Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. Zeynep Kadirbeyoğlu'nun Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
İddianamedeki suçlamaları kabul etmiyorum. Suçlamaya neden olarak gösterilen metni imzaladım, bu konuda kimseden talimat almadım, kimsenin çağrısı üzerine imzalamadım.
İmzaladığım metin barış çağrısı yapmakta vekolluk kuvvetlerinin iddianamede de sıralanan kentlerdeki mahallelerde uyguladıkları yöntemlerin kabul edilemez olduğunu ifade etmektedir.
Bu içerik açık ve net olarak yazılmış olmasına rağmen iddianame beni terör propagandası yapmakla suçluyor.
Sayın savcı iddianamede bu mahallelerde paravan yapılmış sivil insanların bulunduğunu ifade etmektedir – sayfa 14.
Yani iddianame bu mahallelerde sivillerin olduğunu açıkça kabul ve teyit etmektedir. Sivillerin olduğu yerleşim yerlerinde çatışma oluyorsa, devletin ve kolluk kuvvetlerinin görevi vatandaşların can güvenliğini sağlamak ve can kaybı olmasını engellemektir.
İmzaladığım metinde sokağa çıkma yasakları ve sivillerin hayatını kaybettiği süreçteki olaylarla ilgili görüş bildirilmiştir. Bırakın propaganda yapılmış olmasını, metinde herhangi bir terör örgütü ima edilmemiş, zikredilmemiştir.
Bizler Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları olarak hükümet politikalarını eleştirme hakkına sahibiz ve bu metindeki eleştiri de ifade özgürlüğü çerçevesindedir ve suç teşkil etmemektedir.
Kamu kurumları ve iktidarlar yanlış kararlar verebilirler. Önemli olan bu yanlış kararlar karşısında eleştirildiklerinde eleştirenleri cezalandırmak yerine kendilerine yöneltilen suçlamaları değerlendirip sürdürdükleri hareket tarzını revize etmeleridir.
Örneğin insanları dini inanç, etnik köken gibi çeşitli sebeplerle kamu kurumlarından dışlamak bir hatadır. Bunu eleştirenleri cezalandırmak bunun bir hata olduğu gerçeğini değiştirmez; ortada bir hata yokmuş gibi davranılamaz.
Buna en yakın örnek kamuda ve üniversitelerdeki başörtüsü yasağı değil midir? Yıllarca bu yasak sürdürülerek ve karşı çıkanlar cezalandırılarak bazı kadınların eğitim hakkı ellerinden alınmıştır.
Başörtüsü yasağı süresince Boğaziçi Üniversitesi’nde bu konuda aktif olarak o dönemin hükümetini ve YÖK’ü eleştiren ve imza kampanyalarına katılan öğretim üyeleri olmuştur. Bu öğretim üyelerinin ohükümeti eleştirdikleri için cezalandırılmaları adil ve hukuken anlaşılır bir durum olur muydu?
Türkiye’nin çeşitli illerindeki mahallelerde sokağa çıkma yasakları esnasında meydana gelen hukuka aykırılıklar ile yaşam hakkının ihlaline yönelik uygulamaları eleştirenler, hükümet politikasını ve kolluk kuvvetlerinin uygulamalarını eleştirmişler ve yapılan yanlıştan dönülmesi istemişlerdir.
Toplumlarda zaman zaman çeşitli konularda çözülmesi zor gibi görünen karmaşık sorunlar ortaya çıkabilir. Bu sorunları çözme yolunda ifade ve katılım kanalları kapatıldığında sorunlara çözüm yaratmanın çok zor olduğunu düşünüyorum.
Eğer toplumda uzlaşmayı zorlaştıran uyuşmazlıklar varsa bunlar şiddete başvurmadan nasıl çözülür?
Bir siyaset bilimci olarak benim ilgilendiğim konu budur. Demokrasi aslında çeşitliliği ve birlikteliği örgütlemektir.
En kötü ihtimalle birbirimize tahammül edebilmektir demokrasi. Kamu yararı bir kişi tarafından veya bir grup tarafından belirlenemez. Kolektif olarak herkesin katılımıyla karar verilen şeydir kamu yararı.
Bu sebeple demokratik süreçler önemlidir. En basit demokrasi tanımında “vatandaşların, şiddetli cezalandırılma tehlikesi olmadan siyasi meseleler hakkında kendilerini ifade etme hakları olmalıdır” der. Bu yargılamalar sonucunda verilen hüküm demokrasi tanımıyla çelişmektedir.
Demokrasi ve insan haklarına dayalı devlet anlayışı ile taban tabana zıt olan bu yargılamaların ve verilen cezaların adalet ve hukuk devleti ilkelerine tamamen aykırı olduğunu düşünüyor ve beraatimi istiyorum. (ZK/TP)