Abdullah Öcalan'ın, Türkiye'de yaşayan Kürt toplumu içindeki itibar grafiğinde, bir değişme var mı?
Var! Yakalanmasıyla birlikte, kendi deyimiyle "annesinin Türk olduğunu" söylemesi; yargılanması sırasında sadece "Türk analardan özür dilemesi", Kürtlerin kalbini kırdı, vicdanını incitti.
Ancak, Kürtler bunların bir taktik olduğuna ikna edildi: "Adada, ama, her şeye hakim. Adada, ama sıkı pazarlıklar yapılıyor," gibi söylentilerle insanlar oyalanmaya çalışıldı. Ancak "çok sıkı pazarlık" yapılmadığı, belli şartların kabul edilmediği, Kürtler'e yönelik hemen hemen hiç bir şeyin yapılmadığı görüldü. O zaman halk sormaya başladı: "Apo tecritte hadi sokağa, tecritte değil hadi sokağa. Niye bizi oyalıyorsunuz, sokağa atıyorsunuz bunun için?"
O zaman aydınlar arasında da "Acaba Kürt partileri çözümsüzlüğe katkıda bulunuyor mu? Çözümün önünde bunlarda bir tıkanma, takoz mu var?" diye düşünmeye başlandı, ilk kırılmalar, 1999 seçimlerinde yaşandı. Sırrı Sakık, milletvekilliği adaylığı HADEP tarafından kabul edilmeyince, bağımsız adaylığını koydu. Eskiden mümkün müydü? Bu, merkezin prestijini, popülaritesini, cazibesini yitirdiğinin göstergesiydi. Nitekim bu, 2002 yerel seçimlerinde kendini daha fazla gösterdi: Ahmet Türk, Murat Bozlak, Feridun Çelik vb. İtirazlar bunun ötesinde diasporada da yükseldi.
Kürt sorunu, hem Türkiye'ye komşu ülkelerde yaşayan Kürtleri kapsaması açısından, hem de stratejik anlamda daha uluslararasılaşıyor mu?
Bence daha uluslararasılaşıyor. Normalde, günümüz şartlarında bir ulusal mesele, dini mesele, Kürt meselesi, Azeri meselesi, Şii meselesi, özetle etnik ve dinsel meseleler, küreselleşmenin bir parçasıdır. Bunlardan ayrı düşünülemezler. Milli sınırları aştıkları gibi, bölgesel sınırları da aşmak üzereler. Uluslararası sorunların bir parçası oldular. Burada iki neden var: ABD özelleştirme ve küreselleşmenin baş öğretmenidir. "Biz dünyayı şirketler gibi yönetmeliyiz, ama yönetmek için ufak ufak parçalara ayırmalıyız," diye düşünüyorlar. Küreselleşme aynı zamanda merkezkaç güçlere dayanarak, ya da onlar vasıtasıyla buralara gidiyor.
Merkezkaç güçleri Ortadoğu'da kimdir? İran'da Azeridir, Kürttür Araptır. Türkiye'de Alevidir, Kürttür. Irak'ta Şiidir, Kürttür. Filistin'de başkası... Bunlardan yararlanarak, bunların boşluklarını, açıklarını, gediklerini yakalayarak ilerliyor küreselleşme. Burada yöneticilerin daha milliyetçi, kalıpçı düşünenlerden sıyrılan bir yanı, perspektifi olması önem kazanıyor. Türkiye'de Kürt yoktur, İran'da Sünni yoktur, Irak'ta da Türkmen yoktur, kafasıyla hareket edildiği zaman, azınlık meseleleri daha fazla uluslararası bir hal alıyor, globalleşiyor yani.
Türkiye'de Kürtler, coğrafi olarak birbirinden ayrı yaşıyor. Bölgede yaşayan çiftçiler ve büyük kentlere göç eden emekçiler. Bu kesimlerden doğacak bir toplumsal mücadele enerjisi görüyor musun?
