Aznar'ın iki hedefi
Zirveye ev sahipliği yapan İspanya hükümeti zirveye yönelik olarak iki temel hedef belirlemişti: Birincisi, Konsey toplantısından Avrupa Birliği düzeyindeki ekonomik liberalizasyonun derinleştirilmesi kararı çıkartmak; ikincisi, küreselleşme karşıtlarına geçit vermemek, bu karşıt hareketi seçmenlerin gözünde bir tür "terör" hareketi haline indirgemek. Birinci hedefine ancak kısmen ulaştığı söylenebilir, ama ikincisinde tam bir düş kırıklığına uğradığı kendisinin bile reddedemediği bir gerçek.
Zirve toplantısının hazırlık evresinde Aznar hükümetinin gündeme soktuğu en önemli konu, enerji sektörünün (doğal gaz ve elektrik) Avrupa Birliği ülkelerinde bütünüyle liberalleştirilmesi, yani bu alanlardaki kamu sektörünün lağvedilerek özelleştirilmesiydi. Aznar, Blair ve Berlusconi üçlüsünün şiddetle savunduğu bu teze bir başka üçlü, Fransa, Almanya ve Portekiz hükümetleri karşı çıktı. Karşı olmalarının ardında, bu sektörlerin özelleştirilmesine ilkesel düzeyde itirazlarının olması değil, ülkelerinin genel seçimler sürecine giriyor olması yatıyordu. Sonuçta zirve sırasında orta yol bulundu ve bu sektörlerdeki pazarların, konut tüketimi değil, büyük sanayi düzeyinde serbest rekabete açılmasına karar verildi. Emeklilik yaşının 2010'a değin göreli olarak beş yıl daha artırılması, emek pazarının daha da esnekleştirilmesi, sosyal sigorta sisteminin ortaklaştırılması gibi konularda daha kolay anlaşmalara varıldı.
Barselona zirvesi sırasında küreselleşme karşıtı harekete "iyi bir dayak" atılmasına yönelik girişimlerin temelinde ise, zirvenin iki hafta öncesinden başlayarak kentte tam bir devlet terörünün estirilmesi projesi yatıyordu. Bu amaçla kent trafiği neredeyse bütünüyle yeniden belirlendi, diplomatik heyetin kalacağı bölgeler beton bloklar ve tel perdelerle çevrelendi, kente takviye polis birlikleri sevk edildi, hatta silahlı kuvvetler seferber edildi. Önemli meydanlarda ve caddelerde atlı polisler devriyeye çıkarken, herkese kimlik kartlarını yanlarında taşıması duyuruldu, tabii bu arada özellikle Arap ülkeleri kökenli göçmenlere yönelik tutuklamalara girişildi. Kentte öylesine söylentiler oluşturuldu ki, insanlar Bin Laden'in özel uçağıyla Sagrada Familia katedraline dalış yapmasını beklemeye başladılar. Hedef açıktı: küreselleşme karşıtlarını "terörist" olarak göstererek bu hareketi marjinalleştirmek, kitlelerin dikkatini küreselleşmenin sonuçlarından öte yerlere çevirmek, AB'nin alacağı çalışanlar karşıtı kararları yapay bir terör gündemiyle perdelemek.
Ama olmadı, bu hesap yanlış çıktı.
Üç platform, tek hareket
İlk yanıt Avrupa Sendikalar Birliği'nden geldi. 14 Mart günü düzenlenen sendikalar mitingine 150 binin üzerinde işçi katıldı. Katılımın bu denli yüksek olmasının ardında özellikle İspanya'nın en önemli iki sendika konfederasyonu olan Comisiones Obreras (İşçi Komisyonları) ile UGT'nin (Genel İş Birliği) o gün için kısmi bir genel grev ilan etmeleri yatıyordu. Ayrıca başta Fransa, Belçika ve Hollanda olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinden Barselona'ya 50 binin üzerinde işçi militan gelmişti. İngiliz işçiler ise iki gün önceki Barselona-Liverpool maçı için zaten kentte bulunuyorlardı.
Konsey zirvesinin gerçekleştiği 15 Mart günü ise Barselona, "Sermayenin Avrupası'na Karşı Kampanya" platformunun düzenlediği faaliyetlere tanık oldu. Yüzü aşkın sosyal ve sivil toplum örgütü ile parlamento dışı partilerin ve bu arada anarko-sendikalist eğilimli CGT'nin (Genel İş Konfederasyonu) oluşturduğu bu platform, kentin bir çok noktasında, alanlarda, sokaklarda ve üniversitelerde, konferans ve atölye çalışmalarından konserlere kadar değişen bir dizi etkinlik düzenledi. Platformu oluşturan ve temelde kapitalist bir Avrupa Birliği'ne karşı olan örgütlerin temel projesi "Bir Başka Dünya Olanaklıdır" ve "Emekçilerin Avrupası İçin" ortak sloganlarında özetleniyordu. Etkinlikler sırasında ABD'nin Afganistan, İsrail'in Filistin saldırıları kınandı, Arjantin devriminin desteklenmesine yönelik yeni seferberlik kararları alındı, Bush hükümetinin Kolombiya'yı işgal planı anlatıldı, bu arada pek çok çevre sorunu incelendi, Nijerya'da Safiye'nin taşlanarak öldürülmesi kararına karşı yarım milyon imza toplandı.
