Reçeteyi günlerce yanımda gezdirdim. Bir türlü ilacı alıp, tedaviye başlayamıyorum. Törensel bir şey olmalı, hafta başı Pazartesi mesela, hatta mümkünse ayın ilk Pazartesisi; derken günler geçiyor, hayat giderek daha katlanılmaz oluyor.
Bir işin ortasında, bir anda sanki birileri başımdan aşağı kaynar sular boşaltıyor; sonra o kaynar su bir tür kora dönüşüp içimi yakıyor, kavuruyor. Bir fırın ateşleniyor sanki, ısı fırının kapağıymışçasına boynumdan çeneme, kulaklarına doğru hızla yol alıyor, alevler yanaklarımı yalıyor. Her şeyi unutuyorum, o anda ne yapıyorsam yapamaz hale geliyorum, sadece soyunmak, o kaynar su dolu kazanın bu kez de buz gibi soğuk suyla doldurulup başımdan aşağı boşaltılmasını istiyorum. Hiç olmazsa, bir kocaman yelpaze bulsam, sonunda bir kitap ya da gazete parçası imdada yetişiyor, sallıyorum, sallıyorum, sallıyorum. Hafif bir esinti, en iyisi üstünde ne varsa çıkarmak... Üşümek istiyorum, iliklerime kadar donmak istiyorum.
Kazaklarımı giyemiyorum. Hele dik yakalı kazaklar, balıkçılar özel tarihimde yerlerini alarak beni terk ettiler. Kazakla üşümenin keyfini yaşamak imkansız. İnce, yakası bağrı açık bir bluz, üzerine yelek , onun üzerine hırka, arzuya ya da havanın durumuna göre belki bir şal! .
Ateş basarken, ilk anda direniyorum, bu kez soyunmadan geçiştireceğim diyorum, olmuyor. Önce şalı atıyorum, sonra hırka ve yeleği, bluz kalıyor ne yazık ki, bir süre sonra üşümenin keyfini yakalıyor ve rahatlıyorum. Ve sahiden üşüyorum, artık bu keyif değil, basbayağı bir üşüme. Yeleği geçiriyorum üzerime, sonra gene sırasıyla hırka ve şal. Giy, çıkar, giy çıkar, yaşamın yeni ritmi.
Bu öyle saatler sürmüyor, beş dakikada geçiyor ama, o anda bütün konsantrasyon yitip gidiyor. Sahici üşümemi giyinerek defediyorum, rahat yok, bu defa da yenisi ne zaman gelecek diye beklemeye geçiyorum, geriliyorum.
İnsanın bütün dengelerini alt üst eden bu kısa anlar yoğun ve zorlu yaşanıyor, ama çevre dikkat etmezse, ne olup bittiğini anlayamıyor; "menopozum geldi" denmediğine göre, mesele yok (mu?). Evet, bu, menopoz denen şeyin öyle ulu orta söylenmeyeceği "gelince" öğreniliyor.
Kadın arkadaşlarla otururken, "cesaret imi" toplayıp mevzuu açıyorum, sanki dinlemek istemiyorlar. Aynı yaşta olanlar geçiştiriyor, daha gençler sanki "artık farklıyız" demeye getiren bakışlarla susuyorlar. Hepsine sinirleniyorum, öfkem giderek artıyor. Beni anlamayan bu kadınlarla ben ne yapacağım? Hepsini defterden silebileceğimi hissediyorum ve ilk işlemlere başlıyorum. Bu kadar kolay silmeme şaşırıyorum, olsun. En haklının kendim olduğunu biliyorum.
Oysa, ilk regli maceraları, bekaret ne kadar rahat konuşuluyor. Her ne kadar, bunlar da yaşanmasından 20 yıl sonra ulu orta konuşulur hale geliyorsa da, bir "başlangıç"ın sevinciyle, "bitiş"in acısı aynı kaba konabilir mi?
Gazeteler sık sık yayımladıkları menopoz yazılarında insanı adeta menopoza davet ediyorlar, öyle hoş günler bizi bekliyor ki; haydi menopoza! Menopoz, yeni ve muhteşem bir hayat ya, haberin resmi "saat" olamayacağına göre, mesela yirmi beşinde çıplak, meme kanseri bağlantısından, bir kadın haberi tamamlıyor, sayfayı süslüyor.
Aslında, konu "cıs" , eli kalem tutan kadınlar aşklarını, acılarını, terk edilişlerini, 'aldatılmışlıklarını, yaşadıkları "ihanetleri" ballandıra ballandıra anlatıyorlar, yazıyorlar da, sıra menopoza gelince pek oralı olmuyorlar.
