Uzun zamandır Karadeniz Bölgesine ilişkin gözlemlerimi, Bölgeye giderek yazıyorum. Her gidişimde, bölgenin bir önceki yıla oranla kimliğini daha büyük ölçüde yitirdiğini; doğaya verilen geri dönüşsüz zararların artarak sürdüğünü; buna karşın, yoksulluğun daha da arttığını gözlemliyorum. Doğadan elde edilen rantın, doğal kaynakların asli sahibi olan halkın refah düzeyini arttırmadığı; sermaye gruplarının elinde toplandığı açıkça görülüyor.
Tarım ve hayvancılığın, uygulanan politikalarla bitme noktasına gelmesi; işsizliği ve yoksulluğu arttırarak, kırsal nüfusun kentlere akın etmesine yol açarken; şehir merkezlerinde artan nüfus yoğunluğu, büyük sorunları da beraberinde getiriyor. Konut sorunu yapılaşmayı tetikleyerek kentleri betonlaştırırken; kent merkezlerinde trafik yoğunluğu nedeniyle ulaşımda ciddi sorunlar yaşanıyor. Daha birkaç yıl önce 10 dakikada gidilen yerlere, 30-40 dakikada gidilebiliyor. Hastanelere ulaşımda ciddi sorunlar var.
Uygulanan sağlık politikaları, bölgenin ilçe hastanelerini körelterek, illerdeki hastanelerde ciddi yığılmalara neden olmuş.. Artvin, Rize, Giresun, Gümüşhane ve Bayburt’da yetersizlik nedeniyle herkes Trabzon KTÜ Tıp Fakültesine gitmek zorunda. Hastaneler tıklım tıklım. Sefalet diz boyu. Kanser vakalarında gözle görülür bir artış var. Genç ölümleri artmış. Bölge can çekişiyor!
Ülke ortalamasına göre her şey çok pahalı. Bunu Ankara’dan gidince hemen hissediyorsunuz.
Hayvancılık bitmiş, Trabzon’da inek kalmamış; dolayısıyla süt yok ama Türkiye’nin her yerinde Trabzon Tereyağı var! Oysa ben Sürmene’de gerçek tereyağı bulabilmek için epeyi uğraştım.
Tarım kalmamış, bu yüzden yerel mısır unu bulmayı başaramadım! Oysa çocukluğumuz, sahile kadar uzanan mısır tarlalarında geçti. Çocukken mısır püskülünden sigara yapardık. Annelerimiz doğum tarihlerimizi; ekin ayı, biçin ayı, kalandar diye hatırlarlardı. Ben mesela biçin ayında doğmuşum; yani mısırlar biçilirken.
Bölgede çok katlı yapılaşma ve HES yapımı ise bütün hızıyla sürüyor.
Karadeniz doğasında para getirecek ne varsa, vahşi bir saldırı ile karşı karşıya. Sadece Trabzon’da 100 ün üzerinde HES projesi var; çoğu faaliyette, bir kısmı da inşa ve proje aşamasında. Tüm Bölgede, HES’lerin yapım aşamasında ortaya çıkan hafriyatlar, dere yataklarının zeminini doldurmuş. Bu yüzden akış rejimleri değişmiş; normalin biraz üzerinde yağışlar, hemen sellere neden olabiliyor. İlçeler son yıllarda, tarihlerinde hiç yaşamadıkları kadar sel felaketi ile karşılaşıyor. Karadeniz Sahil Yolu’nun oluşturduğu set etkisiyle de su baskınları yaşanıyor. İlçe merkezleri balçık çamurla doluyor.
Manahoz Deresinde HES çalışması. Foto: Cemal Sancak
Manahoz Deresi eski görüntü. Foto: Cemal Sancak
HES’lerin olumsuz etkilerini her dere yatağında gözlemlemek mümkün. 37 km. uzunluğundaki Sürmene- Manahoz Deresi üzerinde faaliyette olan yedi adet HES var. Derenin debisi oldukça azalmış. Akifer ( gözenekleri tamamen su ile dolu ve kuyulara, kaynaklara yeterli miktarda su iletebilen ve kendisinden ekonomik olarak yararlanılabilen jeolojik formasyon) özelliğinde olan Manahoz deresi yatağında Sürmene’ye içme suyu sağlayan dört adet sondaj kuyusu var. Geçirgen özellikteki jeolojik yapı nedeniyle, Akiferin, HES’lerin suda yarattığı tahribattan etkilenmesi kaçınılmaz.
