Bir cezaevi yatağı üzerine, yine cezaevinde yaptığım bir çalışmam sergilenecek. Bu iş çarşaf ve yastıktan oluşuyor. Yastığın üzerinde saçlarımı dikerek yazdığım "Ben Zehra, pişman değilim" yazısı var.
Çarşafın üzerinde de annemin bana verdiği beyaz tülbentin üzerine döktüğüm adet kanını kolajlanarak ve geri kalan kısmına da kadın siluetleri resmettiğim bir çalışmaydı bu.
Bununla aslında sadece politikaya dair siyasi bir söylemden ziyade bir kadın olarak pişman olmadığımı ifade ediyorum. Sürekli başımıza gelen şeylerden dolayı pişmanlık içine girmemize neden olan bu toplumsal cinsiyet normlarından bıktım. "Gece geç dışarı çıkmasaydım, tecavüze uğramazdım", "Babamın sözünü dinleseydim, başıma bu gelmezdi" ,"Bu adama inanıp sevişmeseydim, kızlık zarım bozulmazdı", "Ben artık kız değilim, peki şimdi ne yapacağım" gibi birçok şeyler söyletiyor cinsiyetçi toplum.
Hep bir pişmanlık. Cezaevinde bu işi yaparken aslında cezaevi yatağı üzerinden bir metafor yaratmak istedim. O yatak biz dışardayken de var. Bizi hep o yatağa hapsettiler. Dışarda olan kadınlar da aslında her gün o yatağa yatıyor, o cezaevi yatağı her yerde. En kötüsü de o yatak her kadının gerdek gecesinde. Korka korka, bacaklarımız titreye titreye uzanırız o gece o yatağa. Bu yüzden çarşafın ortasına o kanı yerleştirdim. O kan benim adet kanım. Ama aynı zamanda gerdek gecesi kanını da çağrıştırsın diye çarşafın ortasına yerleştirdim.
Adet olduğumuzda biz kadınlar bile adet kanımızı görmek istemeyiz. Bir kadının bile pantolonumuza fark etmeden sızmış kan lekemizi gördüğünde rahatsız oluruz, özür dileriz. Bizi bile kendi sıvımızdan iğrendirdi bu cinsiyet normları laneti. Tüm dinlerde bu sıvı haram, aybaşı gören kadın dini yerlere giremez, yemek yapamaz, yapsa bile bereketsiz olur. Çünkü haramdır. Nasıl oluyor da insanlığı dölleyen bu sıvı bu kadar iğrenç görülüyor?
Cezaevindeyken, "Evet aslında ben dışardayken de bu yatağa mahkûmdum. Bu algılardan kurtulmazsam eğer tahliye olsam bile bu yatak benimle gelecek. Ben hep yatalak gibi bu yatağa mahkûm olacağım" dedim kendime. Cezaevindeyken kendimi ve arkadaşlarımı düğümlere üfleyen büyücüler gibi görürdüm. Sanki lânetlemişiz de atılmışız oraya. Bir şeye itiraz eden, buna karşı kadın mücadelesi yürüten lanetlenmiş kadınlar pişman ettirmeye zorladılar. Yataktan pişman olmadan, onların doğum kuluçkası olmaya itiraz ederek adet kanımı oraya akıtarak “Ben Zehra Doğan, o yataktan pişman değilim” diye kalkıyorum.
Gazeteci-ressam Zehra Doğan’ın eserleri ilk kez “Nehatîye Dîtın / Görülmemiştir” isimli sergiyle Türkiyeli sanatseverlerle buluşuyor. Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde 9 Ekim’de (bugün) başlayan sergi, bir ay boyunca açık olacak.
Zehra Doğan ile bu sergi vesilesi ile uzun zaman sonrasında görüştük.. Ara sıra gözyaşı, bolca kahkahalı söyleşimizden yansıyanlar…
Nasılsın?
İyi ama biraz yorgunum. Şimdi Cenevre’ye gidiyorum. 25 Kasım’da orada bir performansım var. Mekânı görmek ve toplantı yapmak için yoldayım. Kasım’ın 27’sinde yine Cenevre’de bir konferansımız olacak. Ai Weiwei ile birlikte, "İnsan Hakları ve sanatla direniş" üzerine bir konferans vereceğiz.
“Sürekli göçebe halindeyim”
Türkiye’den ayrılalı çok oldu, neler hissediyorsun?
Bir yerden ayrılmak duygusu çok başka. Bilerek isteyerek ayrılıyorsan farklıdır, zoraki bir şekilde ayrılıyorsan başkadır. Ben zoraki bir şekilde ayrıldım. Kalsaydım hakkımda devam eden başka dosyalar nedeniyle tutuklanabilirdim.
