Bugün burada 191 ulus-devletiz. Geçmişte 125'imiz, esas olarak yerkürenin yüzde ikisine sahip olan birkaç gücün baskısı altında yaşadı. Sömürgecilik döneminin sona ermesi, siyasi alanda, halkların kendi kaderlerini tayin edebilme hakkının onaylanmasıydı.
Bu toplantı, ulusların bağımsızlığı üzerine kurulmuş olan bir uluslar arası düzenin en yetkin yansımasıdır. Fakat, siyasi dönüşüm ekonomik ve sosyal alanlara geçirilemedi ve tarih bu geçişin birden bire gerçekleşmeyeceğini gösteriyor.
1820'de dünyadaki en zengin ulusta kişi başına düşen gelir en fakirdekinin beş katıydı. Bu gün bu fark 80'ne bire ulaşmış durumda.
Eski sömürgeler uluslar arası ekonomik sistemin gedikli borçluları haline geldi. Sömürgeciliğin ardından, sermaye yoğunlaşması, bilgi ve teknoloji ile desteklenen korumacı duvarlar ve dengeli bir ticaretin önündeki diğer engeller geldi.
Güçlü, her yere uzanan görünmez bir çark sistemi uzaktan idare ediyor. Bu çark çoğu zaman demokratik tercihleri etkiliyor, ülkelerin bağımsızlığını kurutuyor ve kendisini seçilmiş hükümetlere dayatıyor.
Meşru milli kalkınma projelerinin durdurulmasını istiyor. Zengini zenginleştirmek için yoksulu sağmanın iğrenç mantığı hala hüküm sürüyor. Asimetrik bir küreselleşme geride bıraktığımız onyıllar boyunca yoksulluğu ve sosyal baskıyı derinleştirerek 21.yüzyılın gündemine soktu.
Bugün 54 ülkede kişi başına düşen gelir 10 öncesinde olduğundan daha az. 34 ülkede ortalama yaşam süresi beklentisi düştü. 14 ülkede daha fazla çocuk açlıktan ölmeyi bekliyor.
Sömürgeciliğin 20. yüzyılın sonlarına kadar sürdüğü Afrika'da 200 milyon insan bütün dünyanın görmezden geldiği açlık, hastalık ve ilgisizlikle boğuşuyor.
En basit hijyen gereksiniminin yokluğu son 10 yılda II.Dünya Savaşı'ndan beri yapılan tüm silahlı çatışmalarda olduğundan fazla çocuğun ölmesine neden oldu.
Barbarlığa karşı Hümanizm
Acımasızlıktan sevgi çıkamaz. Barış yoksulluk ve açlığın üzerinde yükselemez. Bütün dünyaya yayılan nefret ve duygusuzluk, kimi insanlar için kesin olan bir umutsuzluktan besleniyor.
Sadece bu yıl bin 700'den fazla insan terörist saldırılar sonucunda yaşamını yitirdi; Madrid'de, Bağdat'ta, Cakarta'da...
Bu trajediler listesine daha birçokları eklenebilir: Hindistan, Ortadoğu, ABD ve en son olarak çocukların vahşice katledildiği Beslan...
İnsanlık barış için yürüttüğü mücadeleyi kaybediyor. Barbarlığa ancak Hümanizmin akıl ve açıklıkla uygulanan değerleri karşı koyabilir.
Bu durum dünya halklarına ve liderlere yeni kolektif ve bireysel sorumluluklar yüklüyor. Eğer hedefimiz barışı sağlamaksa, bunu inşa etmek bizim görevimiz. Eğer şiddeti durdurmak istiyorsak, onun duyulan nefretle aynı olan köklerine inmeliyiz.
Sürdürülebilir bir barışın yolu yeni bir siyasi, ekonomik ve sosyal düzen kurmaktan geçiyor; bütün ülkelere ekonomik ve sosyal kalkınmaları için olanaklar sunan bir düzenden.
Dolayısıyla, küresel kalkınma modelinde bir reform yapmak, çok yünlülük ve insan hakları üzerine kurulu, demokratik, uluslararası kurumlar oluşturmak gerekiyor.
Sürdürülebilir, eşitlikçi kalkınma modelleri
Dışlanmışların gözlerinden yansıyan ezilmişlik vicdanımızı ondan daha az dramatik olmayan sosyal eşitsizlik istatistiklerinden daha fazla titretmeli. Onların bakışları bize umut dolu bir gelecek yaratma çağrısı yapıyor.