Geçende daha önce okuduğum Erica jung'un "50 yaş Korkusu" kitabına yeni bir gözle tekrar hızla baktım. Doğrusu birkaç yıl önce okurken, o sıra derdim olmadığımdan, dikkat etmemiştim. Erica'nın böyle bir kitap yazarken, menopozunun da anlatması, ya da en azından menopoz korkusunu anlatmasını beklenmez mi? Eğer gözümden kaçmadıysa, tek bir yerde dedesinin resim atölyesine gelen "geçkin" kadınlardan ''menopozlu karılar'' diye söz ettiğini anlatıyor..
Ben niye taktım? Anlaşılan kimsenin menopozunun geldiği yok, piyango bir tek bana vurmuş... Ateşler basıyor, geceleri uyuyamıyorum, ya da sık sık uyanıyorum, sevişmek istemiyorum, bir halsizlik, bir gerginlik almış başını gidiyor.
Kavgacı bir kadın oldum. Aslında, tartıştığım ya da kavga çıkan (çıkarttığım mı?) anları sonra düşünüyorum, hep haklıyım! Yani, bunun menopozla bir ilgisi yok. Sonra, bir kez daha düşünüyorum, var aslında. Yani haklı da olsam, önceden böyle bir durumda, gerilmeden germeden tartışırdım. Bu yeni durum yorucu, tahammülsüzlük taşınır gibi değil. Düşmanlarım çoğalıyor, herkes ne kadar kötü...
Reçetem olduğuna göre, doktora da gittim demek oluyor bu...Bu iş rutin; momografi, sonografi, simir testleri, çok evhamlıysanız kemikler de sırada, sintigrafi diyorlar galiba... Bu arada, sintigrafi yaptıran bütün arkadaşlarım kemiklerinin çok genç çıktığını, dolayısıyla menopozun yola bile çıkmadığını anlatıyorlar. İşin doğrusu, ben de üç beş yıl önce yaptırmıştım ve ben de genç çıkmıştım.
Momografi, sonografi ilaca yani, hormon dengesini yeniden düzenlemeye başlamadan önce yaptırılması şart tetkiklerden sayılıyor. Çünkü, halen hormon almanın kanser riski üzerine çalışmalar sürüyor. Riskin giderek azaldığı öne sürülüyorsa da rahim ve özellikle meme kanseri riski nedeniyle hekimler ilaçtan önce mutlaka durumu bilmek istiyor.
Berbat günlerden sonra, Pazartesi takıntısından vazgeçip eczaneye giriyorum. Bu biraz, doğum kontrol hapı kullanamayacak kadar gençken, yani öyle göründüğünü düşündüğünde eczaneye girip alamamak, ya da prezarvatif istemek, ya da isteyememek gibi mi?
Girmeden, eczacının tepkisini izlemeye karar veriyorum. Giriyorum, reçeteyi uzatıyorum, yüzüme bakmadan, her zaman bütün eczacıların yaptığı gibi, reçeteyi alıyor, raflara doğru yarım daire çiziyor, ve tabii ki reçeteye bakıyor. Duruyor, ve fazladan bir hareket; dönüyor, yüzüme bakıyor. İfadesiz bir yüz, mutlaka bana acıdı, evet bundan eminim. Bir kadın, ne acı, bir "bitiş"in başlangıcında. Daha doğrusu, başı sonu yok, bitmiş işte.
O iki küçük kutuyu alıyorum, çantama atıyorum. Gün boyunca, sık sık aklım çantama kayıyor, o iki kutu, yeni dostlarım, kaç yıl kullanacağımı bilmiyorum, doktor, "istersen 21 gün kullanır, regli olur, sonra gene devam edersin" demişti. Ben hep kullanacağım, kesintisiz ve reglsiz, Arada, böyle bir psikolojik kandırıkçılığa ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum.
Günlerdir, ilacı ilk alacağım anı da hayal ettim. İşte saat tam on iki, suyu bardağa koydum, ilkini aldım, suyumu içtim; ne kadar kolaymış. İkincisi beni daha çok düşündürüyor, minicik bir şey, ikiye kırılacak, yarım içiliyor.
Hatta, bu ikiye bölünecek minik için, ABD'de bir arkadaşımdan yardım istemeyi bile düşündüm, çünkü onlar bu iki ilacı teke indirmişler. Neyse, bunca sıkıntıya değmezmiş, çünkü bu minik hemen ikiye ayrılıyor, endişeye mahal yok. Onu da yutuyorum, üzerine suyu içiyorum.
Muzaffer bir edayla yatak odasına ilerliyorum. İşte başardım.
* Nevbahar Songül'in yazısı 1998'de Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi'de yayınlandı.