*Fotoğraf: Kıbrıslı ailelerin kaybedilen yakınlarını arayışları hala devam ediyor...
Haberin İngilizcesi için tıklayın
Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği ve Friedrich Ebert Stiftung İstanbul Ofisi, çatışma sürecinde zorla kaybedilmelere dair Kıbrıs'ta kayıplarını arayan aileleri ziyaret etti. Ziyarete ilişkin “Bölünmüş bir Ada ve Kayıplar|Çalışma Ziyareti: Kıbrıs, Lefkoşa” adlı bir video ve gezi yazısı yayınlandı.
2017’de Özgür Sevgi Göral’ın Hakikat Adalet ve Hafıza Çalışmaları Derneği ile hazırladığı “Hakikat İçin Umut Var Mı?” kitabında incelenen ülkelerden biri olan Kıbrıs’ta, Türk ve Rum halkları arasında başlayan çatışmalar 1960’lara dayanıyor. Bu süreçte iki taraftan da birçok insan zorla kaybediliyor.
Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi’nden Kerem Çiftçioğlu, zorla kaybedilmelere dair çalışmaları, Türk ve Rum kayıp ailelerinin nasıl örgütlendiğini, kayıplara Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl yaklaştığını bianet’e anlattı.
“Ailelerin ortak beklentisi hakikati bilmek”
Çiftçioğlu, kayıp ailelerinin ortak beklentilerinden ilkinin “hakikati bilmek” olduğunu belirtiyor. Kronolojik şekilde anlatmanın zor olduğu bu sürece dair şunları söylüyor: “Birçok kayıp yakınından önce ‘Onun bedeninin nerede olduğunu bileyim’ cümlesini duyuyoruz. Onu, ‘Peki başına ne geldi?’, ‘Sorumlularıyla ilgili şimdi ne olacak?’ soruları takip ediyor.”
Kıbrıs’ta zorla kaybedilenlerin bedenlerini bulmaya yönelik çalışmaların büyük kısmı Birleşmiş Milletler tarafından kurulan Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK) himayesinde gerçekleştiriliyor. Komitenin işleyişini ve bu konudaki eleştirileri ise, Çiftçioğlu şöyle aktarıyor:
“Bedenler, gömü yerleri bu profesyonel ekip tarafından bulunuyor ama olayın nasıl gerçekleştiğine dair ailelerde doğan merak yanıtsız bırakılıyor. Çalışmalar teknik düzeyde tutuluyor. ‘Nasıl oldu? Kim tarafından yapıldı? Failler kim?’ gibi sorular, peşinde bir failleri cezalandırma sorumluluğunu ve bunun nasıl yapılacağı sorularını getireceği için, sessizlik tercih ediliyor.”
"Bunu gizli tutma gibi bir motivasyonları var"
Çiftçioğlu, yalnızca kaybedilen insanların bedenlerini bulmaya odaklı çalışan KŞK’nin motivasyonunu ise şu sözlerle anlatıyor: “Hesap verilebilirlik, bu kuruluşun misyonunun bir parçası değil. Hatta tam tersi, bunu önemli ölçüde gizli tutmak gibi bir motivasyonu var. İki taraftan devletlerin de bu kazı çalışmalarına destek vermesinin temel koşulu, muhtemelen, kendi sorumluluklarıyla ilgili bir tartışmanın olmasını istememeleri.”
"İki taraf birbirinin kayıplarından habersiz"
*1974'te Türkiye'ye transfer edilen Kıbrıslı Rum esirler. Bu fotoğraftaki bazı kişiler "kayıp" olarak listelendi. (Lobby for Cyprus)
“Peki adadaki hükümetlerin kaybedilmelere yaklaşımları nasıl?” soruma ise şu cevabı alıyorum: “Rum tarafında zorla kaybedilmeler devlet tarafından kabul ediliyor. Fakat devlet tarafından geliştirilen söylem, bunu yalnızca Rum halkının yaşadığı yönünde. Türkler’den de insanların kaybedildiği gerçeği Rumları şaşırtıyor çünkü bu devletin resmi söylemine ters düşüyor. Türk tarafında da Rumların kaybedildiği bilinmiyor. Ayrıca kaybedilen insanlar için uzun yıllar ‘şehit’ ifadesi kullanılıyor.”
Aileleri bir araya getiren örgüt: Together We Can (Birlikte Başarabiliriz)
Türk ve Rum kayıp ailelerinin, birbirinden haberdar olmaları 2003’te ara bölgeden geçişlerin başlamasıyla gerçekleşiyor. Çiftçioğlu, ailelerin örgütlenme sürecini şöyle anlatıyor:
“Together We Can (Birlikte Başarabiliriz) çatısı altında 2005’ten sonra, iki taraftan kayıp ailelerinin örgütlendiğini görüyoruz. Gazeteci Sevgül Uludağ’ın buradaki payı büyük. Örneğin, güneyde bir konuşma yapacakken, yanına mutlaka kuzeyden bir kayıp yakınını alıyor. Onun gazetesinde sürekli bu konuyu gündeme getirmesi ve okurlarına gömü yerlerine dair bilgi paylaşımı yapma çağrısında bulunması çok önemli. En başta birkaç kişiyken, Uludağ’ın çabasıyla iki taraftan kayıp yakınları bir araya gelerek, hareketi güçlendiriyor.”
Çiftçioğlu, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kıbrıs’taki kaybedilmelerle ilgili ‘KŞK’nin yaptıklarının sessiz bir destekçisi olarak konuya dahil olduğunu’ vurguluyor ve ekliyor: “Geçtiğimiz 10 yılda, askeri alanlarda kazıların yapılmasında daha işbirlikçi bir tutum geliştirilmiş. Ama sorumluluk konusunda onlar da sessizler.”
Türkiye’deki kaybedilmelerin iki tarafı: Devlet ve etnik azınlık
Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın yıllardır verdiği mücadeleyle, Kıbrıs’taki mücadele farklılık gösteriyor. Bunu da şöyle açıklıyor Çiftçioğlu: “Kıbrıs’ta iki toplumlu bir kayıp yakını mücadelesi var. Özellikle iki tarafın kayıp yakınlarının bir arada olmasına çok önem veriliyor oradaki çalışmalarda. Türkiye’de ise, bu iki taraflılık durumu söz konusu değil. Çatışmanın bir tarafı devleti temsil ederken, öteki tarafı bir etnik azınlığı temsil ediyor. Çatışmadan mağdur olan tarafları Türkiye’de bir araya getirmek bu çoğunluk ve azınlık durumu yüzünden mümkün olmuyor.”
Bu farklılıklar paralel bir şekilde sonuç almaya da yansıyor. Kıbrıs’ın küçük bir yer olmasının yarattığı olumlu etkiyi, “Sorunun inkâr edilebilirliği daha zorlaşıyor. Türkiye’de ise bunun görmezden gelinmesi çok daha kolay gerçekleşiyor. Bu sebeplerle, toplum düzeyinde bu meselenin meşruiyetinin, bilinirliğinin ve kabul edilebilirliğinin Kıbrıs’ta daha fazla olduğu bir durumla karşılaşıyoruz” sözleriyle anlatıyor Çiftçioğlu.
Kıbrıs’ta her ne kadar kayıpların bulunması için yapılan çalışmalar daha fazla ve uluslararası boyutta kurumsallaşmış olsa da, faillerin kim olduğu meselesine gelindiğinde kayıp yakınları aynı buradaki gibi bir sessizlikle karşılaşıyor.
(TÖ/SO)