Londra Konferansı
"Yunanistan'da ve Kıbrıs'ta artan hareketlenmeler, EOKA'nın 1 Nisan 1955'te ilk sabotaj eylemlerini başlatarak hedefine özellikle İngiliz görevlileri almasıyla süren şiddet, aslında Türkiye'yi meseleye resmen taraf yapan sürecin d tetikleyicisi olmuştur.
"İngiltere meselenin halline yönelik olarak Yunanistan ve Türkiye'nin de katılımıyla, üçlü müzakere sürecini başlatma talebini ve davetini 20 Haziran 1955'te duyurduktan sonra, taraflar 29 Ağustos 1955'te başlayan Londra Konferansı'nda bir araya gelmişlerdir. "
Londra Konferansı, 7 Eylül'e kadar devam etmiş ve Hasgüler'den aktarımla, Akis dergisinin de belirttiği üzere bir netice alınamamıştır.
Bu "7 Eylül" ile "6-7 Eylül olayları" aynı yıldadır: 1955. Ve görüldüğü üzere aynı günde...
Hasgüler'den Kim ve Akis
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Mehmet Hasgüler, Nobel Yayın Dağıtım'ın yayınladığı "Kimin Adası? Kıbrıs'ın Akisi" kitabında 1954-1968 yılları arasında Türk yazılı medyasında, Kıbrıs'ın tartışılma biçimi ve içeriği bakımından özel bir yeri olan dönemin Demokrat Parti iktidarına karşı muhalif yayınlarıyla tanınan Akis ve Kim dergilerini kronolojik bir yaklaşım ve yazar merkezli bir taramayla inceliyor.
314 sayfalık çalışma Prof. Dr. Haluk Şahin ve Prof. Dr. Bakır Çağlar'ın önsözleriyle başlıyor, Hasgüler'in giriş bölümüyle konuya giriyor.
6-7 Eylül Olayları
"14 yıllık döneme bakış: 1954-1958", "Tarihe tanıklık eden sayfalar: Akis ve Kim dergileri gözüyle Kıbrıs", "Seçilmiş yazılar: Kıbrıs-1964-1968" bölümlerinden oluşan kitabın 53-54-55 ve 56. sayfalarındaki 6-7 Eylül Olayları bölümünü, Akis kaynaklı olarak aktarıyoruz.
"Kıbrıs Türktür. Kıbrıs Türktür de Falih Rıfkı Atay Türk değil midir? Hüseyin Cahid Türk değil midir? Muhlis Sırmalı ve CHP'nin (Cumhuriyet Halk Partisi) İstanbul il idare kurulu azalan Suphi Batur ve CMP'nin (Cumhuriyetçi Millet Partisi) İstanbul İl İdare kurulu azaları Türk değil midir?
"Ya şu tuttuğunuz mecmuayı moskoflar mı çıkarıyor? Ama hayır! Türkiye Cumhuriyeti 'nin başbakanı başka mevzuda görüşmek üzere değil, Kıbrıs hakkında demeçte bulunmak için bir basın toplantısı tertipler ve kendisini iç meselelerde tenkid edenleri çağırmaya lüzum görmez. Bir basın toplantısı bu! Bir vazife toplantısı...
"Hususi yemek, hususi parti, hususi hasbıhal değil... Üstelik ele alınan mevzu ne Demokrat Parti'nin, ne Adnan Menderes'in davasıdır; Türk milletinin davasıdır. Türk milleti tarafından topyekün müdafaasında zaruret vardır. Bu uğurda kuvvetin katresi ziyan edilmemeli, en ufak parçasından memleket mahrum bırakılmamalıdır.
"Evet, ama hayır! Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Liman Lokantası'na muhalif olmayan gazetecilerle Demokrat Parti'nin İstanbul teşkilatı ileri gelenlerini davet etmiştir. Ne muhalifler, ne yabancı basın... Sadece dostlar, sadece ahbaplar...
"Bundan güzel bir hakaret olduğu iddia edilebilir mi? Varsın dostlar, ahbaplar bu münasebetle tertiplenen kokteyllere, ziyafetlere şeref versinler. Varsın dostlarla, ahbaplarla içkiler içilsin, yemek yensin. Bunlarda hiç kimsenin gözü yoktur.
"Meseleyi o taraftan ele almak küçüklüklerin en büyüğüdür. Ama başbakana, bir basın toplantısı tertiplediği zaman sadece kendisini tenkid etmeyenleri değil, tenkid edenleri de çağırmasının vazifesi olduğunu söylemekten bıkıp usanmayınız.
Hele mevzu, Kıbrıs olursa... O zaman vazife, aynı zamanda vatanseverliğin de icabı haline gelir." (Akis,3 Eylül, 1955, s.4)
Bu kutucuğun taşıdığı anlam, dönemin DP genel tavrını, muhalefete karşı tahammülsüzlüğünü bir kez daha gözler önüne sermekle birlikte, taşıdığı bir başka anlam sonraları ortaya çıkacaktır.