Artık kaderlerimiz kesişir olduğuna göre her çatışma küresel sonuçlar yaratıyor. Gökyüzü bize demir parmaklıklar ardından gösterildiği için kafeste olmayı özgürlük sanmayalım. Küresel ekonomik ve sosyal problemleri çözebilmek için gerekli bilimsel beceri ve üretim kapasitesine sahibiz.
Bugün artık etik kurallara uygun ve çevresel açıdan sürdürülebilir kalkınma modelleri yaratabiliriz. Doğa bir dokunulmayacak kutsal heykeller müzesi değil fakat bu, insanlık tarafından servet uğruna sömürülebileceği anlamına da gelmiyor.
Nesiller yalnızca yaptıklarıyla değil yapamadıklarıyla da anılırlar. Kaynaklarımız başarabildiklerimizden çok daha büyükse bizden sonra geleceklere yapacak bunca şey varken bu kadar azını başarabildiğimizi nasıl açıklarız?
Duyarsız bir medeniyet, ruhu olmayan bir vücut gibi eriyip gitmeye mahkumdur. "New Deal" zamanlarının lideri Franklin Roosvelt'in yüreklendirmeleri bugün de geçerli. Bugün ihtiyacımız olan "cesaretle, inatla yeni denemeler yapmak".
"Korkmamız gereken tek şey korkunu kendisi". Böylesi bir cesaret içgüdüsel değil siyasi atılganlıktan çıkar. Sorumsuz bir isteriklikten değil ama reform yapabilme kabiliyetinden...
Medeniyetleri barbarlıktan ayıran şey, barışçıl değişimi savunan ve sosyal ve ekonomik hayatı demokratik konsensüs ile ilerleten bir siyasi yapıdır.
Uluslararası finans akışını değiştirmek
Eğer açlık ve yoksulluğa karşı mücadeleyi kaybedersek bizi başka ne bir araya getirebilir ki?
Adil ve sürdürülebilir kalkınmanın geri gelmesi için uluslararası organizmalardan gelen finansal akımların ciddi bir biçimde kaydırılması gerektiğini söylemenin zamanı geldi.
Bu organizmalar çözüm üretmek için kuruldular fakat hiçbir esneme payı bırakmayarak bazen kendileri problemin bir parçası oluyorlar.
Mesele onların odak noktasını, kuruluş amaçlarına, kalkınmaya yönlendirmek. Uluslararası Para Fonu, özellikle altyapı, barınma ve hijyen gibi alanlarda üretici yatırımların yapılabilmesini garanti altına alabilmeli ve gerekli finansal kapasiteye sahip olmalı; aynı zamanda fakir ülkelerin geri ödeyebilme kapasitelerini de arttırmalı.
Brezilya'nın dış politikası, dünya barışının ve adaletinin yaratılması için diğer ülkelerle her alanda işbirliği yapmayı öngörüyor. Dün tarihi bir toplantıda açlık ve yoksulluğa karşı mücadeleye yeni bir ivme kazandırmak için 60'dan fazla dünya lideri buluştu.
Bu sürecin dünyada yoksulluğa karşı mücadelenin seviyesini arttıracağına inanıyorum. Bu yeni ittifakla ilerledikçe Milenyum Kalkınma Hedeflerini ve özellikle de açlığın önlenmesini gerçekleştirmek için daha iyi araçlara sahip olacağız. Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika'nın geçen yıl kurduğu Yoksulluk ve Açlığın Yokedilmesi İçin IBSA Fonu da aynı amaçla kurulmuştu.
İlk projemiz Gine'de yapılacak. HIV/AIDS ve onun yoksulluk ve açlıkla olan ilişkisi de bir öncelik. Bizim HIV/AIDS'e karşı diğer kalkınmakta olan ülkelerle yürüttüğümüz Uluslararası İşbirliği Programımız şu an altı ülkede çalışıyor ve kısa zaman sonra üç ülkede daha uygulamaya girecek.
Teröre karşı yoksullukla mücadele
Uluslararası istikrarı tehdit eden ciddi güvenlik problemlerinin farkındayım. Ortadoğu'daki kritik durumun iyileşmesi için hiçbir çözüm perspektifi yok.
Orada ve diğer uluslar arası çatışmalarda uluslar arası topluluk, devletler ya da başka gruplar tarafından uygulansın demokratik diyalogun oluşmasını engelleyen şiddete karşı çıkmalıdır. Filistinliler hakları olan kendi kaderlerini belirleme olanağından hala yoksunlar.
