Yok etmek", "imha etmek" tarzı yol göstermeler, "dansöz", "hain", "30 cesetle inlerine döndüler" tarzı tanımlamalar, anlatımlar... Tabii ki burada, egemen medyadan ve egemen medyanın esas olarak manşetlerinden, haberlerinden, yayın politikasından söz ediyoruz. Sayıları az da olsa "barış haberciliği" perspektifinden yazan köşe yazarlarını da anmadan geçmeyelim.
Bu "çatışmacı" yaklaşımın televizyonda ve internette geldiği nokta insanı daha da dehşete düşürüyor. İnternette, özellikle Hürriyet gazetesinin haberlerin peşinden yayımladığı okur yorumları nefret söyleminin en korkutucu örneklerini sunuyor.
İnternet anketleri de hakeza. Yine Hürriyet, "sekiz askerimiz ellerinde, İsrail olsa ne yapardı" diye soruyor. Yanıtlara baktığınızda, yüzde 1,9 diplomasi, yüzde 63,5 kara harekatı yolunu gösteriyor. Hürriyet bunu neden soruyor acaba?
Televizyondaki görüntüler ve tartışma programlarının geneldeki tek sesliliği de ülkedeki ortamın gerilmesinin başlıca sorumluları arasında yer alıyor bence. Özetle, medya genel çizgisiyle artık savaşın, çatışmanın sözcülüğünden de ileri giderek kendini general, genelkurmay başkanı, başbakan yerine koydu. Medya "imha politikaları"nı belirleme peşinde. Ölüm, ölüm... daha çok ölüm istiyorlar... 8 Asker şimdi PKK'nin elinde. Hani askerler kutsaldı? Aileleriyle yapılmış kaç röportaj okuduk?
Medya etiğinden falan söz edemeyiz, işte "medyanın etiği " bu... Yayın yasağı getirdiler; ne kadar gülünç! Medya sanki neyi nasıl yapacağını bilmiyormuş gibi.. Bu medyanın yasalara ihtiyacı yok, otosansür her şeye yetip artıyor.
Biz bianet'te barış haberciliği yapmaya çalışırken, barış haberciliğinin ne olduğu üzerinde yazılar yazıyor, çeviriler yapıyor, yayımlıyoruz... Bir tek Milliyet bizim barış gazeteciliği rehberini yayımladı.
Prof. Johan Galtung barış gazeteciliğinin sağlık gazeteciliği gibi olmasını öneriyor. İyi bir sağlık muhabiri hastanın vücudu yiyip bitiren kanserli hücrelerle mücadelesini anlatacaktır. Ama aynı zamanda kanserin nedenlerinin -yaşam tarzı, çevre, genetik yapı gibi- yanı sıra olası çarelerin tamamını ve koruyucu önlemleri de anlatacaktır. Yani spor muhabirliği değil, sağlık muhabirliği. O ne kadar iyi işliyor bizde ayrı konu.
Özetle haberlerin, "barış odaklı", "gerçek odaklı", "insan odaklı", "çözüm odaklı" olması gerekiyor; "nefret", "şiddet", "ölüm" odaklı değil. Elbette, bir de dil meselesi var her şeyin üstünde; "militarist", "ayrımcı", "şiddet" ve "nefret" dilinden vazgeçmenin yollarını bulmalıyız. Dil masum bir şey değil, bütünüyle ideolojik ve iktidarı yeniden yeniden kuruyor, "öteki"ni yeniden yeniden yok ediyor. Gazeteci sadece haklardan, barıştan ve yaşamdan yana olabilir.
Her "kriz" durumunda "savaş ve medya" soruşturmaları yapıyoruz. Yapmak zorunda kalıyoruz, diyelim. Galiba, örgütlenmenin önemine değinmek zorundayız yine. Gazeteci örgütleri bir özdenetim derdinde değil... Bugün baktım, Basın Konseyi gazetenin birini "ayrımcılıktan" uyarıyor; dert başka; bizim tartıştığımız yerden baksalar uyarılmadık kaç gazete kalırdı acaba? Gazetecilerin öncelikle "ben ne yapıyorum" sorusunu kendilerine sorması gerekiyor, haberlerine sahip çıkmaları gerekiyor, haber yayımlandığında zor tanıdıkları haber için editörlerle tartışmaktan kaçınmamalılar.
Okur temsilcilikleri var kimi gazetelerde. Okur/izleyici/seyirci olarak hangi başlık için, hangi içerik için kaç kere bir gazeteyi, televizyonu, radyoyu aradık? Bu soruyu herkesin kendine sorması ve piyasa deyimleriyle söylersek nasıl ki aldığımız bir şey bozuk çıkınca önce şikayet ediyor, sonra geri veriyoruz; medyaya da tüketici olarak eleştiri ve dolayısıyla müdahale hakkımız var. Kullanalım. (NM/TK)
* Nadire Mater'in yazısı, 28 Ekim 2007'de, Birgün gazetesinde yayınlandı.