Bu nedenle de ayrılmak ve dönememek beni çok zorluyor. Tam bir göçebe hayatım var artık.. İki yıl oldu sanırım. Önce Londra’ya yerleştim ama sonra gazeteci ve resim işleri nedeniyle göçebe hayata döndüm.
Sürekli bir göçebelik ve bu halin ne zaman biteceği belli değil. Çok uzun yıllar daha sürebilir. Eminim kendi isteğimle olsaydı bu süreç benim için çok eğlenceli olabilirdi, ama sabahları ben uyanmadan annemin çay bardağını karıştırdığı kaşığın sesini düşünüp uyuduğum ve o sesi duyacağım umuduyla yaşadığım günler var.
Türkiye’den çıktığımdan beri yol halindeyim. Sadece geldiğim ilk beş ayı hatırlıyorum. İlk beş ay 15 ülkeyi gezdim, sergilerim açıldı. Sonrasını hatırlamıyorum.
Cezaevinde sanatın ile dışarıdaki çizimlerin arasında ne gibi farklar var?
Bağlam olarak çok farklılık yok. Cezaevindeyken de dışarıdayken de hep kendisini var etmeye çalışan, resimle kendisini ifade eden biriydim.
Profesyonellik bakımından mesleğim açısından, yaptığım resim açısından baktığımda çok daha profesyonel görüyorum kendimi. Daha ne yaptığını nasıl bir şekilde yapılması gerektiğin bilen bir Zehra olarak görüyorum kendimi.
Ama düşünce ve sanat tekniği açısından aynı Zehra’dan söz edebilirim.
“Hayatım politikti, sanatım da öyle”
Peki Türkiye’nin yurtdışındaki hali nasıl?
Maalesef imaj açısından çok kötü görünüyor. Havuz medyasının da gösterdiği şeyler var, Erdoğan ve Erdoğancı halk çoğunluk gibi görünüyor. Erdoğan’ın fikirlerine tabi gibi görünüyor halk. Muhalifler de sanki tüm baskılar Erdoğan sonrasında gelmiş gibi davranıyor. Ben hep düzeltiyorum. Beni tanıtırken “Erdoğan Türkiyesi’nden kurtulan” diye anlatıyorlar. Bu sorun sadece 15 yıllık Erdoğan politikaları sorunu değil ki...
Evet Erdoğan mağdurları gibi bir kesim var ama onlar daha çok son 15 yılı bildiler. Oysa Türkiye’de Kürtler ve sol sosyalist mücadele verenler, Erdoğan’dan önce de sorun yaşıyordu. Cumhuriyet eşit vatandaşlık üzerine kurulmadığı için, demokrasi sorunu olan bir ülke olduğu için Türkiye, en baştan beri büyük hasarlar gören halklar var. Sanki bu yokmuş gibi, sorunu son 15 yıldan ibaret görmenin eksik olduğunu düşünüyorum.
Konferanslarda sanatını ve yaşadıklarını anlatıyorsun. Bize de özetler misin?
Benim gazeteci olmam, cezaevinden çıkmış olmam nedeniyle politik biri diye yorumlanıyorum. Oysa benim yaşadıklarım, tanık olduklarım kendimi ifade ederken politik olarak çıkıyor. Ben kendi sanatımı politik sanat olarak değerlendirmek istemiyorum. Politik biri olarak sanat yapıyorum, bunu böyle diyebilirim.
"Politik sanat ve politikacılık aynı şey değil, ben bunların ayrı olduğunu düşünüyorum.
Bu yüzden kendimi politik biri olarak sanat yapan ve bu da çalışmasına yansıyan pretest bir yerden ifade biçimi bulan olarak görüyorum.
Ama bu şöyle de değil; Beyaz bir koltukta oturup bugün, "politik bir çizim yapayım" da demiyorum. Kendimi ifade ederken çizdiklerim politik olarak çıkıyor, yansıyor. Kürt coğrafyasında büyümüş, çocukluğu Diyarbakır'ın en protest mahallesi Bağlarda geçmiş, Sur'da yaşamış bir kadın olarak bu normal bir durum değil mi?
Ben zaten bu konuda eleştiri alıyorum “çok politik işler yapıyor” diye...
Tüm çocukluğu çalışarak geçen, 16 yaşında polise taş atmaktan yargılanan bir kadınım, sonrasında yine cezaevine giren, Nusaybin’deki çatışmaları gören bir gazeteciyim ben, ürettiklerim nasıl politik olmasın benim! Politik kimliğe sahip biriyim, politikacı değilim. O kadar baskı gören, cezaevleri gören biri olarak başka bir şey olamam ki...