Oysa; İçme Suyu Temin Edilen Akifer ve Kaynakların Koruma Alanlarının Belirlenmesi Hakkındaki Tebliğe göre:
MADDE 4 – (1) İçme suyu olarak yeraltı suyu temin edilen kuyu, kaynak, kaptaj, tünel, galeri ve benzeri yapılar, 17/2/2005 tarihli ve 25730 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ve Yeraltı Sularının Kirlenmeye ve Bozulmaya Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik hükümleri gereğince korunur. (…) (5) İçme suyu temin edilen, akarsu yataklarının bulunduğu vadilerdeki akiferlerde, açılan kuyular için mutlak koruma alanı ilan edilir. Mutlak koruma alanı dışındaki faaliyetler için ilave tedbirler gerekli görülürse DSİ tarafından belirlenir. (Resmi Gazete Tarihi: 10.10.2012 Resmi Gazete Sayısı: 28437)
HES‘lerin olumsuz etkilediği diğer önemli sorunlardan biri de doğal balık popülasyonları ve yöredeki kültür balıkçılığı. Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi, Trabzon Merkez ve İlçeleri İç Su Ürünleri Tarımsal Üretici Birliği Başkanlığının yazısına yanıt olarak ayrıntılı bir rapor* yazmış ve HES’lerin kültür balıkçılığına zararlarını şöyle sıralamış:
- Suyun Debisi ve Hızı
- Suyun Sıcaklığı ve Oksijen İçeriği
- Suda Renk ve Koku Değişimi
- Askı Yük ve Bulanıklık
- Biyolojik ve Kimyasal Oksijen İhtiyacı
- Kimyasal Maddeler
Doç. Dr. Nadir Başçınar’ın, üstteki maddeleri ayrıntılandıran raporunun sonuç bölümünde:
“Akarsulardan su alınarak yapılan kültür balıkçılığının sürdürebilir olması, özellikle su kalitesinin bozulmamasına bağlıdır. Son yıllarda ulusal yazılı ve görsel basında yer aldığı gibi HES inşaatları öncesinde ve sonrasında birçok doğal balık popülasyonları ve alabalık işletmeleri yukarıda bahis konusu edilen nedenlerden dolayı sorun yaşamaya başlamıştır. Dolayısıyla kültür balıkçılarının sürdürebilir faaliyet göstermeleri mümkün gözükmemektedir” deniyor .
Nitekim, Bölgede HES faaliyeti olan birçok derede, artık kültür balıkçılığı yapılamamaktadır. Doğal balık popülasyonlarının ise, su debisi azalan derelerde devam etmesi olanaksızdır.
Bütün bu zararlar bilimsel olarak ortada iken, şimdi Bölgede akla ziyan başka bir iş yapılıyor. Araklı ve Sürmene İlçelerine içme suyu sağlamak üzere, Yılan Taşı denilen bölgeden çıkan doğal kaynak sularını iletecek boru hatları 2-3 yıllık bir çalışma ile döşenmiş durumda. İletim hatları yapılmış olmasına karşın su verilmiyor. Bunun nedeni ise, iletim hatlarına bağlanacak doğal kaynakların bir kolunun üzerine inşa edilen HES projesi. Projeye göre; HES’ten bırakılacak kuyruk suyu, içme suyunun sağlanacağı ana dereye bağlanacak. Gerçekten akla ziyan bir proje; önce HES’te kullan, sonra insanlara içir!
Oysa mevcut yasalarımıza göre bile su tahsis önceliği ;
1- İçme ve kullanma suyu
2- Tabii hayat için gerekli su
3- Sulama suyu
4- Enerji
5- Sanayi suyu, su ürünleri, maden, turizm, rekreasyon, ticaret olarak sıralanmaktadır.
Karadeniz’in doğasına ve doğal yaşamına verilen bunca zararın, halka en küçük bir getirisinin olmadığı anlaşılıyor. Aksine, yaratılan çevresel sorunlar, halkın ruh sağlığını da olumsuz etkilemiş. Gençlerin gelecekten beklentisi kalmamış; iltica projeleri tavan yapmış! Tek faydası, işsiz gençler kemençe çalmaya ve horon öğrenmeye başlamış! Hayra alamet midir yoksa!... (Şİ/HK)
* Raporu görüntülemek için tıklayın.