Dizilerdeki eril bakış açısı ve “ne yapalım toplum bunu seyrediyor, haliyle bunu istiyor” mottosu, hemen hemen birçok kişinin eleştirdiği bir konu.
Senaristlerden, setlerdeki set emekçilerine, medyada çalışanından, akademisyenine kadar hemen her kesimden duyarız, “Aman bu diziler de şöyle kötü böyle berbat…”
Bu konuda o kadar çok eleştiri ve söylem yayıldı ki artık bu durum da tıpkı şiddetin kendisi gibi “normalleşmeye” başladı maalesef.
Ancak bir grup senarist öyle bir rapor hazırladı ki durumu hem bir kez daha gün yüzüne çıkardı hem de çözüm önerilerini sıraladı.
Evet, SenaristBir Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu’nun hazırladığı "Kadın Senaristler Mesleki Cinsiyet Ayrımcılığı Raporu"ndan söz ediyorum.
SenaristBir Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu Başkanı, yazar, senarist Zehra Çelenk, dikkat çeken raporun detaylarını anlattı ve yeni bir manifesto hazırlığında olduklarını söyledi.
“Manifesto hazırlığı içindeyiz”
Bu rapor fikri nasıl ortaya çıktı?
SenaristBir bünyesinde bir Toplumsal Cinsiyet Eşitliği komisyonumuz var. Yaklaşık iki yıldır orada bir grup senarist kadın arkadaşla toplanıyoruz, söyleşiyoruz, çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Şu an en kapsamlı çalışmamız filmler, diziler ve dijital içeriklere yönelik bir manifesto hazırlığı.
Senaristler başta olmak üzere tüm içerik üreticileri için, kurumları da kapsayabilecek bir tür mesleki mutabakat metni diyelim.
Bunu imzalayan, ürettiği içeriklerde toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetme sözünü de vermiş olacak, hatta belki bu durum jenerikte belirtilecek…
“Daha eşitlikçi içerikler üretilebilir”
Kulağa çok ilginç geliyor, bu manifesto ihtiyacı nereden doğdu peki? diye bir parantez açayım…
Özellikle TV dizileri için büyük bir etki varsayımı var. Hemen her kesimde TV dizilerinin toplumu doğrudan etkileyebildiğine ve içeriklerin geneline bakınca bunun da pek iyi bir etki olmadığına dair bir izlenim var, topun ucunda da senaristler. Elbette bu düşünüşün haklı tarafları da var.
Yani her gün 2,5 saat boyunca bir hikâyede “kayboluyor” insanlar. Dolayısıyla orada söylenen sözün doğurduğu bir sorumluluk var. Cinsiyet temsillerinden, şiddete ne biçimde yer verildiğinden, kullanılan dile kadar…
Öte yandan TV dizileri sonuç olarak kurmaca metinler ve gökten zembille inmiyor, onlar da hayattan besleniyor. Bir de kurmaca
Raporun en çarpıcı bulguları neler size göre? - Kadın senaristlerin yüzde 64’ü çalışma ortamında cinsiyet ayrımcılığına uğradığını düşünüyor. - Çalışma koşulları konuşulurken talepkâr görünebileceği düşüncesiyle hakkı olan ücreti istemeye çekinen kadın senaristlerin oranı yüzde 78 - Senaryo çalışmalarında erkek ekip üyelerinin mansplaning’ine (talep edilmeyen akıl verme, erizahat, erbilgiçlik…) maruz kaldığını düşünen katılımcıların oranı yüzde 70. -İçerik üretiminde herhangi bir görüşünün kadın olması nedeniyle etkisizleştirilmeye, duygusal alana itilmeye, küçümsenmeye çalışıldığını hisseden kadın senarist oranı da yine yüzde 70 gibi büyük bir oran. -Ekip çalışmalarında herkesin fikrini eşit olarak ifade edemediğini, ekip içi işleyişin iktidar ilişkileri ile şekillendiğini düşünen katılımcıların oranı yüzde 62. - Ekipte senaryo metni oluşturulurken kadın bakış açısını geliştiren öneri ve yorumlarının görünürde “ticari” bahanelerle ama aslında eril bakış açısının bir ürünü olan gerekçelerle reddedildiğini düşünen katılımcıların oranı yüzde 64. - Kadın olmasından dolayı duygusal, tepkisel, histerik, fazla titiz, ayrıntıcı vb. olmakla etiketlendiğini ifade eden katılımcıların oranı yüzde 73. Tüm bu sonuçlar senaristler arasında, senarist kadınlara belirgin şekilde cinsiyet ayrımcılığı yapıldığını doğruluyor. |
metinlerin izleyiciyle kurduğu ilişki göründüğünden daha karmaşık, dramaturji bir bütün. Hikayeler her şeyi anlatabilir, bir dizi şiddet içeriğine de sahip olabilir, önemli olan “bakış açısı”.