Bilgi anlamında sadece kendisini geliştiren biri olsam, sadece sanatım bunun üzerine ilerlese... Ben bu değilim ki...
“Politik biri” diyerek Türkiye’den beni eleştirenleri de anlayamıyorum. Benim politik bir hayatım oldu, sanatım da öyle olması normal değil mi?"
Önce görülen sonra görünmeyen: "Görülmüştür"
Türkiye’deki sergine gelirsek...
9 Ekim’de İstanbul’da Edebiyat Evi’nde sergim. Mahmut Wenda Koyuncu ve Seval Dakman Araç eş küratörlüğünü yapıyor. Ben gelemiyorum ama sanatım orada, Türkiye'de. Sonrasında sergimizin Amed’e gideceğini umuyoruz
Bu sergiye “Görülmemiş” dedik. Sergi, cezaevindeki işlerimden oluşuyor. Daha doğrusu cezaevindeyken yaptığımız kolektif işlerden oluşuyor. Oradaki mahpuslarla yaptığımız işler var. Sadece benim işim değil. Annemin gönderdiği kıyafetler, yazmalar, çarşaflar var. Hepsi yeniden anlam bularak, ifade biçimi olarak kendisini var eden eserler...
Bu işin içinde annemin, ablamın, avukatlarım, cezaevindeki mahpus arkadaşlarımın gönderdikleri var. Onların gönderdikleri eşyalar içeri girerken “Görülmüştür” denilerek içeri giriyor, dışarı çıkarken gizlice çıkartılıyor. Çok başka bir felsefesi var “görülmüş” denilen bir şeyin görülmemiş olarak, gizli bir şekilde dışarı çıkarılması. Bu ayrı bir nokta, ayrı bir ifade biçimi.
Regl kanını sanatsal bir ifade biçimi olabileceği, nereden aklına geldi?
1970'’lerde ABD’de kadın sanatçılar idrarları ve kanlarıyla bu anlamda eserler verdi. Onlar erkek bakış açısını delmek için yaptı bunu. Ben bunu bilinçli, isteyerek yapmadım, cezaevi zorunluluğundan yaptım. Yoksunluktan ortaya çıktı.
Bu yoldan kendini ifade edememe durumundan ortaya çıktı. Kendi bilinçli tercihim değil, zorunlu tercihim. Yokluğun içinde bir varlık yaratma devinimi...
"Cezaevinde ve Nusaybin'de özgürlüğü hissettim"
Sanat özgünlük ve özgürlük ekseninde senin çizimlerin hem özgün hem de özgürlüğü simgeliyor diye düşünüyorum sen ne düşünüyorsun?
Hem özgün hem özgür... Protesto niteliği taşıyor. Kavramı da çok güçlü, ona çok önem veriyorum. Her bir işim için okumalar yapıp o hislerin samimiyeti ile ortaya çıkan işlerdir.
O özgünlüğü yaratmak için arayış biçimlerim oluyor, yöntemlerim oluyor. Her insan özgündür, özgürlük ise başka...
Bir kadın olarak buna çok çok inanıyorum, özgürlük istediğini yapmak değil... Cezaevinde ve Nusaybin’de kendimi hep daha özgür hissettim. Neden öyle hissetim? Oysa oralar zor yerlerdi, çatışmanın olduğu yerdi Nusaybin.
Ama oralarda özgür olduğumu hep hissettim. Sonradan bunu da çok düşündüm. Neden oralarda özgür olduğumu hissettim?
Avrupa'ya ilk geldiğimde kendimi hiç özgür hissetmedim.
Hep bir şeyler eksik gibi hissettim. Sanki bedenimi birileri dikenli tellerle sarmış, ben hareket ettikçe o teller ciğerime batıyorsun gibi hissettim. Çok sonradan fark ettim ki oralarda her ne kadar bir çatışmanın altında olsaydım da, "hayır" diyebildiğim için kendimi iyi hissediyordum. Sanatımdan dolayı cezalandırdıkları cezaevinde "hayır yaptığım suç değil" diyerek sanat yaptığım iyi hissediyordum.
Ben Avrupa'da hayır demeye başladıktan sonra kendimi iyi hissetmeye başladım.
Özgürlük, yapmak istemediğini yapmamaktır... Benim resimlerim, beklenilen istekleri yapmamaktır. Resim fakültelerinde de kalıplar öğretirler vs. Tüm bunlara karşı çıktığında sanat olur oysa... Tüm o erkek algılara, genel geçer kavramlara karşı çıktığında bu biçimiyle ürettiğinde özgür ve özgünsün.