Kısa dönemde görmüyorum. Bir defa Kürtlerin ne toplumsal.sınıfsal, ne tarihsel özgüllükleri, ne de mücadele yöntemleri Türk aydınları tarafından, hatta bölge aydınları tarafından yeterince incelenmiş değil. O bakımdan Kürt aydınlarının da sadece, Irak'taki meseleye kısa dönemli çözüm için değil, bu tür tartışmaları da kapsayacak çözümler için, girişimlerde bulunması ve bütün bu meseleleri tartışması gerekli.
Kürtlerin kafası çok karışık. Örgütlerin kafası çok karışık. Dış olaylar çok hızlı değiştiği, geliştiği için yetişemiyorlar. Kürtler, reflekslerini de kaybetmişler. Daha serinkanlıca, suçlamadan, kendi aralarında tartışmaları lazım. Onun dışında biraz daha uzaktan, dışardan, tepeden bakanları çağırmaları lazım. Kürtlerin burada temel çıkarı da, ne Talabani örgütü ne Barzani, ne Apo'nun örgütü olarak değil, onlara endeksli, bağlı, biat eden olarak değil, Kürtler'in çıkarlarını, genel halkın çıkarını kıble edinenler olarak, soruna yaklaşılmasında. Ana eksen o çıkar olmalı. Şu da gerçek ki, Talabani de, Barzani de, Apo da, Kürtlerin bir gerçekliği, Kürtler'in bir evladıdır. Bu realiteyi unutmadan tartışmaları lazım.
Kürtlerin bölgede ve büyük kentlerde, mülk sahipleri ve yoksullar olarak, kentli ve köylü olarak birbirlerinden ayrı koşullarda yaşadıklarını biliyoruz. Farklılaşma ve tartışmalar, buralarda kendilerine karşılık buluyor mu?
Kısa dönemde bulacağını zannetmiyorum. Geçmiş 30 yıla baktığımızda, Türkiye'de, kuşkusuz, Kürtler arasında siyasi sahaya atılan örgütler, genelde sol meşrepli. O bakımdan Türkiye'deki Kürtler sol, sosyalist söylemlere yabancı değiller. Türkiye'deki Kürtler için, İran'daki, Irak'taki Kürtler'den daha farklı bir durum söz konusu.
Ama anketler, DEHAP seçmeninin kendisini solda gördüğünü gösteriyor?
Sosyal demokrat görüyor. Fakat kısa dönemde, rüzgar, şu anda soldan uzaklaştırıyor. Avrupa'daki diaspora, bir referandum bildirisi yazmıştı: Irak Kürt bölgesi, bağımsız devlet olsun talebiyle, bir milyon kadar imza toplamışlardı.
Baktım, Ekim devrimini de lanetleyen, mahkum eden bir bakış açısı, "ne geldiyse başımıza, Sovyetlerden ve sosyalizmden geldi" mealinde, sol düşmanlığına varan bir söylem... Sanki Kürt sorununu, kapitalizm çözermiş gibi. Sol söylemlerden, sosyalizmden sınıf meselelerinden uzaklaştıran, özellikle AB'nin etkisiyle liberalizme doğru savuran, böyle bir rüzgar var.
Ama şunu da görmek lazım. Kürt tarihi şimdiye kadar ne mücadele, ne savaş tecrübesi, ne toplumsal yapısı, ne sınıf yapısı, ne ekonomik yapısı açısından, doğru düzgün tahlil edilmemiştir. Bu tarihi iyi bilmekte yarar var. Kürt aydınlarının, yeniden girişimlerde bulunarak, bunları gerçeklik temelinde tartışmaları lazım. Kürtlerin zaten karışık olan kafalarını açsınlar diye, perspektif sunsunlar diye. Mümkün olduğu kadar da belli noktalarda ortak paydalar bularak.
Kürtlerin yaşadıkları ülkelerde, Irak'ta, İran'da, Suriye'de aynı olduğunu iddia etmek doğru değil. Ayrıca her Kürtün örgütü farklı. Her örgütün de çıkarları farklı. Bu örgütlerin zaman zaman birbirleriyle çatıştığını, sırtını bir devlete dayayarak, diğer Kürt'e silah çektiğini görmek lazım. Her birinin stratejisinin farklı olduğunu, yine geçmişten biliyoruz.