Buralarda bir de sansür meselesi giriyor devreye. Yani diziler aracılığıyla bir tür toplum mühendisliği yapıldığı varsayımıyla getirilen sansürler de biliyorsunuz aslında şiddet içeriğinden çok hayat tarzına yönelik şeyler oluyor. “Eşitlik yoksa şiddet vardır,” bunu önlemek de toplumun her düzeyinde toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bakış açısı ve uygulamalarla mümkündür.
Bu önemli noktanın gözden kaçırılmasını önlemeye çalışıyoruz.
Tüm bu karmaşık, çok da fazla paydaşı olan süreçte biz elbette senaristler olarak elimizi taşın altına koymak istiyoruz öte yandan. Hem dramaturjiye zarar vermeksizin bir tür özdenetim geliştirmek hem de çok popüler deyimle, “farkındalık yaratmak” amacıyla.
Yani kendi müdahale alanımız içinde, “toplum bunu istiyor/izliyor” gibi basit bir yaklaşımın biraz dışına çıkarak nasıl daha çeşitli, cinsiyet eşitliğini gözeten, daha iyi içerikler üretilebilir?
Yüz yıldır birbirini tekrar eden kadın karakterler, stereotipler hayatın hızına ayak uydurarak nasıl daha gerçek hale getirilebilir?
Estetize ya da erotize etmeden kadına şiddet nasıl anlatılır? Kendi aramızda da tartışıyoruz bunları. Bu gibi konuların evrenselleşmiş ölçütleri de var, biraz bunların yerleşmesine katkıda bulunmak bu manifesto ile amacımız.
Anket metodu hakkında bilgi verir misiniz?
İlk soruna dönersek, bu manifesto hazırlığı sırasında şunu fark ettik: İçeriklere yoğunlaşmadan önce çalışma koşullarına bakmamız gerek. Farklı ve diyelim “eril olmayan” bir bakış açısını yansıtmaya yetecek miktarda kadın senarist - bu arada farklı düşünen erkek senaristler de var elbette- mevcut.
Ama bizim çalışma koşullarımız nasıl? Kadın senaristler ekip içinde ayrımcılıktan şikayetçi mi, kendilerini rahatça ifade edebiliyor, içeriklere müdahale edebiliyor mu? İşte bunu ölçmek için bir çalışma grubu kurduk.
Duygu Ertekin, Çağrı Kara, Ezgi Özcan, Şahika Çakırca ve ben 28 soruluk bir anket hazırladık. Anketimize dair değerli akademisyenlerden, Meral Özbek ve Sevilay Çelenk’ten de danışmanlık aldık. Ve sonra 101 kadın senaristin katıldığı -oldukça iyi bir sayı-bu anketin sonuçlarını raporladık.
“Çarpıcı ve umut verici”
Genel olarak raporun çıktılarını nasıl yorumluyorsunuz?
Çarpıcı! Yani tabii bekliyorduk ama bazı sorularda bu kadar yüksek oranları da beklemiyorduk açıkçası.
Bu biraz da şundan kaynaklanıyor. Bizimki gibi emek yoğun, bazen 13-14 saat süren kafa kafaya mesailerin olduğu bir alan insana bir parça daha cinsiyetçi önyargılardan arınmış gibi geliyor.
Yani kafa emeğiyle, ter dökerek beraberce bir içerik hazırlıyorsun. Bir de tabii her alanda olduğu gibi içselleştirilmiş şeyler var. Göre göre kötünün iyisine razı geliniyor falan. Ama tüm bunlara rağmen, bu görece daha eşitlikçi alanda bile kadınların ayrımcılıktan ciddi ölçüde rahatsız olduğunu ve bunu gayet cesur, net cevaplarla ifade ettiklerini gördük. Bu hem çarpıcı hem umut verici.
