Bilirsiniz, Bertolt Brecht’in kaleminden çıkmadır: "... ve yoksul adam zengin adama dedi ki: Ben yoksul olmasaydım, sen zengin olamazdin!"
Önümde iki rapor duruyor. Birisi Federal Alman Merkez Bankası’nın aylık raporu, diğeri ise Almanya Çocukları Koruma Birliği Başkanı Heinz Hilgers’in basına sunduğu rapor. Diyeceksiniz, ne âlâka. Okumaya devam edelim, âlâka ortaya çıkar.
Federal Alman Merkez Bankası, Ağustos 2007 itibariyle Almanya’da hane başına düşen toplam mal ve para varlığının dokuz trilyon avroya yükseldiğini ve 1,6 trilyonluk borcun düştükten sonra, özel net mal ve para varlığının 7,7 trilyon avro olduğunu açıkladı. Şaka maka degil, oniki sıfırlı bir rakamdan bahsediyoruz.
Çalışsalar kazanırlardı...
Bu rapora dayanarak haber yapan sermaye medyası, tasarruf hesaplarında, hisse senetlerinde, hayat sigortalarında v.s. menkul kıymetlerde 4,5 trilyon avroya ve gayri menkullerde 4,8 trilyon avroya sahip olan Almanların 1991’den bu yana istatistikî ortalama zenginliğini iki katına çıkaran ekonomi politikalarına övgüler dizdi. Öyle ya 16 yılda hane başına düşen ortalama mal ve para varlığı 60 bin avrodan 115 bin avroya çıkmıştı ve bu sayılar kapitalizmin nimetlerini gözler önüne sermekteydi.
Demek ki kapitalizm kötü bir şey değildi. Reel sosyalist baskı altından kurtarılan Doğu Almanların bunu anlamaması zaten çok tuhaftı. Eger hane başına düşen bu zenginlikten faydalanabilenler yoksa, onların kendi kabahatiydi. Çalışsınlar, onlar da kazanırdı...
Gazete sütunlarında kullanılan bunlara benzer gerekçeleri buraya yazarken bile sinirden ellerim titriyor. Bu haberleri yapanları örneğin Federal İstatistik Dairesi’nin başka diğer sayıları hiç ilgilendirmiyor.
Sermaye için toplumun sosyal giderleri kısıtlanıyor...
Örneğin aylık geliri bin avro veya daha altında olanların, bırakın tasarrufu, borçtan dahi kurtulamadıklari. Veya Almanların yarısından fazlası toplam mal ve para varlığının sadece yüzde 4’üne sahipken, toplumun yüzde onluk bir kesiminin ise toplam zenginliğin yüzde 48’ine sahip olması gibi. Veyahutta devletin bir taraftan en zengin kesime yeni vergi hediyeleri sunduğunu, diğer taraftan da bu hediyeyi, yani yeni sermaye birikim olanaklarını finanse etmek içinse, toplumun geniş kesimlerinin aleyhine sosyal giderleri kısıtlamasını.
Heinz Hilgers’in açıklamalarına bu bağlamda bakmak gerekir. Hilgers, Federal İş Ajansı’nın Almanya’daki yoksul çocuk sayılarını açıklamasından sonra basının önüne geçmişti. Ajans’ın verilerine gore bu yılın Mart ayı itibariyle Almanya’da 15 yaşın altında olan toplam bir milyon1929 bin çocuk yoksulluk sınırının altında yaşamaktaydı. Bu sayı 2005'te 1,5 milyondu, yani iki yılda 400 bin artmıştı.
Hilgers ise bu sayının gerçekleri vermediğini, düzeltilmesi gerektiğini ve 15 yaş yerine, reşit olma yaşı olan 18’in sınır alınmasının zorunlu olduğunu söylüyor. Böyle olunca – ki doğru olan da budur, çünkü aileler çocukların 18’e girene kadarki masraflarını taşımakla yükümlüdürler – bu sayı 600 bin artarak 2,6 milyona ulaşıyor. Yani dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya’da 2,6 milyon çocuk yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda bırakılıyor.
Avrupa'nın zenginlik koşulu Afrika'nın yoksulluğu...
İtirazlari duyar gibiyim. Almanya’da yoksul olarak yaşamak için yaşamını tehlikeye atan yüzbinlerce Afrikalı, Asyalı var. Doğru, hatta yaşamını tehlikeye atarak Avrupa’ya yasal olmayan yollardan girmeye çalışanlar, Afrika’nın Asya’nın en yoksulları bile değil. En yoksulları seyahat dahi edemiyorlar. Ve Almanya’nın, Avrupa’nın zenginliğinin ön koşulu, Afrika’nın, Asya’nın yoksulluğudur. Doğru, ama yasam koşulları temel alındığında, bu doğru, 2,6 milyon çocugun yoksulluk sınırında yaşıyor olması skandalını bertaraf etmez.
Göstermek istediğim çok basit bir gerçek: Dokuz trilyon avro zenginliğe sahip olan bir ülkede, 2,6 milyon çocuk yoksulluk sınırında. Bu basit gerçek kapitalizmin ne menem bir illet oldugunu göstermeye yetmez mi? (MÇ/NZ)