Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Kürt sorununa çözüm için hükümete "ayrımsız herkes için insan hakları, sosyal adalet ve demokrasi"nin oluşturulması yaklaşımını öneriyor.
Yaklaşık 20 sivil toplum örgütü ve hak örgütünün katıldığı 15 Ağustos'taki toplantıda, vakfın başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı da bulunuyordu.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a verdiği metinde, TİHV, "çözüme yönelik tartışmalar sırasında sürece müdahil olan istisnasız herkesin çeyrek yüzyıldır süren çatışma ve şiddet ortamının yol açtığı toplumsal travmanın mağdurlarının hassasiyet ve acılarını hisseden/gözeten bir dil ve tutum içinde olması özel bir önem arz ediyor" diyor.
"Haklar ve özgürlüklerde onay aramayın"
TİHV, hükümetin "toplumun her kesimiyle görüşme ve önerileri alma düşüncesini anlamlı ve değerli" buluyor. Ama, Kürt sorununun çözümünde esas olduğunu düşündüğü haklar ve özgürlüklerin en geniş şekilde kullanılması için, onay arayışının sakıncalı olduğunu vurguluyor:
"Çünkü haklar, hangi etnik kökenden olursa olsun her yurttaşın insan onuruna yaraşır biçimde yaşayabilmesinin ilke ve normlarını oluşturur. Bütünseldir, devredilemezdir, dolayısıyla da kullanımı ve teminat altına alınmaları kimsenin onayına bağlı değildir. Kaldı ki, temel hakların ve özgürlüklerin korunması da, ihlali de bir iktidar sorunudur."
TİHV'nin önerilerini de içeren metnin tamamı şöyle.
Giriş
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) olarak kuruluşumuzdan (1990) bu yana temel hedefimiz ülkemizde insan haklarına dayalı katılımcı, özgürlükçü ve etnik, kültürel, dinsel, dilsel farklılıklara saygıyı ilke edinmiş bir demokrasinin yerleşip gelişmesidir.
Türkiye'de insan hakları ve demokrasinin yerleşip gelişmesinin önünde ise en önemli engeli "Kürt sorunu" oluşturmaktadır. Sorunun temelinde ise Kürt kimliğinin inkar edilmesi bulunmaktadır.
Ne yazık ki, bu sorun, bugüne kadar "terör ve asayiş" sorunu olarak nitelendirilmiş ve ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve hukuksal boyutları hep ihmal edilmiştir. Bu sorun ile Türkiye'nin demokratikleşmesi sorunu arasındaki bağ hep koparılmak istenmiştir. Bu yaklaşım ve politikalar, giderek şiddetin siyasal ve sosyal hayatımıza egemen olmasına dolayısıyla da toplumumuzun geri dönüşü olmayacak bir kutuplaşma ve parçalanmaya doğru sürüklemesine yol açmaktadır.
Son günlerde Kürt Sorunu'nun çözümüne ilişkin önemli gelişmeler yaşıyoruz. Bu gelişmeler başta Kürt kökenli yurttaşlarımız olmak üzere yıllardır çözümsüzlük politikalarının neden olduğu maddi ve manevi her türden ağır bedelin yükünü çeken tüm yurttaşlarda yeni umutlar yaratıyor. Umutların gerçeklik kazanabilmesi için başta siyasal iktidar olmak üzere sorunun adil, demokratik ve barışçı çözümünden yana olan tüm kesimlerin içtenlikli ve cesaretli çabalarına ihtiyaç olduğu açıktır.
Ancak, yakın tarihimizde ortaya çıkan benzer fırsatlar ne yazık ki değerlendirilememiştir. Bu durumun yurttaşlarda yarattığı güvensizlik duygusu güçlü bir şekilde hissedilmelidir. Oluşan olumlu havanın bu kez de hayal kırıklığıyla sonuçlanması halinde yaşanacak olası kaygı verici gelişmeleri tahayyül bile etmek istemiyoruz.
Öte yandan, çözüme yönelik tartışmalar sırasında sürece müdahil olan istisnasız herkesin çeyrek yüzyıldır süren çatışma ve şiddet ortamının yol açtığı toplumsal travmanın mağdurlarının hassasiyet ve acılarını hisseden/gözeten bir dil ve tutum içinde olması özel bir önem arz etmektedir.