"Beni terörize etmeleri canımı sıkıyor"
Kürt coğrafyasının sesini duyuyorsun, ne söylemek istersin?
Bana bu misyon çok ağır geldi, bunu kabul edemem, ben tek değilim, bir halkız biz. Ben o kolektif halkın içinden biryim. Benim kendime biçtiğim öyle bir misyonum yok. Şöyle söyleyebiirim, ben politikadan uzak duruyorum ama politik bir kişiyim. Sadece şunun bilinmesini, anlaşılmasını çok isterim: Ben politik biriyim ve bu da zaten işlerime yansıyor. Böyle anılmak değil, beni terörize etmeleri canımı sıkıyor.
İstanbul sergisi dışında başka nerelerde sergiler var?
Önümüzdeki aylarda ABD’de benim için çok önemli ve öğretici sergilerim, konferanslarım var ancak, ABD beni "terörist" gördüğü için vize alamıyorum ve gidemiyorum. İtalya, Almanya, İsviçre ve İngiltere’de de sergim olacak. Şimdilik aklıma gelenler böyle.
Zehra Doğan hakkında Dicle Üniversitesi Resim Öğretmenliği Bölümü mezunu. JİNHA'da ajansın kurulduğu yıl olan 2012'den kapatılana dek muhabir ve editör olarak çalıştı. Türkiye'nin ilk ve tek kadın haber ajansı Jin Haber Ajansı da 29 Ekim 2016'da 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatıldı. Doğan, 24 Temmuz 2015'te çatışmaların ve sokağa çıkma yasaklarının yaşandığı dönemde Mardin ve ilçelerinden haber geçti. Olan biteni resimleri ile de kamuoyunun gündemine taşıdı. Şengal'de IŞİD tarafından şiddet gören kadınlarla yaptığı "Ezidi Kadınların Çığlığı" haberiyle Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü'ne layık görüldü. |
Ne olmuştu? Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Jin Haber Ajansı (JINHA) editörü Zehra Doğan ve HDP Mardin milletvekili Ali Atalan'ın danışmanı Mazlum Kavak 21 Temmuz 2016'da Mardin'de bir kafede otururken gözaltına alındı. İki gün sonra Nusaybin Adliyesi'nde hakim karşısına çıkartılan Doğan, tutuklanarak cezaevine gönderildi. Doğan, 4,5 ay cezaevinde tutulduktan sonra 9 Aralık 2016'da Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde "örgüt propagandası" ve "örgüt üyeliği" iddiasıyla hakkında açılan davanın ilk duruşmasında tahliye edildi. Mahkeme, Doğan'ın "örgüt üyeliği" iddiasından beraatına, "örgüt propagandası" suçundan tutuksuz yargılanmasına karar verdi. Mart 2017'de Doğan, Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada "örgüt üyeliği" suçlamasından beraat etti. Ancak 21 Aralık 2015 -9 Aralık 2016 tarihlerinde sosyal medyada yaptığı paylaşımlar ve 22 Aralık 2015'te Nusaybin'de 10 yaşındaki bir çocuğun notlarını haberleştirdiği için 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ceza, 2 Haziran 2017'de onandı. Doğan, 12 Haziran 2017'de tutuklandı. Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde kaldığı sürede hapishane yönetimi, Doğan'ın resim yapmak için istediği boya kalemlerini ve boyaları Doğan'a vermedi. Doğan, cezaevinde ulaşabildiği bitki köklerinden ve regl kanından boya yaptı, resimlerini üretti. Cezaevi yönetimi, Doğan'a avukatlarının ve arkadaşlarının yolladığı kitapları da "yasak" diyerek vermedi. Doğan, 16 Mart 2018'de 20'ye yakın mahpusla birlikte Tarsus Cezaevi'ne gönderildi. Dünyaca ünlü İngiliz sokak sanatçısı Banksy, 16 Mart 2018'de, Doğan'ın tutuklanmasına neden olan resmi, New York'un Manhattan semtinde bir duvara çizdi. "Bu resmi yaptığı için iki yıl dokuz ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldı" diye yazan Banksy, parmaklıklar ardında olan Doğan'ı çizip "Zehra Doğan'a Özgürlük" yazdı. Doğan'ın cezaevinde yaptığı resimlerin de yer aldığı sergi, Fransa başta olmak üzere birçok ülkede sanatseverlerle buluşuyor. |
(EMK)