Fotoğraflar: AA.
Avrupa Komisyonu Sözcüsü Eric Mamer, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı ziyareti sırasında, Ursula von der Leyen'e eşit temsil koltuğu verilmemesiyle ilgili konuştu.
Bu tıkanan AB-Türkiye müzakereleri açısından sadece bir noktaydı. Onu ve diğer sorunları İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Güneş'e sorduk.
"Tartışmalar ölçüsüz üslupla sürdü"
Avrupa Birliği heyetinde öncelikle protokol gerilimini sormak istiyorum. Ursula von der Leyen'in eşit şekilde oturtulmaması gündem oldu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Protokol krizi pek çok açıdan tartışıldı ve sonunda sorun AB protokol dairesi kadrosuna fatura edildi.
Bu bakımdan dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu'nın açıklaması son tahlilde haklı olabilir. Ama o gün, o odada bulunan herkesin hem insani hem de diplomatik nezaket konusunda iyi bir sınav vermediği çok açık.
Ardından yaşanan tartışmalarda ölçüsüz bir üslupla devam ettirildi.
Bu ziyaretin en somut sonucu ise Van kırsalında ve İstanbul arka mahallelerinde mülteci/kaçak göçmen operasyonları oldu.
Son bir haftadır tüm televizyon kanalları yine günde üç vakit "yasadışı göçmenlere yönelik operasyon" manşeti atıyorlar.
"Yakınlaşma çabası sadece askeri ve siyasi"
Müzakereler durmuşken geçen yıl son itibariyle Türkiye'den tekrar ılımlı sinyaller gelmeye başladı. Bu gerçekten bir çabaya dönüşür mü, sözde mi kalır tekrar?
Bu açıkça bir çabaya dönüşmüş durumda. Hükümet, söylediğiniz gibi bir yıldır düzenli bir tekrarla, AB ile ilişkileri geliştirmekten bahsediyor.
Yunanistan'la "istikşafi" tabir edilen görüşmeleri bu kalmeden görmek gerekir. Keza Doğu Akdeniz'den mehter yayını yapmaya da son verilerek sondaj ve araştırma gemileri limanlara çekildi.
Hatta reformumsu paketler de açıklıyor hükümet. Amma ve lakin tüm bunlar ciddi bir AB uyum yaklaşımına dönüşür mü derseniz somut örnek bulamayız.
Türkiye'nin AB ile yakınlaşma çabası genel olarak Batı ile askeri-siyasi bir yakınlaşma olarak görülmelidir. Demokratikleşme, AB hukuki ve siyasi normlarına yakınlaşma çabası olmayacak gibi görünüyor:
Selahattin Demirtaş kararının tanınamaması bunun en açık ve çarpıcı örneği.
"Nezaket kurallarına uyulmaması alı koymadı"
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na (90 madde) da aykırı olan bu AİHM kararını tanımama yaklaşımı aynı zamanda AB ile ilişkilerin reformlara dönüş doğrultusunda değil siyasi, jeopolitik, askeri alanlarla işbirliği hedefiyle sınırlı olduğunu gösteriyor.
Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel de ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de bu son ziyaret ve ziyaretleri sırasında teamüller gereği geçmişte yapılan muhalefeti ziyareti programlarından çıkartarak Erdoğan'ın bu yeni soğuk teklifine kapalı olmadıklarını gösterdiler.
Aralarında temel insani ve diplomatik nezaket kurallarının çiğnenmiş olması bu "iş insanlarını" pazarlık yapmaktan alı koymayacak gibi duruyor.
"Ziyaret sonrası operasyonlar başladı"
Times gazetesi bugün AB heyetinin Erdoğan'a mülteci dalgasını önlemek için daha fazla maddi yardım teklif ettiğini öne sürdü. Bu olasılık Türkiye'nin insan hakları gibi konularda beklenen adımları atmaması için bir koz olarak değerlendirilebilir mi?
Evet, daha önce de söylediğim gibi bu ziyaretin en somut sonucu "yasadışı göçmenlere yönelik operasyonlar"ın başlaması oldu. Bu AB-Türkiye görüşmelerinin en üst reel/pratik gündemi.
Bu çerçevede AB keseyi açmış, Ankara da buna uygun olarak göçmenleri frenleme operasyonlarını Brüksel'den izlenecek büyüklükte düzenlemeye başlamış durumda.
"Mülteci kozu", insan hakları ve demokrasi konularında Brüksel'in Ankara'ya yönelik daha temkinli ifadeler kullanmasına, bazı yaptırım başlıklarını iptal etmesine yahut yumuşatmasına her zaman etki de bulunmuştur, şu anda da bulunmaya devam ediyor.
(PT)