Irak'taki Kürtler federasyon ve özerklik istemlerini tutturdular. Barzani'nin bir devamlılığı vardır. Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ayrılmıştır, ama Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) vardır. Bir geleneği vardır. İran'da KDP geleneği vardır. "Komala" gibi örgütler olmuştur, ama bir gelenek, köklü bir KDP geleneğinden söz etmek mümkün değil orada.
Türkiye'de mesela, KDP geleneği iflas etmiştir. Geçmişte en azından. Rızgari, PKK, vb. farklı örgütler çıkmıştır. PKK, 15-20 senelik bir döneme damgasını vurmuştur, ama onun da devamlılığı pek yoktur. Geçmişe baktığımızda Şeyh Sait vardır, Seyit Rıza vardır. Her birinin örgütü farklı. O bakımdan bu özgünlükleri kavramakta yarar vardır.
Geriye baktığımızda, Kürt örgütlerinin ayrışmasında temel eksenlerden birinin, Türkiye'deki sosyalist örgütlerin, Kürtlerin demokratik haklarına, yeterince yer vermemesi olduğu söylenebilir. Kürtler, o sosyalist örgütler içinde, tatmin olmamış olabilirler. Ayrılmış olabilirler. Ama şu da bir gerçek ki, sınıfsal söylemler, Diyarbakır'da, Dersim'de tutmadı. Tersine Kürt örgütlerin, öne sürdüğü daha milliyetçi söylemler, kitlesellik kazandı. Bu neyi gösterir? Bu toplumsal devinimin yeterince oluşmadığını, ya da sınıfsal çelişkilerin başlıca çıkar çelişkisi haline gelmediğini gösterir.
Bir öngörüden söz edebilir miyiz?
Şimdi başlayacak. Genel anlamda. Irak'ta, Türkiye'de, özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgelerde, sınıfsal bir yönelim yeni yeni ortaya çıkacak. Irak'ta başladı bile. Tamam herkes, Talabani ve Barzani'yi milli önder görüyor. Sahip de çıkıyor kazanımlarda. Ama, üç beş sene sonra, federasyon meselesi az çok hallolsun, Irak biraz durulsun eleştiriler başlar. Başladı bile. Talabani'nin politbürosunda ciddi eleştiriler, itirazlar var.
Buralarda aynı zamanda ayrı bir sermaye grubu oluşuyor. Türkiye'de de bir sermaye grubu, belediyelerde bir bürokrasi oluştu. Sınıfsal söylemden söz edilecekse, belki bundan sonra daha çok zemini var. Fakat, ilk elde sınıfsal söylemlerin tutacağını zannetmiyorum. Çünkü rüzgar öyle değil. Önemli olan perspektifler sunmak: "Sizin kurtuluşunuz şurada değil, buradadır" diye.
Keza varoşa gelen adamın çıkarıyla, bir Kürt işadamının çıkarı aynı değil. Aynı zamanda varoşa gelen, köyden göçürülen, evi yıkılan adamla, köye dönen de, aynı üretim ilişkileri içinde değil.
Onu köye götürürseniz, aynı üretim ilişkileri içinde olmayacaktır. Bu bakımdan, Göç-Der gibi derneklerin "köye dönün" çağrılarının altı boştur. Bir kere o köylünün oğlu kızı, tekstilde çalışmaya başlamıştır; bir başkası gitmiş günlük işçilik, amelelik yapmaya başlamış, fabrikaya girmiştir. Köye dönecek, klasik tarımda mı çalışacak? "Köye dönüş" projesi yapacaksanız, daha modern kapitalist tarzda mı yapacaksınız? Bu sorunun cevabını vermeniz lazım. O bakımdan sınıfsal ilişkiler alt üst olmuştur, ama sınıfsal söylem, yeni uç vermektedir, demek daha doğru.
