KENT NOTLARI
Eşitlik olmalı
Tıbbın her dalı çok emek vermeyi, çalışırken de bazı riskleri üstlenmeyi gerektirir. Biz hekimlerin bu zorluklar ve riskler açısından bazı haklara sahip olmamız göze batmamalıdır. Ancak bazı dallarda çalışan meslektaşlarımın bu ayrıcalıkları o riskler söz konusu değilken de kullanmaları hem aramızdaki eşitsizliklere yol açmakta hem de vatandaşın hekimliğe yönelik bakışlarında olumsuzluklara yol açmaktadır.
Örneğin benim çalıştığım hastanede röntgen filmlerini teknisyenler çekmektedir. Ben bir
gün bile bir radyoloji uzmanının hastayı röntgen cihazına yatırıp film çektiğini görmedim. Ama onlar "şua izni" adı altında her gün izin yapıyorlar ve öğlene kadar çalışıyorlar. Öğleden sonra onları ancak özel hastanelerde ve radyolojik tetkik merkezlerinde bulabilirsiniz. Teknisyenler ise ceplerinde aldıkları ışın miktarını saptayan "dozimetre"leri bile olmadan çalışmaya devam ederler. Bence bu büyük bir haksızlık. Üstelik bu meslektaşlarım eğer risk altındalarsa ve bu işi yapmak için bir süre belirlenmişse neden aynı işi özel merkezlerde yapabiliyorlar. Yok eğer böyle bir risk yok ve bu iş bu süreden daha fazla yapılabiliyorsa, neden bizler çalışırken erkenden görevlerini bırakıp, bir de üstelik bazı parasal ayrıcalıklardan yararlanıyorlar?
Bu keyfiliğin ve "hakmış gibi görünen haksızlığın" sürmesinin ne mesleğimize ne de bize hiçbir yararı yok, tam tersine toplumun gözünde mesleğimizin değerlerinin yitmesine hizmet ediyor. Hiç birimizin mesleğimizin onurunu lekelemeye hakkı yok.
İSTANBULLU BİR HEKİM
HAFTANIN DOSYASI
TABİP ODASI GENÇ HEKİMLERE "ARAMIZA HOŞ GELDİN" DEDİ
Ortak tören yapıldı
SPOT: İstanbul Tabip Odası İstanbul'daki üç tıp fakültesini 2002 yılında bitiren öğrenciler için mezuniyet şöleni düzenledi ve "hekimliğe ve aramıza hoş geldiniz" dedi.
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nce alınan bir karar uyarınca üniversiteye bağlı diğer fakülte öğrencileriyle birlikte düzenlenen bir toplu törende diplomalarını alan tıp fakültesi mezunu hekimlerin "ayrı tören isteriz" talebine yanıt İstanbul Tabip Odası'ndan geldi. İstanbul Tabip Odası'nın yeni Yönetim Kurulu bu talep üzerine bazı tıp fakültesi öğretim üyelerinin katkı ve desteğiyle Cemal Reşit rey salonunda bir mezuniyet şöleni düzenlediler.
İstanbul Üniversitesi Rektörü'nün de çağrılı olduğu, ancak yapılan daveti reddettiği öğrenildi. Diğer yandan öğrencilerin "alternatif" sayılan bu törene katılmamaları yönünde uyarıda bulunulduğundan söz edilen törene İstanbul, Cerrahpaşa ve Marmara tıp fakültelerini bu yıl bitiren yaklaşık 850 hekimden üç yüzünün katıldığı şölene bu öğrencilerin aileleri ve yakınları da katıldı.
Mevcut tıp fakültelerinin tüm öğretim üyelerine de çağrı yapılmasına karşın, şölene on kadar öğretim üyesinin katıldığı görüldü. Az sayıda hocalarının katılması nedeniyle biraz da olsa üzüldüklerini belirten bazı yeni hekimler, meslek örgütlerinin kendileri için böyle bir şölen düzenlemesinin üzüntülerini hafiflettiğini ve kendilerini mutlu ettiğini belirttiler.
