Gazeteci Nedim Şener, Hrant Dink Cinayeti'nden iki yıl sonra suikastla ilgili kitap yazmasını, "Dink'in yaşam hakkının elinden alınması yanında, cinayeti aydınlatacak yolların da kapatılmasıyla ölümü sonrasında da hakkının yendiği ortada" diye açıklıyor.
"Dink yaşasaydı gazeteci olarak kendisini savunabilirdi. Maalesef öldürüldü ve hakkını savunacak durumda değil. Gördüğüm fotoğraf karşısında onun hakkını savunmanın benim açımdan görev olduğunu ve ona karşı işlenen suçu karartmaya çalışanlara karşı bir şeyler yapmak gerektiğini düşündüm."
"Davada delil ve belge güvenliği olmayınca adalet de olmaz"
Geçen ay Güncel Yayıncılık'tan çıkan "Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları" kitabını bianet okuyucularına tanıtırken Şener, bu sözlerle amacının faili belli, azmettiricileri meçhul bu cinayette "istihbarat yalanları"nı gözler önüne sermek olduğunu ifade ediyor.
Dink davasının adaletin tecelli etmesine örnek oluşturabilme olasılığıyla ilgili Şener'in yanıt şöyle:
"Yalan ve yanıltmanın karıştığı böyle bir davada artık delil ve belge güvenliğinden bahsetmek mümkün görünmüyor. Trabzon Emniyeti ve İstihbarat Dairesi Başkanlığı ile ilgili sorular yanıt bulmadan tam anlamıyla Dink cinayetinin çözülmesi mümkün değil."
Kitabı yazma fikri nereden geldi?
Tamamen rastlantı. Bir gün Emniyet içinde çok tecrübeli bir kişi ile sohbet ederken bir huzursuzluktan söz etti. İstihbarat Dairesi'nde bir şeyler olduğunu anlattı. Şimdi detaylarını veremeyeceğim ancak kitabın satır aralarında olan olaylardan söz etti. İşte o zaman kitap olmasa da konuyla ilgilenmem gerektiğini anladım.
Çünkü Dink'in yaşam hakkının elinden alınması yanında, cinayeti aydınlatılacak yollar kapatılarak, ölümü sonrası da hakkının yendiği açıktı.
Ancak olayı tek tük haberle geçiştirmek imkansızdı. Zaten bunu başarıyla yapan gazeteci arkadaşlar vardı. Cinayet ile ilgili soruşturmalar İstanbul ve Trabzon'a ayrılmış, bu iki ilde yapılan incelemelerde parçalara bölünmüş olarak yürüyordu. Öte yandan birçok şeyin yaşandığı Ankara'ya odaklanan yoktu.
Dink'in öldürülmesi ile ilgili incelemelere Ankara'nın da katılarak yapılan çalışmaların bir bütünlük içinde ele alınması gerekiyordu. Ne yazık ki, soruşturmayı yapan Mülkiye müfettişleri bu parçalanmışlığı giderecek yerde artırıyorlardı. O yüzden olaya bir bütün açısından yaklaşarak ancak kitap boyutunda anlatılabileceğini gördüm.
Kitabı kaleme almadaki amacın neydi?
Hrant Dink'in yazdıklarına ve söylediklerine içerik ve yöntem bakımından itiraz edilebilir. Ve Dink yaşasaydı gazeteci olarak kendisini savunabilirdi. Maalesef öldürüldü ve hakkını savunacak durumda değil. Gördüğüm fotoğraf karşısında onun hakkını savunmanın benim açımdan görev olduğunu ve ona karşı işlenen suçu karartmaya çalışanlara karşı bir şeyler yapmak gerektiğini düşündüm.
Cinayetin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hala tüm detaylarıyla ortaya çıkarılmaması bende karamsarlık yaratıyor. Her şeyin insanların gözü önünde gerçekleştiği bir cinayette hala tetikçilerden başka kimselerin ortada bulunmayışı karamsarlığı artırıyor. Orhan Dink'in deyimiyle" Dink cinayeti aydınlanmadan hiç kimse huzurlu yaşayamaz". Çünkü, başınıza bir şey geldiğinde bunun gerçek sebebini asla bilemeyebilirsiniz. Örneğin, Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu gibi gazetecilerin de neden ve kimler tarafından öldürtüldüğünü de hala bilemiyoruz.
Emniyet-Jandarma ve istihbarat içindeki bilgi gizleme davayı nasıl etkiliyor?
Dink davasının en korkunç yanı, onun ölümünde ihmalle suçlanan kişilerin üst düzey yönetici olarak Emniyet ve Jandarma içinde görevlerine devam etmeleri. Demokrasisi gelişmiş ülkeler arasında böyle bir dava yoktur. Ama burası Türkiye.
Cinayeti aydınlatmakla görevli kamu görevlilerinin, yalan, yanıltma, sahte evrak düzenleme gibi faaliyetleri ile olayı kapatmaya çalıştığı çok açık. Ben çalışmaya başladığımda Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun şu anki İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek ile İstanbul İstihbarat Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer'i görevi ihmalle suçlayan raporları ortada yoktu. Ben çalışmam sırasında, Dink cinayetinde ihmalleri olan kişilerin, Dink cinayetini aydınlatmakla görevli olarak görevlerini korumasını yadırgamıştım. Gerçekten de Başbakanlığın raporuyla da ortaya çıktı ki, bu tuhaflık halen devam ediyor.
