SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin, Operation 1325 iş birliğiyle kadınların sesini sosyal medyada yükseltmek amacıyla gerçekleştirdiği “Kadın SES’i” projesinin 4. Elçiler Buluşması gerçekleşti.
Proje, sosyal medyada daha çok kadının aktif olmasını sağlamak ve “Kadın SES’i”nin yükseltilmesi yoluyla karar mekanizmalarındaki kişiler üzerinde etkin olmayı, toplumsal cinsiyet, toplumsal barış ve sürdürülebilirlik, kadın yoksulluğunun azaltılması, kadına yönelik şiddet, kadının politikaya katılımı, iklim adaleti, medya özgürlüğü, kadın ve kız çocuğu mültecilerin sorunlarının giderilmesi gibi acil konulara ilişkin aksiyon alınması yönünde yaratıcı sosyal medya kampanyalarıyla farkındalık oluşturmayı amaçlıyor.
Kadın SES’i Elçilerinin her ay farklı bir konuyu tartışmak ve içerik önerileri geliştirmek için bir araya geldiği buluşmaların bu aykinde, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü Genel Direktörü Seren Selvin Korkmaz ve SES Derneği Başkanı Gülseren Onanç, Türkiye’de ve dünyada…. ve kadın liderliğinin potansiyelleri üzerine konuşma yaptı.
“Demokrasi erozyonu yaşanıyor”
Seren Selvin Korkmaz’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:
“Bir süredir Gramsci’nin, eskinin öldüğü, yeninin doğamadığı bir dünyadayız sözlerine atıf yapılıyor. Buna atıf yapılmasının sebebi de, bence hepimizin yeniyi arayışıyla ilişkili. Çünkü bugün bir tarafta, dünyada çok ciddi bir şekilde derinleşen eşitsizlikler meselesi var, bir tarafta da demokrasinin geriye gidişi söz konusu.
"Biz siyaset biliminde bu geriye gidiş hikâyesini üç uğrakta tanımlıyoruz. İlki bunun, iki dünya savaşı arasındaki totaliter uğraktı: Demokrasinin temsili olmaktan öteye, sadece bir kişinin, onların gerçek temsilci olduğu iddiasıyla, toplumu baskı altına alan, ideolojik temsil amaçlayan totaliter rejimlerin olduğunu gördük. İkinci Dünya Savaşı dönemine geldiğimizde, sonrasında otoriter ve çok daha diktatöryel uğraklar gördük, ve bu süreçle de bir taraftan kalkınma, komünizme karşı olmak ve milli birlik iddialarıyla kurumlar bir taraftan yeniden yaratılırken, bir taraftan da var olan kurumların aşılıp otoriter uğraklara uğradığını gördük. Bugünse çok daha farklı bir yerdeyiz.
“Bu iki akımdan farklı olarak, popülizmin hakim olduğu, popülizmin bütün üslubunun siyaseti alt üst ettiği, populist liderlerin egemen olduğu, kutuplaştırıcı bir düzenle karşı karşıyayız. Burada şu çok önemli: Popülist uğrakta demokratik kurumları, demokrasi dışı emelleri uğruna kullanan liderlerle karşı karşıyayız ve baş etmesi biraz daha zor bu liderlerle. Ama gittikçe artan popülist yönetimlerle mücadele yöntemleri de gelişiyor.
"Benim gördüğüm tabloda, dünyada popülist eğlimler, popülist liderler gittikçe artarken, örneğin 1993’te on üç milyon kişi popülist bir iktidarın yönetimindeyken bugün, 2018 itibarıyla 180 milyon kişi popülist iktidarlar tarafından yönetiliyor. Yani bir demokratik erozyon süreci var. Eskiden olduğu gibi, bir darbeyle veya çok keskin bir dönüşümle biz bu süreçleri yaşamıyoruz.
"Türkiye’de de deneyimlediğimiz gibi, temel hak ve özgürlüklerimiz, başımıza her gün gelen, yargı organının verdiği tavizler, toplumun verdiği tavizler, bize bir geri çekilme alanı yaşatıyor. Siyasal alan ve aynı zamanda hak ve özgürlüklerimiz daralıyor. Şiddetin de önünü açan bir cüratkarlıkla karşı karşıyayız. Biz tabii Türkiye’deki dertlerimize gömülürken, dünyayı unutuyoruz. Ama biz bazı sorunları çok daha derin yaşarken, bu yaşadığımız sorunlar dünyadan çok da kopuk değil. ”
“Sistemin sonu geldi”
Gülseren Onanç’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:
“İçinde bulunduğumuz krizi bir sistem krizi olarak tanımlıyorum. Sistemi de parlamenter sistem veya otoriter sistem olarak değil de, bunu bütünsel bir çerçevenin içinde görüyorum.