Cemal Reşit Rey'de
16 Temmuz Salı günü Cemal Reşit Rey Konser Salonunun sahnesinde beyaz önlükleriyle dizilen yeni hekimler, spotlar altında, çok sayıda haberci ve salonu dolduran yakınlarının önünde çok heyecanlıydılar.
Törenin açılmasından sonra kürsüye çağrılan İstanbul Tabip Odası(İTO) Yönetim Kurulu Başkanı ve İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Gencay Gürsoy öğrencileri ve konuklar tarafından zaman zaman alkışlarla kesilen bir konuşma yaptı.
Yeni mezun hekimlerin heyecanlı, sevinçli, gururlu ama aynı zamanda da endişeli olduklarını belirten Dr. Gürsoy hekimlik mesleğinin zor, yıpratıcı ama bir o kadar da onurlu olduğunu vurguladı.
Yeni mezun hekimlerin geleceklerinin belirsiz olmasının, uzmanlık sınavı ve mecburi hizmet uygulaması gibi "korkutucu hayaletlerin" bugünkü mutluluklarını gölgelediğini fark ettiğini belirten Prof.Dr. Gencay Gürsoy hekimlik mesleğinin avantajlarına da değindi.
Ülke gerçekleri
Meslek odasının başkanı olarak hekimlerin zaten bildiği gerçekleri de sıralamak zorunda olduğunu söyleyen Prof. Dr. Gürsoy; "Devlet ne yazık ki sağlık, eğitim, kültür gibi temel toplumsal görevlerini oldum olası ikincil görevler olarak görmek eğilimindedir. Rasyonel, çağdaş, ülke koşullarına uygun efektif bir sağlık sistemi yoktur. Birinci basamak sağlık hizmetleri sahipsizdir. Bütçeden sağlığa ayrılan pay % 3'ü bile bulmamaktadır. Birbiri ardına açılan ve 50'yi aşan tıp fakültelerinin birçoğu yetersizdir. Türkiye hala hangi niteliklere sahip ve ne kadar hekim yetiştirmesi gerektiği konusunda bile inandırıcı bilimsel verilere sahip değildir. 7 yıl önce terk edilen mecburi hizmet yasası, siyasal rant elde etmek için yeniden uygulanmaya konmuştur" dedi ve bu durumun çok iyi yetişmiş, bilgili ve çalışkan da olsalar hekimlerin verecekleri hizmetin verimliliğini düşüreceğini kaydetti.
Sicil bozuk
Ülkenin demokrasi, insan hakları ve temel özgürlükler konusunda sicilinin iyi olmadığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde en çok mahkumiyet alan ülkelerin başında olunduğunu, ekonomik kriz en çok emeği ile geçinenleri yoksullaştırdığını ve hekimlerin bunlar arasında göreceli olarak en çok gelir kaybına uğrayan meslek dalı olduğunu, bugün bir pratisyen hekimin ortalama aylık gelirinin 300, uzman hekimin ise 400 dolar civarında olduğunu vurgulayan İTO başkanı "Oysa hekimlik dünyanın her ülkesinde uzun ve yorucu tahsil dönemi, ömür boyu süren meslek eğitimi zorunluluğu ve ağır iş koşulları nedeniyle pozitif ayrımcılığa sahip bir meslek dalıdır. Bu düzey yoksulluk sınırının altındadır. Bütün bunların üstüne gelen mecburi hizmet uygulaması hekim kitlesinin sabrını zorlamaktadır" diyerek konuşmasını sürdürdü.
Hekimlik mesleğinin "gönüllü" özveriye dayandığının da altını çizen Dr. Gürsoy, zorla hekimlik olmayacağını, meslek odası ve Türk Tabipleri Birliği'nin zorunlu hizmete ve benzeri yanlış uygulamalara karşı verilen mücadelede hep hekimlerin yanında olacağını kaydetti.
İyi hekimlik yapmak için iyi ve bilgili hekim olmanın yetmeyeceğini de kaydeden oda başkanı, "bütün bu sorunları gören, nedenlerini doğru teşhis eden, onların üzerine akıllı ve inatçı bir şekilde giden hekimler olmak zorundasınız. Çünkü sizin sorunlarınıza siz el atmazsanız politikacı hiç el atmaz. Bu yüzden meslek odanıza sahip çıkmak, onun etkinliğini artırmak zorundasınız" diyerek genç hekimleri oda çatısı altında örgütlenmeye çağırdı.