Yerel yönetimlerde neler oluyor?
Yerel yönetimler olayın basitine kaçıyorlar. "AB'ye gireceğiz, girmesek bile demokratikleşme olacak, bize de belli haklar gelecek" diye bakıyorlar. Olabilir. Oluyorsa oluyordur. Ama kaynak kullanan, alt yapı kurma iddiasında olan insanlar, böyle düşünemezler.
Yerel yönetimlerin söylemi, siyaset düzeyinde boşta. Yerel yönetimlerin bir vizyonu olur. Bir perspektifi olur. Kendi iddiası doğrultusunda bir alt yapısı. Alt yapı kuramadığınız, "Başak Siteleri" türünden siteler yapamadığınız, orada kültür merkezleri açamadığınız için, ister istemez, bir düğünü bile kiralık bir salonda yapıyorsunuz. Polis geliyor, müdahale ediyor. Halbuki sizin oturma alanınız yok.
İslami gelenek, Refah geleneği öyle taban tuttu. Kendi iddiası doğrultusunda yaşam alanı, kültür alanı yarattı. Sen o yaşam alanlarını, kültür alanı yaratırsan, orada sen hiç izin almadan, Kürtçe konferans da verirsin, ders de verirsin. Kürtçe dershane açıyorsun yetmez. Dersin ki "Kürtçe'yi öğrenene kapı korumacılığı, apartman yöneticiliği vereceğim". "Temizlik işlerim Kürtçe bilene vereceğim" dediğin zaman, bin beş yüz kişi değil beş bin kişi gelir, Kürtçe öğrenir. Hayat üretimle bağlantılıdır. İddialar da böyle.
Tüm bu kaostan dışarıya bir sol enerji çıkar mı?
Kürtler arasında bu tartışmalar çok olacak. Bu kelimenin olumlu anlamında bir "kaos". Kaosun Çince'de karşılığı hem "tehlike" hem "fırsat"mış. Tehlikenin olduğu yerde, fırsat da vardır. Tartışsınlar. Yeter ki birbirlerine düşmesinler. Türkiye tartışsın, sadece Kürtler de değil. Gerçi konumuz Kürtler olduğu için, Kürtler diyoruz.
Burada da sosyolojik bir kural işliyor: Şiddetin ve silahlı mücadelenin egemen unsur olduğu bir yerde, askeri disiplin ve emir komuta zinciri vardır. Oralarda iktidarı paylaşmak olmaz. Bu sosyolojik gerçeklik, ama bir de Türkiye gerçekliğine döndüğümüz zaman, PKK'nin çok erken havaya girdiğini söyleyebiliriz. Deyim yerindeyse, "kıskanç koca" rolü oynadı PKK. Kürtleri yasal düzlemde temsil eden HEP, DEP geleneğini kendi uzantısı gibi gördü. Hem bir yandan onları siyasete attı, hem de yasal düzlemde kendilerine rakip olacağını, önlerine geçeceğini, gölgede bırakacağını düşündü.
Parlamentoya biz girmiyorsak siz de girmeyin mi dedi yani?
Girerseniz burnunuz büyür, gelişme sizi ön plana çıkarır, biz geri planda kalırız, türünden bir "kıskanç koca" tavrı takındı.
Peki Türkiye'nin sosyalist partileri bu gerçeği okumuyorlar mı? O zaman bu seçim ittifaklarının ne anlamı kalıyor?
Partilere bir şey söylemek mümkün değil. Dışarıda, sürgünde Kürt parlamentosu kurulduğunda, bunların hepsinin pazarlık marjıyla ilgili olduğu, gerektiğinde kapatılacağı, oturmuş kurumsal bir anlayışla değil, tamamen ileriye dönük, pazarlıklarda kullanılabilecek, aygıtlar olduğu çok görüldü. Türkiye'de de yasal anlamda, Kürtleri temsil iddiasında olan partiler, maalesef, bu ilişki içine girdikleri için, onlar da itiraz marjlarını genişletemediler. Boyun eğdiler. Üretemedikleri gibi, direnemediler. Yanlışa direnemediler.
