Türkiye'nin yakın bir gelecekte su sıkıntısı çekeceğine işaret eden açıklama özetle şöyle:
"İçinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sorunlarından biri, temiz su kaynaklarının hızla azalması, suya erişimin zorlaşması ve su yoksulluğunun giderek artmasıdır. Çarpık Sanayileşme, iklim değişikliği ve kuraklık sonucu, zaten kıt olan su kaynaklarımız çok hızlı bir şekilde kirlenmekte ve azalmaktadır.
Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP) 2002 yılında yayınladığı 3. Küresel Çevre Raporuna göre, başta Afrika ve Asya kıtalarında yaşayanlar olmak üzere, dünyada 1,1 milyar insan güvenli içme suyu, 2,4 milyar insan ise güvenli arıtma hizmetlerinden yoksundur.
UNEP 2002 raporu ile; piyasa koşullarının küresel ölçekteki siyasi, ekonomik ve sosyal koşullara bu şekilde yön vermesinin devam etmesi halinde 2032 yılı itibarı ile dünya nüfusunun yarıdan fazlasının ciddi su sıkıntısıyla karşılaşabileceğine dikkat çekilmektedir. Su sıkıntısını en çok hissedecek ülkelerden biri de Türkiye'dir.
2002 yılında düzenlenen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde ise, son 10 yılda temiz suya erişim ve atık suların arıtımında karşılaşılan yetersizliklerin sebep olduğu çocuk ölümlerinin, 2. Dünya Savaşından sonra yaşanan silahlı çatışmalarda kaybedilen insan sayısından fazla olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Kişi başına düşen tatlı su miktarı açısından dünya ortalamasının 7000 m3 olarak belirlendiği 3. Küresel Çevre Raporu'na göre ülkemiz, kişi başına yıllık 2940 m3 tatlı su kaynağıyla düşük sınıfta yer almaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, "önce kalkınma" anlayışıyla, tatlı su kaynaklarımız korunamamakta, nehirlerimiz, göllerimiz ve yeraltı suyu kaynaklarımız hızla kirletilmektedir.
Bu konuda yaşanan son örnek; "Maden Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun" ile su havzalarının madencilik faaliyetlerine açılmasıdır.
Maden kanunundaki anlayışın , 31 Aralık 2004 tarihinde yayınlanan yeni "Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği"ne de yansıdığını görüyoruz. Eski yönetmelikte su havzaları her türlü madencilik faaliyetine kapalı iken, yeni yayınlanan yönetmelikle birlikte orta ve uzun mesafeli koruma alanlarının belirli ölçüde madencilik faaliyetlerine açıldığı, mutlak koruma alanının ise 300 m'den 100 m'ye düşürülerek su havzalarının büyük bir risk altına alındığı görülmektedir.
Gelişmiş ülkeler su kaynaklarını koruyup geliştirirken, ülkemiz açısından stratejik öneme sahip olan su kaynaklarımız kirlenmekte ve yok edilmektedir.
1972 Stockholm Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı Deklarasyonu'nun 1. maddesine göre; ".İnsanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır. İnsanın, bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek için ciddi bir sorumluluğu vardır.", 2. maddesine göre de; ".bugünkü ve gelecek nesiller için ihtiyaca göre özenli planlama veya yönetim ile dünyanın doğal kaynakları, hava, su, toprak, flora ve fauna dahil, özellikle de doğal ekosistemleri temsil eden örnekler korunmalıdır."
Anayasa'nın 56/2 maddesine göre "...çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir..."
Uluslararası sözleşmeler ve Anayasa'nın vermiş olduğu görev ve sorumluluk bilinciyle hareket eden Odamız, insan ve canlı yaşamının devamlılığı adına, su konusunda sağlıklı, adil ve sürdürülebilir çözümler üretilebilmesi için, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının bir insan hakkı olarak ve kamusal bir anlayışla ele alınması gerektiğinden hareketle, 28 Şubat 2005 Pazartesi günü, 31.12.2004 tarihinde yayınlanan Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinin ilgili maddelerinin İPTALİNE yönelik dava açarak hukuksal süreci başlatmıştır."