Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl binasına 17 Haziran'da silahlı saldırı düzenleyen ve Deniz Poyraz'ı katleden Onur Gencer hakkında açılan davanın ikinici duruşması 24 Ocak Pazartesi günü İzmir Bayraklı Adliyesi 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.
Ağırlaştırılmış müebbet ve 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan katil Onur Gencer'in ilk duruşmadaki saldırgan tavrı ikinci duruşmada da devam etti.
"Saldırıdan pişman olmadığını" belirten Gencer'in, aileyi ve HDP'lileri hedef alan söylemleri ise salonda sık sık gerilim yaşanmasına neden oldu.
Dava Avukatı Türkan Aslan Ağaç, iki duruşmada yaşananları, saldırgan Gencer'in mahkemedeki ifadesini, saldırının örgütsel bağı ve soruşturma aşamasındaki eksikliklere ilişkin bianet'in sorularını yanıtladı.
Aslan Ağaç, "saldırganın kendisine öğretilmiş bir örgüyle savunma yaptığını" söyledi ve ekledi: "Sadırgan yalnız kurt olduğuna inanmamızı istiyor fakat biz bu konuda maalesef tecrübeliyiz. Bu ülkede işlenen bütün siyasi cinayetler örgütlü olarak işlenir. Ya devlet içine çöreklenmiş örgütler tarafından yapılır bu iş, ya da devletin kullandığı yapılar tarafından. Bu nedenle yalnız olduğuna inanmamız mümkün değil."
"Emniyetin ve istihbaratın saldırıdan birinci dereceden sorumlu olduğunu" vurgulayan Aslan Ağaç "Olayın yaşandığı 40 dakika boyunca polisler bir merdiven dahi adım atmıyorlar. Eğer polis olayın hemen ardından içeri girmiş olsaydı Deniz belki bugün yaşıyor olurdu. Yani kolluğun ve MİT'in bu olayda birinci dereceden sorumluluğu var" dedi.
Aslan'ın bianet'in sorularına yanıtları:
"Karşımızda kapkaranlık biri var"
*İki duruşma yapıldı her iki duruşma da çok gergin geçti, duruşmalarda yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk duruşmada sanık salona getirilirken müştekilerin, Deniz Poyraz’ın ailesinin önünden geçirilerek salona alındı. Geçtiği sırada aileye dönüp pervasızca gülümsemesi, el kol hareketleri yapması, duruşma boyunca ailenin bulunduğu tarafa dönüp maskesini çıkarıp gülmesi, yanındaki jandarmalar ile sohbeti, salonu oldukça gerdi.
Salonda zaten çok büyük bir hassasiyet vardı, HDP yetkilileri de aile de ilk kez sanık ile karşı karşıya geliyordu ve sanık sürekli olarak tahrik edici davranışlar içine giriyordu. Bu nedenle salonda ara ara krizler oldu.
İlk duruşmada verilen 10 dakikalık arada sanık salondan çıkarılmadı. Deniz Poyraz’ın yakınına küfür etti ve bir arbede yaşandı. Üstelik jandarmanın arasından çıkıp o sırada salonda bulunanlara saldırmaya çalıştı. Yani karşımızda işlediği suçun ağırlığını taşıyan ya da vicdani sorgulamasını yapan bir sanık profili durmuyor. Karşımızda saldırgan bir tavır içinde olan yaptığını savunan, sahiplenen bir tetikçi profili var. İlk duruşma bütün bu yaşananlar nedeniyle ertelendi.
Ama saldırgan ilk duruşmada gösterdiği tutumu, ikinci duruşmada da sergiledi. Bir savunma yapmak, olayın detaylarını anlatmak yerine içindeki kötüyü ve karanlığı ortaya çıkardı. Karşımızda kapkaranlık, kötünün ta kendisi, hatta devletin içindeki kötünün ta kendisi olan biri var. Ağzından çıkan her sözcük, insanın canını acıtacak ve sinir uçlarına dokunacak şekilde. Savunma yapmadı, bir saldırı pozisyonuna geçti. Deniz Poyraz’a, HDP Milletvekillerine saldırdı.