Hekimlere, öğrendikleri ayrıcalıklı bilgiyi bir erk aracı olarak kullanmamayı, bilgi tekelciliği yapmamayı, meslekleriyle böbürlenmemeyi öneren Dr. Gürsoy genç meslektaşlarına seslenerek toplumsal etkinliği en yüksek mesleklerden birinin mensubu olarak demokrasi, adalet, barış, kardeşlik, özgürlük, sevgi gibi evrensel insani değerlerin taşıyıcısı olmaları gerektiğini söyledi.
Konuşmasını "Bunlar da yetmez sevgili genç meslektaşlarım. Mesleğinizi sevmeniz ama onun tutsağı olmamanız gerekiyor. Dostluğun, sevginin, çiçeğin, böceğin, sanatın ve küçük mutlulukların değerini bilmeniz, kısaca yaşamdan tat almanız gerekiyor" diyerek tamamlayan İTO Başkanı Dr. Gürsoy genç hekimlere onurlu, üretken ve mutlu bir meslek yaşamı diledi.
Genç hekimin konuşması
İstanbul Tabip odası Başkanı'ndan sonra konuşma yapmak üzere kürsüye çağrılan İstanbul Tıp Fakültesi mezunu genç hekim Dr. Vahit Güzelburç da meslektaşları ve konuklar tarafından uzun süre alkışlanan bir konuşma yaptı.
1996 yılında fakülteye başladıkları günlerde zorluğundan söz edilen tıp eğitimini, altı yıl boyunca birebir yaşayarak anladıklarını vurgulayan genç hekim, bu süreç içinde zorlukları da omuz omuza aşmayı, birbirine destek olmayı ve bağlanmayı, paylaşmayı da öğrendiklerini kaydetti.
Tıp fakültesinde TUS'a ve ezbere yönelik eğitim anlayışıyla fakülteden çok liseye benzeten; üniversitede sosyal hayatı, kültürel ortamı, spor aktivitelerini kısıtlayan altyapı sorunlarıyla karşılaştıklarını belirten Dr. Güzelburç "Üniversite hastanesinin sadece hasta tedavi edilen yer olmadığını unutup değerli bilgilerini bizden sakınan bazı hocalarımızın yanında; hekimliğin inceliklerinin usta - çırak ilişkisiyle öğrenildiğini unutmayan, unutturmayan; önce eğitimi düşünen, bizi düşünen; gerek fakültede, gerekse fakülte dışında tüm sorunlarımızla ilgilenen diğer tüm hocaların da bulunduğunu söyleyerek onlara ayrıca teşekkür etti.
Mecburi değil, gönüllü bir hekimliği talep ettiklerini ortaya koyan Dr. Güzelburç, konuşmasının devamında "Bütçesinden sağlığa yalnız %2 pay ayrılan ve sağlığın en önemli göstergelerinden biri olan bebek ölüm hızının hala çok yüksek seyrettiği ülkemizde sağlık ortamının tüm bu olumsuzluklarına rağmen biz genç hekimler olarak mesleğimizin bize yüklediği tarihsel sorumluluğa ve Hipokrat Andı'na yakışır bir hekimlik anlayışıyla hizmet vermeye çalışacağız" dedi sözlerini hedeflerinin hasta haklarına saygılı, deontolojiye bağlı, parasal kaygıları ön planda tutmayan, kendini sürekli eğiten ve geliştiren, mesleğine ve mesleğinin sorunlarına sahip çıkan bir anlayışa sahip "iyi hekimler" olacaklarını belirterek tamamladı.
Yemin ettiler
Bu konuşmalardan sonra aralarında Prof. Dr. Gencay Gürsoy genç hekimlere toplu olarak hekimlik yemini yaptırdı. Ardından İstanbul Tabip Odası'nın çeşitli kurullarında görev yapan öğretim üyeleri ve hekimlerle birlikte İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne adaylığını koyan Prof. Dr. Mesut Parlak, Prof. Dr. Yavuz Bozfakioğlu, Prof. Dr. Alaattin Çelik, Prof. Dr. Feyza Erkan, Prof.Dr. Şahika Yüksel gibi öğretim üyeleri genç hekimlere içinde hekimlik andının ve oda üyelik belgesinin bulunduğu sembolik birer diploma verdiler.