Güvensizliğin çok karmaşık sebepleri var. Terörizme karşı sürdürülecek mücadele sadece askeri alanda yürütülemez. Dayanışma ve kesinliğe sahip yeni stratejiler oluşturuken uluslar arası hukuka da saygı göstermeliyiz.
Bu bağlamda, Brezilya ve diğer Latin Amerika ülkeleri BM'nin çağrısına uyarak Haiti'deki istikrarı sağlama çabalarına destek verdi.
Eşitlikçi kalkınmanın uygulamaya konması Haiti'de asırlardır süren istikrarsızlığın önlenmesi için vazgeçilmezdir.
Güney Amerika Birliği
Bölgemizde, derin sosyal ekonomik problemlere rağmen bir barış ortamı sürüyor. Kıtamız, sivil toplumun canlandığı bir demokratik çıkış sürecini yaşıyor. Kalkınma ve sosyal adaletin kararlılıkla ve diyaloga açık olarak aranması gerektiğini öğrendik.
İstikrarsızlığa, kurumsallığa saygı göstererek karşı koyduk. Brezilya, ne zaman talep edildiyse, anayasal bütünlüklerini tehdit eden krizlerle karşılaşan dost ülkelerin yardımına koşmuştur.
Komşularımızın içişlerine karışmayız fakat onları etkileyen olaylara karşı da duyarsız kalamayız. Brezilya, MERCOSUL'un güçlendirilmesi ile elde edilecek siyasi açıdan istikrarlı, esenlikli ve birleşmiş bir Güney Amerika oluşmasını ve Arjantin ile stratejik ilişkilerin güçlendirilmesini benimsiyor.
Yapısal, ekonomik, ticari, sosyal ve kültürel entegrasyon sayesinde bir Güney Amerika ülkeleri topluluğu kurulması uzak bir hayal olmaktan çıktı.
Brezilya, adil ve eşitlikçi anlaşmalara varabilmek için çok yönlü müzakerelere girmeyi sürdürüyor. Dünya Ticaret Örgütü'nün son toplantısında kalkınmakta olan ülkelerin önünde duran büyük engellerin ve kısıtlamaların kalkması için bir adım attık.
Afrika, Asya ve Latin Amerika'dan ülkelerin katkısı sayesinde G-20 ülkeleri ticari liberalizasyonun sosyal adaletle birleşmesi ve Doha Görüşmelerinin doğru yönde gitmesini sağladılar. Doha Görüşmeleri başarıya ulaşması halinde 500 milyon insanı yoksulluktan kurtarabilir. Uzun zamandır ayrı kalmış Güney'in Kalkınmış ülkelerle bağları koparmadan yeni bir dünya ekonomik ve ticari yapısı ortaya çıkarmaları büyük önem taşıyor.
Çevre
Brezilya Uluslararsı İklim Değişim Rejimi'nin başarısı için çalışmaya kararlı. Yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde çalışıyoruz. Bu yüzden Kyoto Protokolü'nün uygulamaya geçmesi için çalışmaya devam edeceğiz. Güney Amerika dünya biyo çeşitliliğinin yüzde 50'sini barındırıyor.
Biyo korsanlıkla mücadeleyi ve aynı zamanda genetik ve geleneksel gelişmelerin paylaşılabilmesi için uluslar arası bir rejim kurulmasını savunuyoruz.
Sadece çok yönlülük üzerine kurulmuş bir uluslar arası düzen barışın kurulmasını ve ulusların sürdürülebilir bir biçimde kalkınmasını sağlayabilir. Bu düzen farklı dünya kültürlerini ve bakışları arasında yapıcı bir diyalog kurulması ile mümkündür.
Ortak hedeflere ulaşabilmek için Birleşmiş Milletler'den daha iyi bir organ olamaz. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenlik alanında atılacak her adım için yetkili tek kaynaktır fakat yapısı da, II.Dünya Savaşı sonrasının değil günümüzün gerçeklerini yansıtmalıdır.
Şu anki yapıyı değiştirmeden sadece yeni elbiseler içine sokmayı sağlayacak reform önerileri Konsey üyelerinin sayısını arttırmayacaktır.
Reform sürecinin zorlukları, aciliyetini unutmamıza yol açmamalı.
Daha demokratik ve adil bir düzen kurulana kadar dünyada güvenlik ya da istikrar olmayacak.
Ülkeler topluluğu bu soruna açık ve acil bir cevap vermelidir. (EÜ)
* Bu yazı Birleşmiş Milletler'in web sitesinden Türkçeleştirildi.