Böylesi onlarca soru işaretlerinin kafamda dönüp durduğu bir ruh haliyle kapıdan içeri girdim. Beni hemen tanıdı. O sakin, sevimli, sımsıcak gülümseyişiyle karşıladı. Yılların hasretiyle sarıldık birbirimize...
Kısa bir ön sohbetten sonra, konuşmamız doğal akışı içinde devam etti. Gaban adlı bir roman okumuş öncelikle ondan bahsetti . Dersim'de gerilla olan bir gurup insan yazmış. Dağa çıkmadan önce İstanbul'a gelmişler. Caddelerde dolaşırken tabelalardaki yabancı isimlere bakıp ülkelerinin işgal altında olduğunu fark etmişler, dağ serüveni bunu takip etmiş. Buraya kadar her şey normal gibi.
Hoca konuşmasını "Ne kadar çarpık bir emperyalizm ve solculuk kavrayışı değil mi? Dersim'de kendileri ile ilgili tüm değerler çözülmüş, o umurlarında değil.. Kendisinin adı neden Kemal olmuş, adı neden Kürtçe değil ve neden Kürtçe konuşamıyor bunu merak etmiyor. İngilizce adlar görmüş, ülkem işgal altında diyor ve dağa çıkıyor. Bu çok çarpık bir anlayış. Kendi tarihine, toprağına, kültürüne, diline ciddi bir yabancılaşma. İşte burada sol ideoloji, yabancılaşmanın aracı oluyor. İdeoloji budur işte, çarpıtmadır." diyerek sürdürüyor.
İnsanın aklına "solculukla bu tip ideolojiyi ayırmak gerekmez mi?" sorusu gelip takılıyor. Zaten o da "Ayırmak gerekir" diyor ve devam ediyor;
"Gerilla mücadelesinden önce Kürtler bu tip Dersimliler gibiydiler. İyi Türkçe öğrenmek istiyorlardı. Emperyalizm, sosyalizm değerlendirmeleri böyleydi. 68'in Kürt kesimleri bunu yaşıyordu. Devleti tehdit etmeyen bir anlayışıydı bu ve bu devletin başarısıydı. Gerilla hareketi süreci etkiledi.."
Önce isteyeceksin
Kürtlerin mücadelesinin bugünkü durumu üzerine süren sohbetimizde ilginç bir tespitte bulunarak "Çeçenlere ve Filistinlilere bakalım, 'vatanımız' diyorlar, 'vatanımızı biz idare etmek istiyoruz' diyorlar. Toprağa bağlı milli bir anlayış geliştiriyorlar. Zaten başka türlü olmaz ve başka türlü kalıcı bir sonuç yaratılamaz. PKK 78'de Çeçenler, Filistinliler gibi başladı. 84 bu çizginin devamıdır. Şimdi ise bundan uzak., derken "başka ne yapılabilirdi?" konusunda da şunları söylüyor:
"Türkiyelilik bir üst kavram olarak kullanılıyor. Peki Türkler kendilerini alt kavram olarak kabul ediyor mu? Etmiyor. 'Türkiyelileşme' deniliyor. Buna ne gerek var. Pekala sen de bir Kürt partisi olarak yerini alabilirsin. Sen kendi haklarını savunacaksın. Bir şeyler isteyeceksin. Bir şeyler talep edeceksin. Muhakkak isteyeceksin. Bu yapılmıyor. AB sürecine uyum çerçevesinde bir TV kanalında haftada yarım saat Kürtçe program yapılıyor. Buna da ancak 16 yaşını bitirmişsen katılabiliyorsun. Bunlar çözüm değil. Toprağa dayalı coğrafi federasyon olabilir veya benzeri başka bir şey olabilir Güneyde bir yerde bu oluyor. Sende geri durmayacaksın. Benzeri şeyler isteyeceksin. Ama önce isteyeceksin."