Dink Davası nasıl çözülebilir?
Dink cinayetinin planlanma aşamasının büyük bölümü polisin kontrolü altında gerçekleşti. Özellikle Trabzon polisinin. Yasin Hayal hapisten çıktıktan sonra kafasında olan eylem Dink'i öldürmekti. Emniyet muhbiri Erhan Tuncel'de Trabzon istihbarat şubesine cinayet planının her aşamasını anlattı.
Bu bilgilerin bir kısmı raporlara da bağlanarak Ankara'ya İstihbarat Dairesi Başkanlığı'na bildirildi. Raporları gönderen dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Akyürek, şu anda olduğu gibi cinayet işlendiği 19 Ocak 2007 günü İstihbarat Dairesi Başkanı olarak görevdeydi.
Trabzon'dan gelen raporları alan İstihbarat Dairesi C Şube Müdürü Yılmazer'di. Bu raporlarda Dink'e yönelik bir eylem değil, öldürüleceği açık olarak yazıyordu. Özellikle Yılmazer'in bu bilgi üzerine Koruma Daire Başkanlığı'na yazı göndererek Dink'e koruma tahsis edilmesini sağlamalıydı.
Neyse bunlar benim görüşüm olmaktan çıktı, artık Başbakanlık Teftiş Kurulu Akyürek ve Yılmazer hakkında görevi ihmalden inceleme yapılmasını istedi. Başbakan Erdoğan'da bunu onayladı. Ancak, bu tespite rağmen Akyürek İstihbarat Dairesi Başkanlığı, Yılmazer'de İstanbul istihbarat Şube Müdürlüğü görevini koruyor.
Oysa Dink'in öldürülmesiyle ilgili olarak 19 Ocak 2007 günü İstanbul istihbarat Şube Müdürü Ahmet İhsan Güler hemen görevden alınmıştı. Bu karar doğruydu çünkü delil karartabilirdi. Ancak Akyürek ve Yılmazer halen görevde. Bu durumda cinayetin aydınlanmasını beklemek mümkün görünmüyor.
Çünkü, yalan ve yanıltmanın karıştığı böyle bir davada artık delil ve belge güvenliğinden bahsetmek mümkün görünmüyor. Çünkü Trabzon Emniyeti ve İstihbarat Dairesi Başkanlığı ile ilgili sorular yanıt bulmadan tam anlamıyla Dink cinayetinin çözülmesi mümkün görünmüyor.
Ergenekon davasıyla Dink cinayetine özel bir vurgu var, neden?
Bana göre bu açıdan Dink cinayeti davasının Ergenekon davası ile birleştirilmesi gerekiyor. Çünkü Dink'e yönelik bir çok eylemin içinde bulunmuş kişiler Ergenekon davasında yargılanıyor. Ayrıca Dink cinayeti şüphe bazında da olsa Ergenekon iddianamesinde var.
Cinayetin işlenişi katilin profili Ergenekon iddianamesinde anlatılanlarla bire bir aynı. Öte yandan bir de şema var. Tam anlamıyla aleniyet kazanmayan bu şemalarda Dink cinayetini işleyenlerle Ergenekon sanıkları arasında dolaylı bağlantılarda sergileniyor.
Bunun yanında yargılamanın yapıldığı mahkeme Trabzon Jandarma Alay komutanı Ali Öz ile Ergenekon sanıkları arasındaki bağlantı için kolları sıvadı. Bu önemli bir gelişme. Ancak yapılması gereken Öz'ün yanında Dink cinayetinde adı geçen tüm kişilerin Ergenekon sanıklarıyla ilişkilerini ortaya çıkarmaktır. Bunun içinde Dink cinayetinde yargılandığı davanın Ergenekon ile birleştirilmesi gerekir. O zaman resmin büyüğüne ulaşabiliriz.
Türkiye'de aydın cinayetleri neden çözülemiyor? Araştırmacı gazeteciliğin çözüme etkisi nedir?
Çünkü aydınlar düşünceyi, kalıpları kırmayı, bildiklerimizi gözden geçirmeyi temsil ediyor. Direnç olsa da değişime zorluyor. Statüko ise buna direncini, cinayetlerle, provokasyonlarla gösteriyor. Demin de söylediğimiz gibi Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu gibi aydınların neden öldürüldüğünü bilen kaç kişi var.
Kimlerin tetikçi olduğu hakkında adli anlamda bilgimiz var. Ama "neden" öldürüldüklerini bilen olduğunu sanmıyorum. İşte kurbanların ailelerinde gördüğüm yıkımın arkasında da bu var. Neden? Bu nedeni tam anlamıyla gerçek biçimde beraberce ortaya çıkarabilirsek, hem aileler hem de toplum olarak huzura adım atabiliriz. Ama diğerlerinde de olduğu gibi Dink cinayetinde de "Neden?" sorusunun karşılığını tam olarak verebildiğimizi sanmıyorum.
Çünkü, Dink kimine göre devlet destekli aşırı milliyetçilerin kurbanı, kimine göre diasporanın hedefiydi. Dolayısıyla neden sorusu hakkında bazı fikirlerimiz var ama cevabı tam olarak bulduğumuzu sanmıyorum. (EÖ)
(*) Dink Cinayet ve İstihbarat Yalanları, Güncel Yayıncılık, Nedim Şener, Ocak 2009, 336 sayfa, 20 TL.