Yukarıda da değinildiği gibi Kürt Sorunu'nun elbette siyasal, sosyal, kültürel pek çok boyutu bulunmaktadır. Bu açıdan çözüme yönelik tartışmalar da aynı şekilde çok boyutlu olmak zorundadır. Ancak bir insan hakları kuruluşu olarak konuya haklar ve özgürlükler açısından yaklaşmaktayız. Kaldı ki, haklar ve özgürlükler, doğası gereği bu sorunun da temelini ve özünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla sorunun özünü göz ardı ederek atılan adımların hiçbir şekilde çözüm sağlamayacağı açıktır.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın Mevcut Sürece İlişkin Yaklaşımı
1. Temel Yaklaşım:
1.a. Siyasal iktidarın, çözüme yönelik çalışmalar kapsamında toplumun herkesimi ile görüşme ve önerileri alma düşüncesi anlamlı ve değerlidir. Bu düşüncenin temelinde çözüme yönelik bir toplumsal mutabakat sağlanması yatmaktadır.
Ancak, söz konusu olan temel hakların ve özgürlüklerin en geniş biçimde kullanılmasını teminat altına almak ise burada bir mutabakatın gerekliliği algısı son derece sakıncalıdır. Çünkü haklar, hangi etnik kökenden olursa olsun her yurttaşın insan onuruna yaraşır biçimde yaşayabilmesinin ilke ve normlarını oluşturur. Bütünseldir, devredilemezdir, dolayısıyla da kullanımı ve teminat altına alınmaları kimsenin onayına bağlı değildir. Kaldı ki, temel hakların ve özgürlüklerin korunması da, ihlali de bir iktidar sorunudur. Dolayısı ile siyasal iktidar, Kürt Sorunu'nun gerçekten çözümünü istiyorsa başta Kürtler olmak üzere Türkiye'de ayrımsız herkes için insan hakları, sosyal adalet ve demokrasinin tesis edilmesi için samimi ve inandırıcı çaba harcamalıdır. İnsan haklarından ve demokrasiden yana olduğunu "iddia eden" bir iktidarın zaten doğal olarak göstermesi gereken bu tür çabalara "açılım" adı altında özel bir önem atfetmesi de bu bakımdan anlamlı görünmemektedir.
1.b. Çeyrek yüzyıldır süren çatışma ortamının bütün toplumda yol açtığı travma ile baş etme programları ve bu travmanın yarattığı geniş mağdur kesimin her düzeydeki kayıplarının telafi edilmesi de hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu bakımdan bu doğrultudaki çabaların da "açılım" sözcüğü ile ilişkilendirilmesi uygun düşmemektedir.
1.c. Kuşkusuz sorunun çözümü bir yandan insanı esas alan yaklaşımlarla son derece basit iken, öte yandan tarihsel, siyasal, kültürel ve uluslararası nedenlerden dolayı sorunun karmaşık bir muhteva kazanması sonucu kısa-orta-uzun vadeli hedefleri olan kapsamlı bir barış programına ihtiyaç vardır.
Bununla birlikte, siyasal iktidarın zaten insan haklarına saygılı bir demokrasi anlayışı ile bağdaşmayan kimi düzenleme ve uygulamalara hemen son vererek yerine toplumun güveni sağlayacak değişiklikleri, sürece yaymaksızın, hemen yaşama geçirmesi büyük bir önem arz etmektedir.
Örneğin;
Son dönemde başta Demokratik Toplum Partisi (DTP), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve insan hakları örgütlerine yönelik gerçekleştirilen yaygın baskı ortamı sona erdirilmelidir (TİHV Diyarbakır Temsilcimiz Av. Sezgin Tanrıkulu'nun Diyarbakır Baro Başkanlığı döneminde Türkçe ve Kürtçe olarak basılan "2007 Diyarbakır Barosu Ajandası" nedeniyle kendisi aleyhine açılan dava hala sürmektedir).
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları sözleşmesinin de gereği olarak taş attıkları vb. gerekçelerle hapse atılan Kürt çocukları okullar açılmadan serbest bırakılmalıdır.