Konferansta sürüp giden anlaşmazlık ortamı, Türkiye'den, gelen bir haberle görüşmelerin kesilmesiyle sona ermiştir. Londra Konferansı öncesinden kamuoyunun doldurulmaya başlanması ve özellikle bir kısım basının Kıbrıs meselesi üzerinde bir başka durması neticesinde artan tansiyon, 6 Eylül'de Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba konduğu haberinin yayınlanmasıyla zirveye çıkmış, hareketlenmeye hazır kamuoyu Kıbrıs Türktür Derneği'nin düzenlediği bir miting sonrasında İstanbul'da ve yine aynı gün İzmir'de Rum vatandaşların mallarına yönelik saldırılara dönüşen bir harekete girişmiş, olaylar sıkıyönetim ilan edilerek bastırılmıştır.
Verilen büyük maddi zararın yanı sıra, bu olayların Türkiye hakkında çizdiği imajın verdiği zarar daha büyük olmuştur.
Akis olayları şöyle anlatmaktadır:
"Hemen aynı esnada İstanbul'un bütün semtlerinde vaziyet aynıydı. Şuursuz bir kalabalık önüne ne çıkarsa eziyor, sahipleri Rum diye bilinen ne kadar dükkan varsa aynı akıbete uğruyordu.
Köşedeki, kıyıdaki bakkal dükkanları, sütçüler, ayakkabı tamircileri dahi talandan kurtulamadı. İnsanlara ne olmuştu, anlamak kabil değildi. Kimse bir tek çöpe elini sürmüyordu, fakat derin bir kinle her şeyi yıkıyor, paralıyordu. Sanki bir sadizim dalgası şehri bir ucundan ötekine sarmıştı.
"Hadise, ikinci tab'ı yapan İstanbul ekspress gazetesinin muazzam puntolu harflerle Atatürk'ün Selanik'teki evine yapılan suikastı haber vermesiyle başlamıştı. Havadis derhal yayıldı, havanın kararmaya başladığı saatlerde yer yer gruplar ortaya çıktı.
"Bunlar en ziyade taksimde toplanıyorlardı. Eğer polis ve zabıta kuvvetleri o sırada müdahale etseydiler her şey önlenebilirdi. Fakat işin başında inanılmaz bir müsamaha gösterildi. İhtimal ki sadece bir miting yapılacağı sanılıyor, bundan zarar geleceği kestirilmiyordu.
"Halbuki kalabalık daha taksimdeyken asker ve itfaiye, sonradan aldıkları zecri tedbirleri alsalardı felaket gelip çalmayacaktı. Ancak atılan kartopu birkaç saat içinde çığ haline aldı. Artık kütleleri durdurmaya imkan yoktu. Askere ateş etmesi emri verilmişti, fakat ateş edilmedi. Askeri kamyonlar, tanklar ancak sabaha karşı köşe başlarım tutmuşlardı.
"Ortada bir tahrikin bulunduğundan zerrece şüphe yoktu. Atatürk'ün evine yapılan suikast bütün yurtta tarif edilmez bir infial ve hiddet uyandırmıştı. Hava haftalardan beri zaten gergindi, insanlar sinirliydi.
Fakat bu hisler bir anda kötü yollara sürüklendi; milli bir gösteri halini alması gereken nümayiş bir vandalizm halini aldı. Kütleleri o yola itenler hakkında hükümetin en sert tedbirleri ittihaz etmesini istemek herkesin hakkıdır. Zira nümayiş az zamanda bir komünist nümayişi haline gelmişti.
Birkaç saat içinde on binlerce sopanın, demirin yerden biter gibi çıkmasındaki gayri tabiliğin de gözden kaçmasına imkan yoktu. Sokaklarda bir takım kimselerin "on binlerce lira kazanıyor, iki paralık malı iki liraya satıyorlar" diye kulaklara fısıldadığı duyuluyordu.
"En asil hisler, bir anda en adi şekle sokulmak istenmiş ve bunda kısmen muaffak olunmuştu. Hatta Selanik'teki bombayı atan elin - bomba konsolosluğumuzun ve Atatürk'ün-evinin camlarının kırılmasına sebebiyet vermiştir- bu niyetle o hareketi yaptığından şüphe edilemezdi. (Akis, 10 Eylül, 1955, s.8)
6-7 Eylül Mecliste
Yukarıda aldığımız kutucuğun içeriği, işte bu bilgilerle birleştirildiği zaman anlam kazanmaktadır. Bu anlam ise, ancak bugün bizim tarihe bakabildiğimiz noktadan keşfedilebilmektedir; Akis'in olaylardaki saptamalarının doğruluğu şüphesizken, yapılan yorumların yanlış izlenimi uyandırmasının nedeni budur.