Doğru oradan da gelebilir. O da Kürt gerçekliğinin bir yüzüdür. Yasadışıdır, ama bir gerçekliktir. Oradan bir öneri gelebilir, teklif gelebilir, liste de gelebilir. Aday listesi de gelebilir. Önemli olan karar mekanizmasının, düşünme mekanizmasının, sizin elinizde olup olmayacağıdır. Bu olmadı. Bu olmadığı için de, felaketler oldu. Onlarla ittifak yapan, sol ya da sosyal demokrat parti ya da yapılara da, aynı gözle bakıldı. 1999 genel seçimleri öncesinde Öcalan şunları dememiş miydi: "ÖDP ne istiyor? Paraysa para verelim, adamsa adam verelim." Öcalan başından beri bunu net söyledi. Kendi açısından haklı olabilir. Bir örgütün lideri olarak, her yerde müdahale hakkı olduğunu düşünüyor. Kendi mantığı açısından doğru olabilir, ama senin itiraz etmen lazım. Ne oluyor? Nedir? Bence solla ittifaklar, genelde pragmatik temelde ittifaklar. Düşünebiliyor musunuz, Kürt partileri SHP'ye, CHP'ye, Refahçılar'a gidiyor. En sonunda sola geliyor: "Çirkin sen şurada dur. Ben güzelini bulup evlendim evlendim; evlenmedim, nasıl olsa sen benimsin."
Yasal zeminde hareket eden Kürtler, şuna karar veremediler: Parlamentoya gireceksek, girilecek yollar da partiler de belli. Bin tane yolu var, bin tane de müttefiki var. Ama, solla ittifak, parlamentoya girmemenin bir bahanesi, gerekçesiydi. Kaldı ki "Solla ittifak ettiğimiz için, giremedik," değerlendirmeleri de sola vuran, Kürtler arasında milliyetçiliği geliştiren bir söylem oldu...
Kürt partisinin kitlesi de, aslında doğru düzgün çalışmadı. Seçim seferberliği nedir? Programı anlatmak nedir? Mahalle organizasyonu nedir? Türkiyelili olmak nedir? Çalışma, en çoğundan HADEP'li kitleye gidiyordu.Onun dışındakilere ulaşmıyordu. Bir örnek vereyim. Diyarbakır kazanılmış bir kent, hareketin kalesi diyelim. Seçimi kazanmak isteyen bir parti, bu kazanılmış bir kentse, o kentten iki bin üç bin gencini, partilisini getirir, İstanbul'da çalıştırır. Diyarbakır'da çalıştırmaz. Modern bir seçim politikası, bunu gerektirir. Bütün bunlar, o partinin bütün iddialarına rağmen partileşemediğinin, kurumlaşamadığının, hala kendini örgütlerle eşdeğer tuttuğunun bir göstergesi.
Hala bence, bir köylülük akıyor oralarda. Modern çalışma tarzını göremiyorlar. Ama ondan ötesi, siyaset ufukları dar. Dikkat edin siyasette MED TV gibi TV'lerdeki konuşmalar, seçim stratejilerini, kampanyalarını belirliyor. Onlar da görüş belirtebilirler. Bu başka bir şey. Herkesin görüş belirtme hakkı var. Konumuna, konuşacağı şeyin önemine göre, kale alınır. Ama o zevatın karar vermesi, felakettir. Kürtler'in oturup düşünmesi gerek.
Devlet ya da mevcut yapı, sistem, zihniyet, politika ne dersek diyelim, Kürtler'i çözümsüz bırakmıştır. Hatta, belki o çözümsüzlükler, Kürtler'i liberalizme, AB'ye, Amerika'ya, daha sempati duyar hale getirmiştir. Ana neden budur. Fikri kaymalar da o yüzdendir. Ama şimdi oturup kendimize sormanın zamanıdır: "Acaba Kürtler'in, Kürt örgüt parti ya da yapılarının çözümsüzlükteki rolü nedir?" (YS)