"Yasama, yürütme, yargı, siyasal partiler, medya, diğer çıkar grupları, sivil toplumun dahil her şeyin kendi içindeki iletişim biçimi ve bu siyasal ekosistemin, toplumsal, ekonomik, kültürel ve uluslararası çevreleriyle olan etkileşiminden, onun düşünce ve davranış biçiminden bahsediyorum ki, bu sistemin artık Türkiye’de ve dünyada sonuna geldiğini düşünüyorum. Artık bu sistemle dünyanın devam edemeyeceğini düşünüyorum.
“Bu sistemi nasıl anlamak için pandeminin nasıl yönetildiğine, kadına yönelik şiddete nasıl bakıldığına, gelir adaletsizliği nasıl yaklaşıldığına bakmak gerekiyor. Kutuplaştırmaya yönlendiren bu sisteme ben “hiyerarşik sistem” adını veriyorum. Hiyerarşik liderlikle de gelişen, daha çok erkek ve sağ politikacılar tarafından kurulan geliştirilen ve bütün diğer kurumlara da yansıyan, bir başkası gelse de değiştiremeyecek hale gelen bir sistemden söz ediyorum.
"Bu sistemin oyuncuları var, bu oyuncular birbirlerinden öğreniyorlar, uygulamaları birbirlerine çok benzer hale geliyor. ABD’de Trump, İngiltere’de Boris Johnson, Brezilya’da Bolsonaro, Rusya’da Putin, Türkiye’de Erdoğan, Macaristan’da Orban, bu hiyerarşik sistemi kuranlar ve devam ettirenler. Bu sistem değişmediği ölçüde, Trump gitse Biden gelse, Türkiye’de Erdoğan gitse, bir başkası seçilse, bu sistemi yıkıp yerine bir şey koymazsak, bu sistemin demokrasiyi üretemeyeceğine, bizim hayal ettiğimiz eşitlikçi bir dünyayı üretemeyeceğini düşünüyorum. Bu sistemin antidotunu bulmamız gerekiyor.”
'Yeni sisteme olan ihtiyacı en çok kadınlar dillendiriyor'
“Peki, hiyerarşik liderlik nasıl bir düşünce ve davranış biçimine sahip? Hep bir hiyerarşik ilişki biçimi var, erkeğin kadının üzerinde, varlıklının yoksulun, heteroseksüelin eşcinselin, bir ırkın diğerinin üzerinde, daha üstün olduğunu savunan, buna yönelik politikalar geliştiren, eşit vatandaşlık hakkına inancı olmayan bir sistem bu. Kendilerini o kadar güçlü olarak algılatıyorlar ki, aynı zamanda kavgaya ve şiddete de eğilimliler. Toksik erkeklik dili hakim.
"Hep bir düşman ve kutuplaşma yaratılıyor. Varlıklarını o düşmanlık üzerinden götürüyorlar. Bir diğer ortak nokta, nepotizm. Damatlar, arkadaşlar, eşler, akrabalar, gerek başkanlık, gerek valilik, gerekse bir üniversitenin yönetiminde. Bu hiyerarşik sistem sadece liderlikle değil devam etmiyor, zaman geçtikçe bu değiştirilemez bir davranış ve kültür haline geliyor. O yüzden bu sistemi tümden reddeden bir sisteme ihtiyaç var.
"Bu ihtiyaç da en fazla kadınlar tarafından dillendiriliyor. Greta Thunberg, ‘Bu sistemi değiştirmeliyiz’ diye çıktı yola ve dünyada karşılık buldu. Sokak hareketinde kadın var. İran’da da, Irak’ta da, Şili’de de, Lübnan’da hiyerarşik sisteme karşı duran bir kadın hareketi var. Black Lives Matter’ı kuranlar yine kadınlardı.
"Bu başkaldırı kadınlardan geliyor. Bunun içinde, bu pandemi sürecinde gördüğümüz liderlik de bana bu hiyerarşik liderliğe karşıt bir kadın liderliğinin olabileceğini gösterdi. Bu pandemi sürecinde Almanya’da Merkel, Yeni Zelanda’da Jacinda Ardern, Finlandiya’nın, Danimarka’nın başbakanları, bu süreci çok iyi yöneten liderler bu hiyerarşik liderliğin antidotu olan bir liderlik biçimi gösterdiler bize. Alexandra Ocasio-Cortez ve onun getirdiği bir başka rüzgar da var. Var olan hiyerarşik sistemi reddeden, sorgulayan ve onu sarsan bir liderlik biçimi gösteriyor." (EMK)