Çünkü bu olayların gerçekleşmesinde ortaya çıkarılan devlet eli, resmi ağızlardan itiraf edilmiş, Akis'in başından beri tenkitlerinde belirttiği DP'nin Londra Konferansı'ndaki hazırlıksızlık ve plansızlık hatasının örtülebilmesinin yolu olarak, bu olayların tertiplenmesi seçilmiştir.
17 Eylül 1955'te Meclisteki 6-7 Eylül görüşmelerine ilişkin 6 sayfa yazı verilmiştir. Yazının tamamı konu hakkındaki meclis görüşmelerine ayrılmış, sırayla taraftarın konuşmaları aktarılmış, İnönü'nün konuşması ise tam metin olarak verilmiştir.(Akis, 10 Eylül 1955, s. 16-18)
24 Aralık 1955'te ise 6-7 Eylül olaylarına ilişkin yazılanlar, DP'nin çelişkili tutumuyla sergilenen suçluluk yansımaları hakkında bilgi vermektedir. Yaptığı bu işi örtbas etme girişiminde verdiği açıklar, doğal olarak bugün hemen göze çarpmaktadır.
Aşağıda görüleceği üzere daha önce 'gizli komünist teşekkül' bulunmayan bir devlet söylemiyle Batı'da prestij arayışında olan bir devlette birden bu teşekküllerin nasıl ortaya çıktığı konusundaki suskunluk ve ezilmişlik sözkonusudur.
Dahası bu olaylar neticesinde hakkında haber verilmesi sansüre uğrayan Kıbrıs meselesi, dönemecin eşiğindedir ve kimse gerçekleri öğrenememektedir. DP hükümeti, iç politika açısından bir suç işlemiştir; işlemek gayesinde olunan bir suç. 24 Aralık'ta Akis'in yazdıktan şunlardır:
"6/7 Eylül hadiselerinden bu yana memleketimizin en büyük basın merkezlerinde Örfî idarenin ilan edilmesi Türk umumi efkarının Kıbrıs meselesinin yeni gelişmelerinden habersiz kalması neticesini vermiştir.
"Halbuki kıyılarımızın iki adım ötesindeki bu ada hakkında İngilizler çok mühim kararların arefesindedirler. Bundan başka İstanbul hadiselerinin dünyadaki akisleri de hükümetimizin göstermek istediğinden bambaşkadır ve milletimiz tarafından mutlaka bilinmesi lazımdır.
"6/7 Eylül hadiselerinin hemen akabinde Türk hükümeti bunların mesuliyetini 'gizli komünist teşekküller'e yüklerken Paris'te NATO Konseyi acele içtimaa çağrılıyor ve mesele orada görüşülüyordu. Yunanlılar dünya umumi efkarı önündeki ilk hücumlarını Paris'te yaptılar.
"Türk Hükümeti daima Türkiye'de 'gizli komünist teşekkül' bulunmadığı tezini savunmuş ve NATO'daki müttefiklerine öyle övünmüş, memleketine yardım yapılması gerektiğini o yoldan savunmuştu. Şimdi, hükümet kuvvetlerine rağmen koca bir şehri yakıp yıkan kızıllar nereden çıkmıştı?
"Yunan delegesinin bu sualine karşı Türk delegesi Mehmet Ali Tiney özür dilemekle mukabele etti. Yunanlılar NATO içinde Türkiye'yle işbirliğini devam ettirmek için bazı şartlar koşuyorlardı. Manevi ve maddi tazminat istiyorlardı.
"Eylül ayının hemen ortalarında Yunanistan Selanik'te patlayan bomba hikayesine dair tahkikat açtı ve ilk neticeyi kısa zamanda ilan etti: Başkonsolosluğun bahçesinde patlayan ve Atatürk'ün evine hiçbir zarar vermeyen bombayı koyan, konsolosluğun kavasıydı. Kavas derhal nezaret altına alındı.
Hasan adındaki kavasla beraber Oktay Eğin isimli bir talebe de suçlu görülüyordu. Bu tertibe Türk Hükümeti daha o zaman itiraz etseydi çok iyi ederdi. Bu yapılmadıktan başka Başbakan Adnan Menderes'in teessür ve teessüfünü Atina Büyük Elçimiz Settar ilksel Yunan makamlarına resmen ulaştırdı.
Türkiye gerekli maddi ve manevi tazminatı verecekti. Aynı esnada bilhassa Amerikalılar NATO içinde işbirliğinin bozulmaması Türk ve Yunan Hükümetlerini uyuşmak için zorluyorlardı. Amerika Büyükelçimiz Haydar Görk ile Washington'da bir basın toplantısı yaptı ve zararın Rumlara ödeneceğini resmen vaadetti.
Mesele daha sonra Avrupa Konseyine de Yunanlılar tarafından getirildi ve orada kendilerine gariptir, demokrat milletvekilleri değil bilhassa 19'lardan Zeyyat Ebüziyya tarafından cevap verildi ve susturuldular." (Akis, 24 Aralık 1955, s.9) (BA)