"Bir söz söylemeye geldim ve onu şimdi söyleyeceğim./
Bugün benim tek başıma yaptıklarım, yarın yankılanacaktır yığınlardan./
Şimdi neler söylüyorsam tek yürekten, yarın söylenecektir binlerce yürek tarafından."
Halil Cibran/ Sözler
Neredeyse otuz yıla yakın bir zaman diliminden sonraydı. Kader Kuyusu romanını okumuş ve kendisine duygularımı anlatan bir mektup yazmıştım. Stockholm'den yanıt vermekte gecikmemiş, demişti ki; "Bu coğrafya kadar acımasız, değerlerini tahrip eden az bulunur" gibisindendi anımsadığım kadarıyla yanıtı.
Otuz yılın dostundan
Mehmet Uzun dostumun Gendaş'tan yeni çıkan ama her birinin yazıldığı ya da konuşulduğu günleri çok iyi bildiğim denemeleri "Zincirlenmiş Zamanlar, Zincirlenmiş Sözcükler" (*)ismiyle yayınlandı.
Daha önsözüne başlarken diyor ki Mehmet, "Yirmi birinci yüzyılın geçen yüzyıldan daha farklı olacağına ilişkin umudumu artık yitirdim. Yeni yüzyılın ilk yılındaki gelişmeler ne kadar yanıldığımı, umutlarımın ne kadar saf ve gülünç olduğunu tüm çıplaklığıyla gösterdi."
Kitabın ilk denemesi olan "Zincirlenmiş Zamanlar" 1999 yılında Weimar şehrinin Avrupa'nın kültür başkenti olması nedeniyle kaleme alınmış. Ana çerçevesi de yeni yüzyılın nasıl olması gerektiğine dair iyimser bir tablo.
Ama gelin görün ki, yeni bin yıla girilen ilk yılın içinde dünyada ve Türkiye'de o denli olumsuzluklar yaşanmıştı ki, Mehmet Uzun bu denli karamsar bir önsözle okur karşısına çıkmak zorunda hissetmiş kendini. Yaşananlara tanıklık ettikçe haksız da değil diyesim geliyor doğrusu.
Bu yargısını belki de pekiştirmek için olsa gerek hemen de devamını getiriyor ve ekliyor; "Bize karanlık bir gelecek vaat etmekten başka hiçbir şey yapmayan pişkin, tasallutçu, otoriter ideolojiye söylememiz gereken bir tek şey var : Yok etmek istediğiniz esasında geleceğimizdir."
İşte denemelerin tam da irdelemeye çalıştığı budur kanımca.
Denemelerin aralıklı olarak kaleme alındığı tarihlere denk düşen 2000 yılının yaz başında İsveç'e, Stockholm'e gitmiştim. Bir gün boyu bana kendi ifadesiyle ikinci şehrinin kent dokusunu anlatıp kenti dolaştırmıştı.
Sürekli anlata durmuştu Stockholm'ü ve Diyarbekir'i. "Yaşamımda özendiğim, etkilendiğim, kendime örnek aldığım bir dolu şeyden en önemlisi, şehri kadim Diyarbekir'dir" demişti. Mehmet Uzunu Mehmet Uzun yapan iki önemli merkezin Diyarbekir ve Stockholm olduğunu yinelemişti.
Başka iklimlerin sesi
Stockholm'ün belki de en eski yerleşim yapısı ve tarihi dokusunu ifade eden " Gamla stan"ı gezerken, "Görüyor musun ne kadar da çok Diyarbakır'a benziyor burası" demişti. İkimiz de sohbet sırasında parke taşlı Gamla stan sokaklarını arşınlarken Gombrowicz'in "Sürgün mezarlıktır" özdeyişini anımsamıştık. Ama en azından ben biliyordum ki Mehmet mezarlıktaki sürgünlükten, diri ve yaşayan canlı bir beden çıkarmayı beceren bir usta oluvermişti.