Yaklaşık 3,5 saat süren tören sırasında Cemal Reşit Rey Konser salonunun fuayesinde Üç deniz topluluğunun elemanları da canlı müzik dinletisi sundular. Diğer yandan Yazar ve Doktor Erdinç Köksal yeni çıkan kitabını genç hekimlere imzaladı. Çeşitli kuruluşların ikramlarının da sürdüğü tören yaklaşık 13.30 sıralarında sona erdi.
RESİM ALTI:
Prof. Dr. Yavuz Bozfakioğlu(İst.Tıp Fak.Öğretim Üyesi):
"Tabip odasının tıp fakültesi mezunlarına tıp fakültesi yöneticilerinden önce güzel bir şekilde sahip çıkması harikulade bir şey. Tabip odası genç hekimlerimizin kalbinde çok büyük bir yer edinmiştir. "
DOKTORUN YERİ
Taşlar yerine oturmalı
Dr. Mustafa SÜTLAŞ
Sağlık hizmeti özü itibariyle ayrımcılığa izin vermez. Hizmete gereksinim duyan herkesin bu hizmete ulaşması ve yararlanması vazgeçilmez insan haklarından birisidir. Sosyal devlet anlayışının benimsendiği yerlerde bunun idare ve devletin bu alanda kurulmuş hizmet organizasyonu eliyle verilmesi gereklidir.
Bizim gibi demokrasisi yeterince gelişmemiş, insan hakları bilinci yerleşmemiş ülkelerde her düzeyde erk kullananlar erklerini ve olanaklarını kendi çıkarları ve amaçları için kullanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Bundan öncelikle hizmeti alan vatandaşların zarar görür. Diğer yandan bu tür davranışlarla sistemin bütünü ve onu oluşturan uzlaşmada olumsuz etkilenir. Toplumu ortaklaştıran ve bir arada tutan bağları zayıflar, insanların birbirlerine ve oluşturdukları kurumlara olan güveni ortadan kalkar.
Şu günlerde önemli bir hizmet üstlenen sağlık kurumlarından birinde, İstanbul Şirinevler 70. Yıl Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi'nde yaşananlar bunun en somut örneklerinden birisidir.
90'lı yıllardan bu yana hizmet ve uzmanlık eğitimi veren bu kurumda bazı yolsuzluklar olduğu iddiasıyla başlatılan sürgünler, bu dönemde gelişen diğer olaylar ve başhekimin önce bir gazeteye verdiği paralı bir ilan, sonra da medyada yoğun olarak konunun işlenmesi sırasında söyledikleriyle oldukça büyümüş ve ülkemizin yaşadığı, yukarıda söz ettiğimiz durumu kanıtlayan bir hale dönüşmüştür.
Kamu sağlık kurumlarında özel çıkar uman uygulamalarla, bazı yolsuzlukların sürmesinin önemli nedenlerinden birisi bu kurumlarda yaşanan gizli ve açık özelleştirmeler ile yaratılan ranttır. Özelleştirme süreci yalnız karar verenlerin isteğiyle yaşanmamaktadır. Onu uygulayanların da çeşitli nedenlerle ve biçimlerde buna katkıları söz konusudur.
Yolsuzluk ve haksız uygulamalara karışmayan bir çoğunluk çeşitli biçimlerde baskılarla karşılaşmaları nedeniyle ya da kendi istekleriyle duyarsız davranmaları sonucu sessiz kalmaktadırlar. Öncelikle bunların ortaya çıkabileceği ortamların oluşmaması hedeflenmelidir. İkincisi herkes kendi dahil ya da tanık olduğu konuyla ilgili yanlışlara ve yolsuzluklara duyarlı olmalı, bunları ilgili herkese yaymalı ve ortak tavır alma doğrultusunda çaba sarf etmelidir. Konu eğer sağlık alanıyla ilgiliyse hizmeti verenler kadar alanların da bu sürece katılmaları hedeflenmeli, "kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı terk edilmelidir. Bu noktada "doğru habercilik" ilkesini benimseyen kamu iletişim araçlarına önemli görevler düşmektedir.