Bilimsel raporlarla da ortaya konmuş olan çok sayıda hasta tutuklu ve hükümlünün cezaevlerinden salınmaması ısrarından vazgeçip, bilimsel ve etik değerler gereği salınma işlemleri derhal gerçekleştirilmelidir.
1.d. Bu tür gelişmeler beklenirken, bu süreçte;
Bugünlerde yitirdiğimiz sanatçı Aram Tigran'ın Diyarbakır'da defnedilmesine doğrudan İçişleri Bakanlığı tarafından izin verilmemesi,
Devlet Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz'ın "İşsizlik Fonu'ndan GAP'a ayrılan 3 milyar liranın 'açılımın' ekonomik ayağı sayılabileceğini" ifade etmesi (sorunun çözümünde ekonomik önlemler kuşkusuz gereklidir, ancak herhalde Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsizlik oranının yaşandığı şu dönemde ' İşsizlik Fonu'nun GAP'a devredilmesi vicdanları derinden rahatsız etmektedir),
Şüphesiz din ve inanç özgürlüğü de temel hak ve özgürlüklerdendir. Ancak, hükümetin Kürt Sorunu'nun çözümüne yönelik her adımını dinî referanslara dayanarak atması (Bir kere Kürtler, dinsel değil, etnik kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğramaktadırlar. Ayrıca sürekli Kürt ve Türk halkının "aynı dinden" oldukları için kardeş olduklarını vurgulamak gayrimüslim kardeşlerimizin yok sayılmalarına, dolayısıyla üzülmelerine yol açmaktadır.)
gibi siyasal iktidarın tutumları talihsizlik olsa gerektir.
Öncelikli adımlar
2. Başta Kürtler olmak üzere Türkiye'de ayrımsız herkes için insan hakları, sosyal adalet ve demokrasinin tesis edilmesi için öncelikli adımlar:
Tüm toplumsal kesimlerin çözüm sürecine en etkin biçimde katılımının sağlanabilmesi ve konun en geniş biçimde tartışılabilmesinin ön şartı düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasal, idari ve fiili engelleri kaldıracak düzenlemelerin bir an önce yapılmasıdır.
Özellikle 2005 yılından itibaren yarım bırakılan hak ve özgürlükleri genişletmeye yönelik düzenlemelere kaldığı yerden devam edilmelidir.
Militarist ve güvenlik rejimi zihniyetiyle oluşturulmuş 12 Eylül Anayasası yerine etnik, dinsel ve kültürel her türlü dışlayıcı tanımdan ayıklanmış, ortak ve gönüllü bir siyasal kimliğin oluşmasını sağlayacak şekilde bütün yurttaşların hukuksal eşitliğini ve özgürlüğünü güvence altına alan ve onları eşit haklar ve sorumluluklar ile donatan, birlikte yaşama iradesinin ifadesi olacak yeni bir anayasanın hazırlanabilmesi için hemen çalışmalara başlanmalıdır. Bu çalışmalar sırasında toplumun tüm kesimlerinin katkı ve katılımı sağlanmalıdır. Özgürlükçü, sosyal ve ekolojik yeni bir Anayasa temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını teminat altına alınmasını sağlayacak en önemli araçlardan biridir.
Bu toprakların binlerce yıllık ortak kültürünün oluşumunda etkili olmuş bütün dil ve kültürlerin araştırılması, geliştirilmesi, eğitim ve öğretiminin önündeki yasal ve fiilî tüm engellerin kaldırılması için derhal etkin önlemler alınmalıdır. Temel eğitimde Kürtçe eğitime de yer verilmeli. Çok dilli resmî hizmet uygulamaları için çalışmalar yapılmalıdır (Bu konuda Türkiye'nin de üyesi olduğu, ancak henüz imzalamadığı Avrupa Konsey'inin 1992 yılında hazırlanıp 1998 de yürürlülüğe giren Avrupa Konseyi Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı ile 1995 yılındaki Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşme belgeleri not edilmelidir).
Yerleşim yerlerinin değiştirilen isimleri eski hallerine döndürülmeli, insanların çocuklarına kendi dillerinde istedikleri isimleri takmalarına engel olunmamalıdır.
Taş attıkları vb. gerekçeler ile hapse atılan Kürt çocukları da göz önüne alınarak yasalar Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'yle tam uyumlu hale getirilerek "Çocuğun Yüksek Yararı İlkesi" güvence altına alınmalıdır.