Aynı gün benzer etkinliklerde bulunan, ama AB'ye karşı olmaktan çok onun "reforme" edilerek "sosyalleştirilmesinden" yana olan bir başka platform da "Barselona Sosyal Forumu" idi. Katalan kökenli sol partiler (sosyalistler, komünistler, cumhuriyetçileri) ile iki büyük sendika konfederasyonunun ve SOS Irkçılık gibisinden bazı kurumsalcı sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu bu platform, birincisi kadar kalabalık ve aktif olmamakla birlikte, AB ülkelerindeki emekçilerin karşı karşıya bulunduğu pek çok sorunu (işsizlik, sosyal refah kurumlarının lağvı, emek pazarının esnekleşmesi, göçmen işçilerin sorunu) gündeme getirmeyi başardı.
Katalonya'nın İspanya'dan bağımsızlığını savunan ve Bask ulusalcılarının radikalizmini kendisine referans edinen "Sermayenin Avrupası'na Karşı Katalan Platformu" ise ayrılıkçı dört örgüt tarafından oluşturulmuştu. Basklı Batasuna örgütü ile Galiçyalı radikallerin de destek verdiği bu platform kendisini ve savunduğu tezleri, Madrid kökenli ekonomik ve yönetsel kurumların önünde düzenlediği gösterilerle gündeme getirdi. Katalan yerel hükümetinin güvenlik kuvvetlerinin olmasa bile, Madrid'den Barselona'ya takviye getirilen İspanyol ulusal polisinin en acımasız saldırısına hedef olanlar da bu kampanyanın militanları oldu. Yaşanan küçük provokasyon ortamlarında 30 kadar Katalan ayrılıkçısı ve "muhtemel ETA militanı" tutuklandı.
Yüz binlerin yürüyüşü
Son gün bu üç platform tek bir gösteride birleşti. Akşamüstü saat 6'da Katalonya alanında toplanan kitlenin başını Sermayenin Avrupası'na Karşı Kampanya platformu çekiyordu. 15 metre uzunluğundaki pankartında "Güçlülerin Avrupası'na Karşı Biz Milyonlarız ve Dünya Bizimdir" yazıyordu. Kortejin 300 kişilik kendi özel güvenlik birimi yürüyüşün düzenini sağlamaktaydı. Bunun ardında yer alan ve aralarında İskoçyalı ve İrlandalı bağımsızlıkçıların da yer aldığı Katalan Platformu'nun pankartında ise, "Bireylere ve Halklara Özgürlük" sloganı yer alıyordu. Ve nihayet onların arkasından, "Daha Demokratik ve Daha Sosyal Bir Avrupa Olanaklıdır" sloganıyla Barselona Sosyal Forumu geliyordu.
Yürüyüş belirlenen saatte başladı, ama aradan iki saat geçtikten sonra Katalonya alanı hala tıklım tıklımdı. Öyle ki, kortejin başı iki kilometrelik yürüyüş güzergahını kat edip Kristof Kolomb alanında ulaştığında ve hatta ortak açıklama okunup kapanış etkinliği olarak Jose Agustin Goytisolo'nun "Biz Milyonlarız ve Dünya Bizimdir" adlı şiirinin okunması tamamlandığında, Barselona Sosyal Forumu'nun korteji hala yürüyüşe başlayamamıştı bile. Gösteri düzenleyicilerinin yarım milyon olarak tahmin ettiği kitle, tüm farklı renkleriyle birlikte küreselleşme karşıtlarının AB devlet ve hükümet başkanlarına verdiği yanıtı simgeleştiriyordu: Sokaklar Bizimdir!
Yürüyüş sonrasında bazı küçük grupların çeşitli bankaların camlarını kırıp çöp bidonlarını yakarak ara sokaklarda polisle çatışmaya girmesine karşılık bu olaylar, Aznar'ın arzuladığının tersine, yüz binlerce emekçinin AB'ye, ABD emperyalizmine ve kapitalist küreselleşmeye karşı mücadelesinin görkemini perdeleyemedi ve ertesi günkü gazetelerde küçük yan haberler olarak kaldı.
Gece, Montjuic parkında düzenlenen makro-konserle bitti. Jabier Muguruza, Cheb Balowski, Enrique Morente ve Manu Chao gibi sanatçıların sahneye çıktığı üç saatlik festivale katılan 30 bini aşkın kişi, "Haziran'da Sevilla'da Buluşalım" sloganlarıyla ve zafer duygusuyla dağıldı.