Üçüncüsü ise söz konusu alanla ilgili örgütlenmelerin tutum almasını sağlamak olmalıdır. Sağlık alanında hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının mesleki ve sendikal örgütleriyle birlikte hizmet alan hasta ve yakınlarının gönüllü örgütlenmeleri böyle bir konuda çeşitli ve birlikte çaba göstermelidirler.
Sonuncu görev ise devletin organizasyonu içinde yer alan denetim, izleme ve yargısal mekanizmaların harekete geçirilmesidir. İlke olarak kimsenin kaynağını yasalardan almayan tasarruflarda bulunmaması hedeflenmelidir. Yasal netlik olmayan konularda da genel teamüllerle, insandan, özgürlüklerden yana tutumlar belirleyici olmalıdır.
Mesleki örgütler
Böyle konularda özel olarak mesleki ve sendikal örgütlenmelerin yaptıkları kadar yapmadıkları da önemlidir. Örneğin tabip odaları bu tür idari gibi görünen kararları da tartışabilmelidir. Bir bakan ya da benzeri üst düzey yöneticiler yasalara uygun olmayan politik bakışlarına ve çıkarları doğrulturunda idari tasarruflarda bulunabilirler. Bu kararların uygulanması mesleki alanlarla ilgili ise mesleki sorumluluk da yaratmaktadır. Örneğin bir bakan ya da başka bir yetkili herhangi bir tıbbi uygulamaya ilişkin kurallara uygun olmayan bir emir verdiğinde bu emri uygulayan örneğin bir hekim mesleki yönden sorumlu oluyorsa; bir hekimle ilgili olarak haksız ya da usulsüz bir atama ya da benzeri bir tasarrufun işleme koyan, mesleği hekimlik olan bir sağlık müdürü ya da başhekim de en azından hekimler arasındaki etik ve deontolojik kurallar açısından sorumlu tutulmalı ve soruşturulmalıdır.
Bu denetim ve irdeleme değişik idari kademelerde bulunan hekimleri koruyucu bir işlev de görecektir. Bir başhekim ya da sağlık müdürü kendi üstünden gelen yanlış ve haksız bir işleme karşı meslek örgütünün kurallarını ve yaptırımlarını gerekçe göstererek direnebilecektir.
10 yıldır sürdürdüğü başhekimlik görevini bırakırken verdiği yarım sayfa ilanda, "Sağlıkta hiç değişmeyen partizan anlayışın bir ürünü olarak hastanemize, şahsıma ve hekim arkadaşlarıma yönelik saldırılara, değerbilmezliğe tepki ve geleceğe olan inançsızlığım nedeniyle istifa ediyorum" diyen bir hekimin basın aracılıyla yapmak zorunda kaldığı açıklamalarla ilgili olarak kendi, üstelik de bir kurulunda görev yaptığı meslek örgütü yukarıda belirttiğimiz türden girişimlerde bulunabilmeli, yasaların suç olarak tanımladığı konularda resmi yoldan başvurarak soruşturma açılmasını istemeli ve tüm bu süreçlerde hem mesleğin onurunu ve adını, hem de üyelerinin hak ve çıkarlarıyla, toplumun sağlık hakkını savunacak tutumları benimseyebilmelidir.
Yine aynı konuşmada ileri sürülen; bazı hastaların ya da alımlarda firmaların kayrıldığı ya da ayrıcalıklı davranıldığı, en azından bu yönde baskıların söz konusu olduğu, kişisel olarak küfür ve tehditlerde bulunulduğu iddiaları da yasal mekanizmalar kullanılarak araştırılması gereken noktalardır.
Bu mesleki soruşturmaların yapılması ve yasal süreçlerin işletilmesi hem mağdur olan bir hekimin hakkının savunulması açısından meslek örgütünün doğal görevidir. Hem de bir mesleğin onuru ve toplum nezdindeki değerinin korunması açısından bir zorunluluktur.