Kendisine öğretilmiş bir örgüyle, bizleri saldırıyı yalnız işlediğine ikna etmeye çalışıyor. Kendini ülkücü olarak nitelendirdiği için, yalnız kurt olduğuna bizlerin inanmasını istiyor. Fakat biz bu konuda tecrübeliyiz.
Bu ülkede işlenen bütün siyasi cinayetler, örgütlü olarak işlenir ya devlet içine çöreklenmiş örgütler tarafından yapılır bu iş, ya da devletin kullandığı yapılar tarafından. Bu nedenle yalnız olduğuna inanmamız mümkün değil.
Hiç kimse gündüz vakti polislerin arasından geçerek bir siyasi partinin binasına girip bu kadar rahat cinayet işleyemez ve aynı rahatlığı duruşma salonunda sergileyemez. Arkanız sağlamsa böyle davranırsınız. Size taahhüt edilen şeyler veya dışarı çıkacağınız beklentiniz varsa bunları yaparsınız. Sanık da bütün bunların rahatlığıyla hareket etti ve ağzından çıkan her sözcükle duruşma salonundaki insanların tahrik olmasına ve sinir uçlarının ayağa kalkmasına neden oldu.
TIKLAYIN-Dava ertelendi | Avukat Arslan: Deliller karartıldı
"Bilerek tahrik edici konuşuyor"
*Saldırgan tahrik edici o sözleri bir kez değil, salonda tepki yaratıncaya kadar tekrar etti. Amacı salonu tahrik etmek, o tepkiselliği yaratmak mıydı?
Evet, yapmak istediği tam olarak buydu. İlk duruşmada da aynı şeyi yapmak istedi. İlk duruşmada soruşturma aşamasındaki eksikleri, savcılığın ve kolluğun delilleri kararttığını anlatmaya çalışıyorduk. Ancak sanık, içeride bulunan herkesi tahrik ederek kendini gündemleştirmeye çalıştı ve basında da bu kısmı öne çıktı. Yani bizim olayın arka perdesini öne çıkarmaya çabamız ikinci planda kaldı.
İkinci duruşmada da olayın merkezine kendini koyarak ve salonu tahrik ederek duruşmanın düzenini bozma çabasına girdi. Ne kadar sağduyulu olursanız olun, azıcık vicdan taşıyorsanız sanığın söylemleri ve tavırları karşısında soğukkanlı olmanız mümkün değil.
Bunu bilerek yapıyor, sinir uçlarına dokunma noktasında bir strateji belirlediğini düşünüyorum. Bunu hem gündeme oturmak açısından yapıyor hem de duruşmanın sağlıklı yürümesini engellemek ve maddi gerçeği aramamıza engel olmak adına yapıyor.
TIKLAYIN- "Bu örgütlü kötülüğü ancak örgütlü iyilikle yenebiliriz"
"Detaylı bir ifade vermedi"
*Savunma sırasında mahkeme heyetinin sanığa soruları oldu. “Niçin yaptın, yönlendiren oldu mu?” şeklinde genel birkaç soruydu. Sizler de buna itiraz ettiniz, “soru yönetilmediğini, sorgunun yeterli olmadığını” belirtiniz. Heyet dosyaya hakim mi değildi, neden genel soruların dışına çıkılmadı?
Biz başından beri kolluğun soru sormaktan imtina ettiğini söylüyoruz. 20 saatlik bir gözaltı sürecinde kolluk soru sormuyor, 20 saat sonra savcılığa çıkarılıyor, savcılık da soru sormuyor. Öyle olaylar anlatıyor ki, o anlatımlarının arkasından sorulması gereken tonlarca soru var, ancak hiçbiri yöneltilmiyor.
Sanık bir şey söylediğinde, bunun nedenlerinin, niçinlerinin sorulması gerekirken hiçbir şey sorulmamış. Mahkeme de birkaç soruyla yetindi. Zaten sanık detaylı bir ifade vermedi, sanığın ifadesi yok. Sanığın Deniz Poyraz ve HDP’ye yönelik ithamları dışında bir söylemi yok.