Anladım ki o daracık Gamla stan sokaklarında, hiç de bizim coğrafyamızın iklimine benzemeyen kuzeyin bitmez tükenmez soğuk kışlarında Mehmet kendi Diyarbakır'ını yaratmıştı. Diyarbakır, İsveç sürgünlüğüne dayanabilmenin, kendini yenileyebilmenin, geliştirebilmenin ve dünyadaki bir dolu yazardan belki de farklı bir yazarlığa soyunabilmenin güç kaynağı olmuştu. Bu savımı doğrularcasına "Diyarbakır olmasaydı, Diyarbakır bir gölge gibi beni izlemeseydi, çalıştığım mekânların her yerine sinmeseydi" belki de Mehmet Uzun olmayacaktı.
" Her seferinde, Diyarbakır, 'bana bak' dedi. Beni, sesimi, nefesimi dinle. Beni kendine örnek al. Tarihten bu yana İskender'in dünya hükümdarı olma hülyalarına, Büyük Tigran'ın mızrağına, Romalıların akınlarına, Bizanslıların desise ve entrikalarına, Emevilerin ucu çatallı kılıcına, Abbasilerin aldatmalarına, Hamdanilerin suvari alaylarına, Selçukluların atlı sultanlarına, Hülagü Han ordularının talan ve yıkımına, Timur'un istilasına, Akkoyunluların öfkesine, Fatih Sultan Mehmet'in kılıçtan keskin fermanına, Şah İsmail'in yalanına, Osmanlıların despotluğuna ve zamane idarecilerinin vicdansız karanlık yüreklerine karşı hep direnmedim mi? Birkaç bin yıldan bu yana hep zulme, afete, felakete, istila ve talana dayanmadım mı? "
Kitaptan bu kadar uzun bir alıntıyı niye yaptım ? Hemen söyleyeyim. Deneme yazmak edebi türler içinde en zor olanıdır. Bana göre denemenin en zoru da bir kente sevdalanmak ve bir kenti ruhunda, bedeninde yaşıyor olmakla ilintilidir. Kitabın çatısı, Diyarbakır ve masum bir şehri duymak üzerine bina edilmiş.
Diyarbakır'ın, ebedi şehrin, mazlumun serencamını söyleyen, efsanelerini, rivayet ve söylencelerini anlatmak elbette böylesine denemelerin işi de...İnsanların ömrünü oluşturan andır, şehirlerinse devrandır, sözü elbette Diyarbakır için ve Diyarbakır'a dair yazmak için de biçilmiş kaftan.
Elbette Zincirlenmiş Zamanlar ve Sözcükler bu kadarla sınırlı değil ! Avrupalı olma kaygısının açmazları ve Kürtçe yazmanın handikaplarının, sıkıntılarının zincire vurulmuş sözleri de var kitaptaki denemelerde.
"Kürtçe yazan romancı Zümrüdü Anka olmak zorunda" diyor Uzun denemelerinde. Neden ? Biliyor ki ; zümrüdü anka beş yüz yılda bir kendisini yakıp küllerinden yeniden doğarken , Kürtçe yazan romancı her seferinde kendini yeniden yakıp doğmak zorunda.
İşte bu noktadan sonra Halil Cibran'a yeniden dönmenin vaktidir. Diyor ki Cibran "Sözler"de "Dinleyin beni ey anayurdumun kızları ve oğulları ; sizlere ruhumun sesi aracılığıyla ilettiğim bu sözler ve sesler üzerinde düşünün. Yüreklerinizin sınırları içinde onlara yer açın."
Tanışıyorlar mı dersiniz Cibran'la Uzun. Belki de, zaman tünelinde. Ne de olsa aynı coğrafyanın Zincirlenmiş sözcüklerinin paslı kilitlerini açmakla uğraşıyorlar zamana karşı, ikisi de...(ŞD/NK)
*Mehmet UZUN - Zincirlenmiş Zamanlar Zincirlenmiş Sözcükler- Deneme,Gendaş Yayınları, İstanbul,2002