Kürtler okyanusa atıldı
Söz noktaya buraya gelince Güney konusunda ki görüşlerini şöyle açıklıyor:
"ABD'nin temel derdi petroldür. Bu amaç için Irak'ı işgal etti. 1920'lerden beri büyük güçler Kürtleri okyanusa attı. Fransa, özellikle İngiltere bunu yaptı. Stalin'in Sovyet Rusyası da bunu aşamadı. Doğrusu tercihi Kemalist rejim oldu. Kürtler boğulmamak ve kıyıya çıkmak istiyorlar. ABD bir yılandır. Güney Kürtleri, boğulmamak için yılana sarılıyorlar. Aslında ABD bundan rahatsızdır ve ilk fırsatta Kürtleri üzerinden atacaktır, ama Kürtlerle ABD'nin ilişkisi de budur. Bunu basit bir işbirlikçilik olarak değerlendirmemek gerekir. Kürtler hayatta kalmak istiyor. Kürtlerin yılana sarılması bir yaşam belirtisidir. Bir yaşam dinamizmidir. Bu şekilde değerlendirmek gerçekçidir."
Güney'den Kuzey'e uzanıyor sohbetimiz: "Yılan Kuzey Kürtlerinin değil sarılmasına, tutunmasına bile fırsat vermiyor. Bu Türk devletinin politikalarının etkinliği ile ilgilidir. Türk devleti Kuzeyde feodal kurumlan bilinçli bir politikayla ayakta tuttu. '94 de korucu sisteminin kuruluş aşamasında, korucu ağaları Demircileri, Ağarları ziyaret ettiğinde basın önünde Doğu Ergil ağalara, 'bir şey istemiyor musunuz' diye bir soru sorduğunda, onlar iki şey istemişti; 'teröristleri yok etmek için destek ve silah'. Devlet için en itibarlı insanlar onlardı. Üç beş yıl sonra halk tarafından seçilmiş belediye başkanları Ankara'ya dertlerini anlatmaya gitmişlerdi. Doğudaki feodalizmden muzdarip olan Ecevit bu belediye başkanlarını kabul etmedi. Onları 'terör örgütünün uzantısı' saydı. Diyeceğim feodalizmi sen ayakta tutuyorsun. Halkın seçtiği insanları sen kabul etmiyorsun.
Kürtler eleştirmeli
Kuzey Kürtlerine hiç müsaade etmiyor yılan. Hem baskı ve inkar sürüyor, hem AB süreci hızla devam ediyor. Kürtler eleştiri yapmalı. İstemeli. Bugün daha sert şeylerle karşılaşmıyorlarsa özel bir tarihi konjonktürle ilgili olduğu kadar, bu devletin 200 milyarlık iç ve dış borçlarıyla da ilgilidir. 1920'ler iyi incelenmeli. Geçmiş hakkında sağlıklı tespitler yapmak gerekir. Önce Fransa ve İngiltere, şimdi ise ABD aynı güçlerle benzeri rolü oynuyor. Kürtler istemeli. Eleştirmeli. Ama onlar kendilerini Öcalan'ın haklarıyla sınırlıyorlar. Elbette bu olmalı, ama yeterli değildir. Hiç değildir. Devlete çıkarlarını göstermek, 'bize elini uzatırsan Ortadoğu'da ve Asya'da büyük güç olursun' demek onların işi değildir. Bu onları çözüyor. Çürüme koşullarını yaratıyor."
Kürtler Çok Yoksullaştı
"Kürtler çok yoksullaştı" diyerek sürüyor konuşmamız.
"Zaten yoksullardı. Bu katlandı. Milyonlarca Kürt köyünden metropollere göç etmek zorunda bırakıldı. Devletin amacı asimilasyondu. Özal '500 bin Kürt'ü dağdan indir, sorun çözülür' diyordu. Kürtler aç. Kürtler perişan. Halbuki köyünde her şey vardı. Koyunu, tarlası, çayın... İyi kötü yaşamını sürdürebiliyordu. Bugün sürdüremiyor. Yoksulluk göçle temelden ilgili. Ama ekolojik sosyalizm ile olmaz ki. Bir evde dört aile kalıyor. Yirmi insan aynı odada yatıyor. Ozon tabakasını delinmesi elbette ki önemli bir sorundur. Karşı çıkmak gerekir, ama Kürtler yoksul, aç, hayatta kalma mücadelesi veriyor. Buna öncelikli bir çözüm bulmak gerekir. PKK bununla ilgilenmiyor. Bu yönlü bir şey istemiyor."
