*Alisha Haridasani Gupta nytimes için yazdığı makaleyi Gizem Evgin esitlikadaletkadin.org için Türkçeleştirdi. Çizim: Chiara Zarmati // New York Times
Mart ayında, salgınla geçen bir yılın ardından, Citigroup’un CEO’su Jane Fraser, yeni bir işyeri kuralı koydu: “Cuma günleri görüntülü görüşme yok.”
“Zoom içermeyen cuma günleri” adını verdiği bu kurala, şirket çapında yayınlanan yazısında yer veren Fraser, “Dünyanın dört bir yanındaki meslektaşları dinledikten sonra, çoğumuzun hissettiği “Zoom yorgunluğu” ile mücadele etmemiz gerektiği ortaya çıktı” diyor.
Uzaktan çalışmanın tüm avantajları ve dezavantajları göz önüne alındığında, video görüşmeleri o kadar yaygın bir acı gerçeği ortaya çıkardı ki, “Zoom yorgunluğu” terimi terminolojimize girdi. “Zoom yorgunluğu” herhangi bir platformda gerçekleşen görüntülü görüşmelerle ilgili yorgunluğa atıfta bulunan akılda kalıcı bir ifade. Öte yandan, Stanford Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, kadınların erkeklerden önemli ölçüde daha fazla “Zoom yorgunluğu” yaşadığını gösterdi.
Araştırma, video görüşmelerinin grup ortamlarında uzun süredir var olan cinsiyet dinamiklerini güçlendirdiğini ve kadınların sürekli olarak erkeklerden daha fazla stres ve stresle ilişkili sağlık sorunlarını rapor etmesiyle, zaten geniş olan strese dayalı cinsiyet uçurumunu şiddetlendirdiğini öne sürüyor.
Stanford Üniversitesi’nin Sanal İnsan Etkileşimi Laboratuvarı kurucu direktörü Jeremy Bailenson, geçen Nisan ayında The Wall Street Journal’de yayınlanan yazısında, video görüşmelerinin sorununun doğal ve eğlenceli olmayışları olduğunu söyledi.
Yüz yüze toplantılar esnasında, insanlar yakın bir mesafeden yüzümüze bakmazlar. Bazıları not alır, bazıları ise birşeyler okur. Ancak görüntülü görüşmeler bu doğal ritmi bozuyor ve oturum açmış herkesi birbirine bakmaya zorluyor.
Bu durum, “hiper bakış” olarak biliniyor. Bailenson bir röportajında, “Evrimsel açıdan bakıldığında, eğer biri size çok yakınsa ve tam size bakıyorsa, bu sizin çiftleşeceğiniz veya kavga edeceğiniz anlamına gelir,” diyor. Sürekli aşırı tetikte olma hali ise stres yaratır. Yüz yüze toplantılar sırasında, insanlar sözlü olmayan davranışlarını (başını sallama, başparmağı kaldırma, alkışlama) abartma ihtiyacı hissetmezken, kendilerine bakmak zorunda da kalmazlar. Ancak yine, video görüşmeleri bu normları altüst ediyor. Bailenson, “Bir şekilde internette her şeye müsamaha gösteriyoruz çünkü bu, olması gereken bir norm haline geldi,” diyor ve ekliyor, “Bu çok çılgınca.”
Geçen yıl, Bailenson’un The Journal’daki makalesi, çalışanların tükenmişlikten kaçınmalarına yardımcı olmak isteyen şirketlerden gelen yoğun geri bildirim ve sorulardan sonra- kendisi ve iki araştırmacı, Géraldine Fauville ve Jeffrey Hancock, “Zoom Tükenme ve Yorgunluk” ölçeğini oluşturan bir ekibe liderlik etti.
Bu ölçek, bir dizi anket sorusu aracılığıyla, görüntülü görüşmelerle ilişkili beş farklı yorgunluk türünü belirlemeye ve ölçmeye yardımcı oluyor: genel (genel yorgunluk), sosyal (yalnız kalma isteği), duygusal (bunalmışlık ve “tükenmişlik”), görsel (kişinin gözlerindeki stres belirtileri) ve motivasyon (yeni aktivitelere başlama isteğinden yoksunluk).
Fauville, 10 binden fazla katılımcıyla yaptıkları en son ankette, her yaştan kadının beş yorgunluk türünün tamamında daha yüksek puan aldığını ve bunun da neredeyse yüzde 14’ten daha fazla Zoom yorgunluğuna tekabül ettiğini söyledi.
Bu cinsiyet uçurumunu açıklamaya çalışan ikinci bir ankette, araştırmacılar, kadınların daha fazla “ayna kaygısı” bildirdiklerini gözlemlediler. Ayna kaygısı kendini aynada görmenin yüksek derecede kendine odaklanmayı tetiklediği ve bunun da daha fazla kaygı ve depresyon yarattığı psikolojik bir fenomen. Fauville, dijital bir aynaya benzeyen görüntülü görüşmelerde, kendi kendini görmenin, çevrimiçi ayna kaygısı etkisini taklit ettiğini söyledi.
Kadınlar, ayrıca sözlü olmayan ipuçlarının erkeklerden daha yüksek oranda farkında olduklarını bildirdi. Araştırmacılar, bunun bilişsel yükün, yani beyninizin belirli bir görevi yerine getirmek için aynı anda işleyebileceği şeylerin sayısının, üzerine eklendiğini öne sürüyorlar.
Bir kadının zaten aşırı yoğun olan bilişsel yüküne daha fazla görev eklemenin ve nazik ve sevecen bir iş arkadaşı olmak için gösterilen çaba gibi, zaten yüksek seviyelerde olan duygusal emeğini arttırmanın güçten düşürücü olabileceği anlaşıldı. Pennsylvania Üniversitesi’nde İletişim, Psikoloji ve Pazarlama profesörü ve İletişim Nörolojik Bilim Laboratuvarı direktörü olan ve makaleyi inceleyen Emily Falk, Stanford araştırmasını şaşırtıcı bulmadığını, bu araştırmanın, cinsiyet dinamikleri üzerine yapılan birçok çalışmayı yansıttığını ve doğruladığını söylüyor.
Makalenin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
(EMK)