Mahkeme, sanığa sorular sorarak olayın arka perdesini, olup biteni sorularıyla aydınlatması gerekirdi ama yapmadı. Mahkeme ne soracağı konusunda bir hazırlık yapmamıştı. Dosyanın içeriğine odaklanmaktan çok, duruşmanın nasıl yürütüleceğine yoğunlaşmış gibiydi. Biz de bu nedenle sanığa doğrudan soru sorma hakkımızı bir sonraki celseye bıraktık. Mahkeme de bu talebimizi kabul etti.
TIKLAYIN- Dava ertelendi, mahkeme protesto edildi: Siz kimi koruyorsunuz?
"Memur ama en lüks otellerde kalıyor"
*Mahkeme başkanı Gencer’e hesabında 85 bin TL bir para olduğunu ve bu paranın kaynağını sordu. Sanık, emniyette ‘babamın altınlarının parasıydı’ diyor, duruşmada ise; kredi çektiğini söylüyor. Siz de daha önce hesabında ciddi bir para akışı olduğundan, lüks harcamalar yaptığından söz etmiştiniz. Ne tür harcamalardan söz ediyorsunuz?
Sanık, Kemal Paşa Devlet Hastanesinde çalıştığı var sayılan bir devlet memuru, aldığı maaş belli, 4 bin- 4 bin 500 civarında. Bu maaşla Hilton, Ege Palas, Balçova Termal ve daha sayamayacağım İzmir’in en lüks otellerinde kalması mümkün değil.
Memur maaşı ile bu lüks otellerde 3 bin TL gibi bir para karşılığında yabancı uyruklu kadınlarla kalacaksınız, sürekli taksi ile ulaşım sağlayacaksınız, bütün bunlar imkansız.
Gazi Emir’de oturuyor işyeri Kemal Paşa’da, işe taksiyle gidip geliyor. Geçici görevlendirmeyle Karaburun’a gidiyor, buraya giderken de taksi kullanıyor.
Bunları söylüyorum, çünkü mesafe olarak oldukça uzak yerler. Bu harcamaları kendi maaşıyla yapıyor olmasının imkanı yok. Ayrıca Nisan 2021’den itibaren de işe gitmiyor.
Babası emekli, babasının emekli maaşının ne kadar olduğunu tahmin edebiliyoruz. Liseye giden bir kız kardeşi var, öğrenci okutuyorlar.
Kardeşinin ihtiyaçlarını, evin ihtiyaçlarını düşündüğünüzde, babanın emekli maaşı bunlara dahi yetmeyecek pozisyonda. Durum böyleyken, üç ay boyunca işe gitmeyen bir kişinin bu parayı nereden temin ettiğinin araştırılması gerekiyor.
Dosyada banka kayıtları var ve bunlar sadece yansıyanlar. Ama elden para alıp almadığını, başka hesaplar üzerinden kendisine para gelip gelmediğini bilmiyoruz.
Yani ortada o lüks yaşam tarzına karşılık gelebilecek bir kazanç yok. Soruşturma aşamasında bunun araştırılmasını istedik, ancak kolluk ve savcılık bu konuda çok gayri ciddi çalıştı. Bankalardan kayıtlar istendi, bir kısmı geldi, bir kısmı da gelmedi ve o süreçte iddianame hazırlandı.
Ayrıca kolluk harcamalarıyla kazancının denk geldiğini söylüyor. Bu kanıya hangi araştırmanın sonucunda vardığını biz anlamadık. Araştırma tutanağına bir cümle ile geçmiş, “kazancı ile harcamaları uygundur” denilmiş. O tutanağın altında imzası olan kolluğun duruşmaya gelerek uygunluk kriterini açıklamasını bekliyoruz.
Sanık kendisi de hesabında paraların olduğunu söylüyor ama bunları kendisi dahi doğru dürüst anlatmadı, anlatamadı. Bunun dışında babanın hesabına geçmiş, babaya havale ettiği paralar da var. Bunların kaynağını açıklaması gerekiyor. Mahkemenin de bu noktalar üzerinde durması gerekiyor.