Leyla Zamların Cezaevinden çıkmalarına ve daha sonraki süreci değerlendirirken değişen bir şey olmadığına dikkat çekerek şunları söylüyordu:
"Devlet Aralık ayında AB'den tarih almayı kolaylaştırmak için salıverdi. Sekiz ay sonra zaten serbest kalacaklardı. AB'nin son zamanlarda sık sık bırakın biçimindeki ısrarı anlamlı değil. Çok önemliyse neden sekiz yıl önce dayatmadılar.
"Leylalar, Hatipler kamuoyuna yansıyan bir şeyler söylediler. Ama yeni bir şey yok ve eskisinden daha geri konumdalar."
Darbe rejiminin sorgulanması
Sohbetimiz uzayıp giderken "Genel olarak darbe rejimini, özel olarak darbe rejiminin bölgede kurumlaşması ve savaşın sorgulanması ve 78'liler hakkında ne düşündüğü" öğrenmek istiyorum. Kırmıyor beni ve her zaman ki sevecen ifadesiyle açıklıyor görüşlerini:
"1970'li yıllar çok önemli. Toplumsal hareket vardı. Büyük kitleler hareket halindeydi. Devletin baskısı çok şiddetli oldu. Celalettin'le dört yıl önce konuşmuştuk. Bir dönemin sorgulanmasını, bunun 12 Eylül rejiminin sorgulanması ve yargılanması üzerinden geliştirilmesinin, çok önemli olduğunu söylüyordu.
"Bugün bakıyorum 78 kuşağının kurumlaşması bilinçlerde güçlü bir eğilim olarak ortaya çıkmış. Bu çok iyi bir şey ve çok önemli. İnsanlar sosyolojik olarak bir şeylere ait oluyor veya bir şeylere kendini ait hissediyor. Bu ortak bir duygu. Bunun tek tek kişilere değil de bir kuşağa ait olma biçiminde tezahür etmesi güzel bir şey. İnsanlar kendini 78'e ait hissediyor. 6O'lı ve 70'li yılların tarihine bakıyorum. Gençlerin ne yaptığına ne istediğine bakıyorum. 68 ve 78 arasında önemli bir fark var. Sınıfsal bakımdan 68'liler bürokrasiye yakın insanların çocuklarıydı.
78'liler halk çocuklarıydı
"İşte falancanın babası banka müdürüydü vs. 78'lilere bakınca bunlar doğrudan halk çocuklarıydı. Gecekondu semtlerinden geliyorlardı. 78'in sosyalizm ile doğrudan ilişkisi var. Türkiye'de sosyalizm ilk kez 70'li yıllarda bir vaka oldu. 78'liler bunun bedelini 68 ile kıyaslanmaz biçimde ağır ödediler.
"Kürtler için sağcı ülkü ocakları ciddi bir sorun oldu. 80'li yıllarda ise Kürtlerin karşısına özel tim olarak çıktılar ülkü ocakları. 78'lilerin militarizmin sorgulanması görüşü önemlidir. Özellikle Kürtler üzerinde militarizm bütün boyutlarıyla çökmüştür. Militarizm, Kürtlere o zulmü neden, nasıl yaptı ve sonuçlan ne oldu, on beş yıllık savaşın nedenleri, ve sürdürülüş biçimi bütün bunlar açığa çıkması gereken şeylerdir.
"Kürtlerin köyleri yakıldı, Kürtlere göç dayatıldı, Kürtler gıda ambargosu adı altında açlıkla terbiye edilmek istendiler. Yargısız infazlar, göz altında kayıplar binleri buldu. Bütün bunlar açığa çıkmalıdır ve üstü örtülmemelidir. Aksi taktirde barışçı temelde gelişen bir toplum ütopyası ham bir hayal olarak kalır."
Daha geniş zamanlarda ve daha kapsamlı açılımları Tükenmez okuyucularıyla paylaşmak dileği ile yanından ayrılıyoruz. (NT/BA)
* Nimet Tanrıkulu'nun İsmail Beşikçi ile yaptığı söyleşi, aylık "78'liler Tükenmez" dergisinin Temmuz-Ağustos 2004, dördüncü sayısında yayımlandı.