Ciddi hak ihlallerine yol açan koruculuk sistemine son verilmelidir.
Zorunlu göçün neden olduğu ekonomik, sosyal ve psikolojik vb. tüm yıkımların etkilerinin giderilmesi için somut ve gerçekçi önlemler alınmalı, eve dönüş uygulamalarının önündeki idari ve fiili engeller kaldırılmalıdır.
Mayınlar en kısa zamanda temizlenmeli, temizlenen alanlar bölge insanına paylaştırılarak buralarda organik tarım yapılması teşvik edilmeli, savaşın neden olduğu ekolojik yıkımın onarılması için kapsamlı ve somut bir plan kısa zamanda uygulamaya konmalıdır.
Bölgeler arası sosyal-ekonomik eşitsizlikleri ve yoğun yoksulluğu giderici pozitif ayrımcılığı esas alan kalkınma plan ve projeleri gerçekleştirilmelidir.
Yerinden yönetimin yolu açılmalı, böylelikle temsil ve katılımın önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Siyasî Partiler ve milletvekili seçimlerine ilişkin yasalar değiştirilmeli, seçim barajları kaldırılmalı ve seçimlerde Türkçe' den başka dillerin kullanılmayacağına dair yasa hükmü değiştirilmelidir.
Başta olağanüstü hal uygulamaları sırasında olmak üzere gerçekleşen tüm faili meçhul cinayet, siyasî suikast, yargısız infaz vb. uygulamaları tümüyle açığa çıkaracak etkin soruşturmalara derhal başlatılmalı, sorumlular yargı önüne çıkarılmalı, mağdurlardan özür dilenmelidir. Bunun için değişik biçimlerde "geçmişle yüzleşme ve gerçekleri ortaya çıkartma" süreci başlatılmalıdır.
Kuşkusuz silahların susması, aktif çatışmasızlık halinin sağlanması hayatî öneme sahiptir. Bu bakımdan öncelikle ilan edilmiş olan çatışmasızlık hali kalıcılaştırılmalı ve operasyonlar durdurulmalıdır. Zira çatışmalar her şeyden önce yaşam hakkı ihlallerine yol açmaktadır. Ayrıca çatışmaların yol açtığı şiddet ortamı, siyasal alanı tahrip etmekte ve siyasetin asli unsurları olan söze ve diyaloga imkan tanımamaktadır. Toplumu kışkırtmalara açık hale getirmektedir. Bunun için dolaylı görüşmeler dahil, gerekenler siyasî kaygılardan uzak yapılabilmelidir.
Toplumsal, kamusal ve siyasal yaşama katılımı sağlayacak, planlanmış bir siyasî af, daha uygun ifade ile "Siyasal ve Sosyal Yaşama Eşit ve Özgür Biçimde Katılım Yasası" tartışmaya sunulmalı ve yürürlüğe konma yolunda somut adımlar atılmalıdır.
Çeyrek yüzyıldır süren çatışma ortamının bütün toplumda oluşturduğu travma ile baş edebilmeye yönelik bütünlüklü ve multi-disipliner bir yaklaşımla programlar geliştirilmelidir.
Sürecin geliştirilmesi, takibi ve denetimi için, bölgeden katılıma da özen göstererek sivil bir yapı da oluşturulmalıdır.
Siyasal iktidar Kürt Sorunu'nu gerçekçi olarak, adil biçimde, demokratik ve barışçı yollardan çözmek istiyorsa "Kürt Sorunu"nu sorun olarak yaşayan ve hisseden herkesi muhatap olarak kabul edip görüşme yapma konusunda cesaretli ve kararlı olmalıdır. Kuşkusuz tüm siyasal ve toplumsal aktörlerin tartışma zeminini zedeleyecek, kutuplaşmayı derinleştirecek yaklaşımlardan uzak durması bu ortamın sürdürülmesi için zorunludur.
TİHV olarak, Kürt Sorunu'nun adil, demokratik ve barışçı çözümünü sağlamak amacıyla birikimlerimiz çerçevesinde her düzeyde katkı sunmaya hazır olduğumuzu bir kez daha paylaşmak isteriz. (TK)