TIKLAYIN-Deniz Poyraz Davası | Buldan: Tetiği çek emrini verenler açığa çıkarılmadı
"Polis müdahale etseydi Deniz yaşıyor olacaktı"
*İlk duruşmada emniyetin ve MİT’in saldırıdaki sorumluğundan söz ettiniz ve güvenlik açığı olduğunu söylediniz, açar mısınız?
HDP İzmir İl Binası Çankaya’da ve terörle mücadele şubesine bir dakikalık mesafede. İl binasının penceresinden terörle mücadele şubesinin binasını görürsünüz, fiziki olarak çok yakın. İl binası önünde istihbarat, terörle mücadele ve güvenlik şubeden sayısız görevli bulunur.
İkinci olarak Konak, Çankaya’ya çok yakın, İzmir Valiliği ve İl Emniyet Müdürlüğü de burada. Araçla iki ya da üç dakikalık bir mesafeden söz ediyoruz.
Bunların yanı sıra HDP İzmir İl Binası 7 gün 24 saat polisin gözetiminde olan bir yer. Her gelen gidenin fotoğrafları çekilir, elektrik direklerine konumlandırılan kameralar HDP’yi görür ve sürekli kayıt altına alınır.
Katil aylarca gelip dış ve iç keşif yaptığını söylüyor. Polisin, bu kadar gözetim altında tuttuğu, gelip gidenleri sürekli denetlediği bir yerde bu kadar belirgin bir tipin kolluğun dikkatini çekmemesi mümkün değil. Polis bu kişiyi araştırdı. Elde ettiği veriler neyse bu konuda HDP’yi uyarmadı. Yani hem MİT’in hem de il emniyet müdürlüğünün saldırının önlenmesi konusunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediği çok açık.
Olayın yaşandığı gün de orada ekipler var. Ekiplerin olduğunu dosyaya yansıyan telsiz konuşmalarından da anlıyoruz. Olay tutanağında olay yerinde hangi ekiplerin olduğu ekip numaralarıyla biliniyor. Ama sicil numaraları yok, biz soruşturma aşamasında sicil numaralarının getirilmesini, hatta tanıklarla teşhis işlemi gerçekleştirilmesini talep ettik. Ama savcılık ve kolluk bu konuda hiçbir işlem yapmadı.
Ayrıca telsiz konuşmalarında öncelikle kendi güvenliklerini almaları gerektiği söyleniyor ve saldırının nerede olduğuna dair kodlama yapılıyor. HDP’nin bir kodlaması var, farklı kelimelerle baş harflerinden HDP’den söz edildiği anlaşılıyor. Yani saldırının ilk dakikasından itibaren nerede olduğunu biliyorlar. Özel ekiplerin dakikalar içinde oraya gelmesi gerekirdi, ama gelmiyorlar.
Saldırganın binaya girmesinden çok kısa süre sonra İzmir İl Eşbaşkanı Abdülkadir Baydur, iş merkezinin önüne geliyor, kapı önündeki polisler HDP’de olay olduğunu ve içeri giremeyeceğini söylüyorlar. O sırada içeriden silah sesleri geliyor. Ama 40 dakika boyunca polisler bir merdiven dahi adım atmıyorlar. İş merkezinin kapısının önünde konumlanmayı tercih ediyorlar. İl eşbaşkanı ‘niye girmiyorsunuz’ dediğinde ise; ‘yeleklerimiz yok’ diyorlar. Kapının önü terörle mücadele ekibinden polislerle dolu, ama kimse içeri girmiyor. Kolluk, saldırgan sekiz kat dolaşıp, giriş kapısına geldiğinde gözaltı yapıyor.
Ayrıca polis müdahale edecek olsaydı, bu kişi polislere hiçbir şey yapmayacaktı. Bizim için kritik nokta da bu. Çünkü bu kişi HDP ve HDP’lilere zarar vermeyi hedeflemiş. Eğer polis olayın hemen ardından içeri girmiş olsaydı, Deniz belki bugün yaşıyor olurdu. Yani kolluğun ve MİT’in bu olayda birinci dereceden sorumluluğu var.
