Sanatçı, yönetmen ve Öğr. Gör. Zeyno Pekünlü'nün Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Ocak 2016 tarihinde imzalamış olduğum, barış çağrısı yapan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye dair benim ve kimilerini tanıdığım, kimileriyle bu süreçte tanıştığım birçok arkadaşım hakkında “terör örgütü propagandası yapma” iddiasıyla açılmış olan dava vesilesiyle karşınızdayım.
Sokakta oyun oynadığım yaşlarda babaannemin ‘her sorunun konuşarak çözülebileceği’ telkinleriyle büyüdüm.
Ailem beni barışın, kardeşliğin, adaletin, eşitliğin önemini anlatarak yetiştirdi. Okuduğum okullarda, her sınıfımda birkaç sınıf arkadaşımın adının Barış olmasının tesadüf olmadığını, bu ülkenin senelerdir süren bir arzusunun ifadesi olduğunu düşünüyorum.
Hayatım boyunca okuduğum kitaplar, dinlediğim müzikler, izlediğim filmler, takip ettiğim tüm sanatçılar barışı alkışlıyor, savaşı lanetliyordu.
Dolayısıyla bu imzayı atmış olmamızın üzerinden 3 sene geçmiş ve uğradığımız haksızlıklara her gün yenisinin ekleniyor olmasına rağmen, duygusal ve vicdani bir refleksle barış istediğimiz için ağır ceza mahkemesinde, hem de terör suçlamasıyla yargılanıyor olmamıza inanmakta hala güçlük çekiyorum.
Barış talebi suç değildir. İfade özgürlüğüm Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelerle koruma altındadır.
Dolayısıyla ortada bir suç yoktur ve olmayan bir suçun nasıl savunması yapılır bilmiyorum. Üstüne üstlük bugüne kadar savunma yapmış olan akademisyenler, kendi mesleki birikimlerinden yola çıkan ifadelerinde savaşların yol açtığı sosyal, toplumsal, ekonomik, psikolojik ve daha nice yıkıma dair ders olarak okutulabilecek nitelikte savunmalar yaptılar.
Pek çoğu bize istinat edilen suçların hukuki olarak imkansızlığını gösteren, adı geçen bildiride neden bir suç unsuru olmadığını anlatan ayrıntılı analizler sundular. Bunca kıymetli insanın, senelerin birikimleriyle söyledikleri bu yetkin sözlerin üzerine ben ne ekleyebilirim bilemiyorum.
Ocak 2016 yılında elektronik ortamda gördüğüm çağrıya imza atmadan önce bir süre akademisyen sayılıp sayılmayacağımı düşündüm.
Bir vakıf üniversitesinde ders saat ücretli ders veren ve kendini öncelikli olarak sanatçı olarak tanımlayan biri olarak akademisyenlere çağrı yapan bir metine imza atmamım doğru olup olmayacağından emin değildim.
Üstüne üstlük imza kampanyalarının ya da imzalı bildirilerin hayal ettiğimiz dünyayı kurma yolunda zayıf araçlar olduğunu düşünüyordum. Ancak o sırada içinde bulunduğumuz ortamda barış içinde yaşama arzumuzu dile getirmemin tüm araçlarını kullanmamız gerektiğine inanıyordum.
Dolayısıyla bir akademisyen ya da sanatçı olarak değil, çünkü mesleğimizin aslında burada bir önemi yok, arkadaşlarının, sokakta karşılaştığı insanların, alışveriş yaptığı esnafın, öğrencilerinin şimdi ve gelecekte utanmadan yüzlerine bakabilmek umudunu taşıyan, talebinin duyulması için başka bir çaresi kalmadığını düşünen bir insan olarak ve anayasanın verdiği haklara güvenerek bildiriyi imzaladım.
Bu sebeple tüm arkadaşlarım gibi ben de iddianamede bulunan talimatla bildiri imzaladığımız iddiasını kişiliğime ve vicdanıma hakaret sayıyorum ve talimat aldığım iddiasını kesinlikle kabul etmiyorum.
Söz konusu bildiri şiddeti meşru gösterecek veya teşvik edecek herhangi bir ifadeyi barındırmamaktadır.
Aksine barış içinde yaşama hakkının kalıcı olarak tesis edilmesi ve toplumsal uzlaşmanın, barışçıl ve demokratik yöntemlerle sağlanması talebini dile getirmektedir.
Dolayısıyla iddianamede yer alan suç iddiaları bu metinden çıkartılamaz. Ortada olmayan delillerle hakkımda iddia edilen suçların hiçbirini kabul etmiyor ve derhal beraatımı talep ediyorum. (ZP/TP)