"Bir kere tokadın senaryoya girmesini engelledim"
Kadın senaristler senaryo yazım sürecinde “kadın bakışını” sunmak istediklerinde ne gibi tepkilerle karşılaşıyorlar? Somut duyduğunuz örnekler oldu mu? Veya siz tanık oldunuz mu?
Kadın bakışı, ya da toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bakış diyelim, belki daha doğru olur. Çünkü kadın bakışı deyince neredeyse tamamen duygusal alan, duygular alanı anlaşılıyor bizde. Hem duydum hem de yaşadım elbette.
Üstelik bu açıdan galiba şanslıyım, çoğunlukla bu konuda oldukça duyarlı ve bilinçli yapımcılarla, ekiplerle çalışma fırsatım oldu. Ama sektördeyseniz de aksinin denk gelmemesi imkânsız.
Kadınların bu konuda yaşadıklarının bir kısmı yukarıdaki anket bulgularında var zaten. Daha somut örnek verecek olursak, kendi başımdan geçen en bana göre uç örneği anlatayım.
8-9 yıl önce bir senaryo çalışması sırasında, dizinin güçlü, romantik Alfa erkeğinin çok çatışmalı ve aslında toksik bir aşk yaşadığı yine güçlü kadın karakterine tartışma sırasında bir tokat atabileceği söylendi. Sonrasında da barışacaklardı. Her zerremle karşı çıktım.
Erkekler romantik ilişkilerde bu tür şeyler yapmadıkları için değil. Buradaki karakter günün sonunda yine “aşık olacağımız adam” diye sunulduğu için.
Yani bir tartışmada, ne kadar sert geçerse geçsin, işin oralara varabileceğini bir kez normalleştirirseniz şiddetin tamamını normalleştirmiş olursunuz. Tartışma biraz uzun sürdü ama o tokadın o senaryoya girmesini engelleyebildim.
Bir de şu var, 8-9 senede bile çok şey değişti aslında ve bunu da büyük oranda kadın ve LGBTİ hareketlerine borçluyuz. Şu anda bu tokat meselesi bir ekipte hiç tartışılmayabilir.
Tabii bu kadar sert olmayan ve müdahale edilemeyen durumlar da çok maalesef. Yani romantik aşk hep zaten böyle eril şiddetin kıyısında bir şey olarak tarif ediliyor bizde. İlle bir koldan sürükleme, kapı cam indirme var. Aşkın, tutkunun böyle bir eril şiddet şovu olmadığını çok daha sık, daha iyi hikayelerle anlatabilmek lazım.
“Yazar set işine karıştırılmıyor”
Bir filmin, dizinin ya da setin emekçilerinin erkek senariste ve kadın senariste bakışı temelde ne gibi farklılıklar içeriyor?
İş sete geldiğinde bu konuda anlamlı bir farklılık ben gözlemedim, bunu komisyondan arkadaşlara sordum, onlar da aynı fikirde. Bunun bir nedeni de senaristin bir tür masa başı canlısı olması, sette sanıldığından çok daha az bulunabilmesi olabilir tabii. Hem özel örnekler haricinde bizde yazar o derece set işine karıştırılmıyor hem de zaten günler süren uykusuz yazı mesaisi buna pek elvermiyor.
Yeni raporlar gelecek mi?
Gelecek evet, bizi izleyin Manifesto/mutabakat yolunda bu türden birkaç çalışmamız daha olacak ihtiyaç oldukça. Devamında da gelecektir.
“Yeter ki kımıldayalım”
Son alarak eklemek istedikleriniz neler?
Senaryo gibi işleyişinin çok bilinir görünüp aslında pek az bilindiği bir alanda, kadınlara yönelik ilk kez böyle bir çalışma yaptık.
Sonuçları ve yankıları bizi çok heyecanlandırdı. Dediğim gibi paydaşı, değişkeni çok, “ticari” kısmı nedeniyle de alengirli, değişimin zor ve uzun vadede olabileceği bir alan. Ama her açıdan taşları yerinden oynatmak mümkün.
Yeter ki kımıldayalım. Bu minvalde kımıldamayı sürdüreceğiz! Teşekkürler güzel sorular için. (EMK)