Diğer taraftan saldırgan kendi ifadesinde de belirtiyor, ölmeyi de yakalanmayı da göze almış. Çantasına yedek kıyafetler koymuş, yani kaçmayı kafasından geçirmemiş.
TIKLAYIN-Kürkçü: Saldırganın 'yalnız kurt' olduğuna inanmak mümkün değil
"Savcı siyasi boyutunu yansıtmıyor"
*Son olarak saldırının örgütlü olduğunu, saldırganın farklı ilişkiler içinde olduğunu, savcılığın olayın bu yanını irdelemediğini, delilleri kararttığını söylediniz. Karartılan ve üstü örtülen noktalar neler?
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, olay olduğu tarih itibariyle hem müracaat savcısını hem de örgütlü suçlara bakan savcılığı birlikte yetkilendirdi. İki savcı aynı anda olay yerindeydi. Olayın organize boyutu, örgüt boyutu da araştırılmak zorundaydı. Ancak savcılığın kolluğa ilk talimatı, ‘kişiyi 24 saat ile sınırlı gözaltına alın’ oldu. Son talimatı ise, ‘örgütsel bağlarını araştırın’ oluyor. Fakat 24 saat içinde bir katilin bağlarını araştırmanız mümkün değil. Kaos ortamı yaratacak bir eylem gerçekleştiriliyor ve 24 saat gözaltı süresi veriyorsunuz bu 'olayı araştırmayacağım’ demek oluyor.
Olayın ertesi sabahı müracaat savcısı dosyadan çektirildi. Özel yetkileri olan terör suçlarına bakan savcının, olayın arka planına yönelik araştırma yapmasını bekledik ama gördük ki, bu savcılığa olayın devredilmesinin asıl sebebi, delillerin karartılması, delillerin yüzeysel toplanması ve olayın sadece sanıkla sınırlı kalmasını sağlamakmış.
Siyasi boyutu savcı tarafından iddianameye yansıtılmıyor. Dosyada hiç delil toplanmadı. Bu nedenle siyasi ayağını veya o örgütlü yapıyı deşifre etme durumumuz olmadı. Kolluk HTS kayıtlarını analiz etmemiş. Bir gün önce görüştüğü kişileri ve bunlarla ilişkisinin ne olduğu konusunda dahi araştırma yapmamış. Bir gün önce mesajlaştığı kişileri gözaltına alıp onlardan delil elde etmesi mümkün ama bunu yapmıyor.
Bunlar yapılmadığı gibi sanık gözaltındayken sosyal medya hesabından hala paylaşım yapıyor. Telefonu polisin elinde olması gerekirken, kendisine destek verenlerin sosyal medya paylaşımlarını beğeniyor. Ayrıca belli bir saatten sonra telefonunu yönlendirdiğini biliyoruz. Telefonunu yönlendirdiği kişiyi dahi biz tespit ediyoruz ama tespit ettiğimiz bu kişiye dair araştırmayı kolluğun yapması gerekiyor. Fakat kolluk bu somut bağlantıyı bile araştırma gereği duymuyor.
Suriye Minbiç’e gidiyor. Resmi kayıtlar bir ay diyor ama orada ne kadar kaldığına dair net bir bilgimiz yok. Daha önce gidip gitmediğini de bilmiyoruz. Bu kişi orada nerede kaldı, hangi ilişkiler içine girdi.
Biz ilişkide olduğu kişilerin asker olduğunu tahmin ediyoruz. Bu kişilerle döndükten sonra da bağları var. Mesela olaydan hemen sonra kendisini arayan kişiler var.
Ayrıca SADAT, NASKO, başka cihadist ilişkileri, devlet içindeki çetelerle bağı, savcı ve kolluk tarafından araştırılmıyor. Bunları biz açığa çıkarmaya çalışıyoruz. Ayak izlerini takip ettiğimizde o ayak izleri bizi bu ilişkilere götürüyor. Bu ilişkileri ortaya çıkarma görevi de mahkemenin. Bu yapılmaz ise; bu cinayetin tek sorumlusu devlet olacak, sanık sadece tetikçi olarak anılacak. (RT)