Dicle Haber Ajansı İmtiyaz Sahibi ve Yönetim Kurulu Başkanı Zuhal Tekiner, 24 Aralık 2011'de "örgüt üyesi olduğu" iddiasıyla tutuklandı. Halen Bakırköy L Tipi Kadın Cezaevi'nde. KCK gazeteciler iddianamesinde, "örgütün amaçları doğrultusunda haber yapmakla" suçlanıyor. 1 Mayıs 2010'da İstanbul Taksim'de yapılan mitingi izlemesi ve haberleştirmesi, bu suçlamaya dayanak olarak gösteriliyor. Tekiner'e sorguda, "Kuzey Irak'ta PKK/KCK'nin düzenlediği basın konferansına katıldın mı?" diye sorulmuş, ancak onun pasaportu bile yok. Tekiner, 1 Eylül'de çıkan Tutuklu Gazete'ye "Zaman neyi değiştirdi" başlıklı bir yazı yazdı:
1996 yılında bir gece yarısı yüzleri maskeli onlarca özel harekât polisi eşliğinde evimiz basılmıştı. Didik didik bir arama, başımıza dayanmış otomatik silahlar, neler olduğunu gözleyen şaşkın, korku dolu bakışlar.
Evde bulunan en küçük bir not kağıdından tutalım da ne bulmuşlarsa örgütsel bağ kurabilme umuduyla el konulmuştu.
1992-93 yıllarında babam İstanbul'a iş amaçlı gidip gelirdi. O dönemde yolda küçük bir Rus pazarı ile karşılaşınca, pazarı dolaşıp enteresan bulduğu bir küçük dürbünü, ilgimizi çeker diye, satın almış. Dürbünle tanıştığımızda gerçekten çok ilgimizi çekmiş, uzun süre bir oyuncak gibi oyalanmıştık.
Baskın esnasında dürbün, eve gelen polislerin de oldukça ilgisini çekti. Bir örgütsel bağ bulma hevesiyle babamla birlikte dürbün de gözaltına alındı.
Babam serbest bırakıldı. Bir süre sonra da açılan davada beraat etti. Yalnız dürbün o kadar şanslı olamadı. 3 yılı aşkın bir süre sonra dürbünün serbest bırakıldığı bir telefonla bize bildirildi. Babam gidip dürbünü ve salıverme kâğıdını alıp geldi. Dürbüne, ilk tanıştığımız günden daha fazla ilgi gösterdik. Zira dürbün artık siyasi bir geçmişe sahipti.
Aradan yıllar geçti. "Geçen onca zaman neyi değiştirdi?" diye sormadan edemiyor insan...
Yıl 2011... İstanbul'un en merkezi yerinde yine sabaha karşı bir ev baskını...
Bu sefer ellerinde tam otomatik silahları olanlar aşağıda, binanın önünde bekletiliyor. Yüzlerinde maske yok.
Ya da eş zamanlı operasyon olduğundan bize gelenlere maske kalmamış. Kapıda, arama yapılacağı söyleniyor, bunun için alınmış savcılık izni okunuyor. Delil oluşturması için de ellerinde bir kamera. Her şey kayıt altında.
İnsan ister istemez geçmişte yaşadıklarını kafasında canlandırıyor. Bunu fark eden polis memuresi, "Artık eskisi gibi değil" diyor.
- Yani eskisi gibi gözlere siyah bant bağlamıyor musunuz?
- Yok.
- Elektrik?
- Yok.
- Falaka?
- Yok.
Sonra kendisi bu sorulara cevap verirken yapmış olduğunun bir itiraf olduğunu fark ederek sohbeti bitiriyor. Bize de gidip yerinde görmek, merakımızı birebir gözlem yaparak gidermek; sonuca ulaştırmak düşüyor. Evde yapılan aramadan sonra gözaltına alınacakların isimleri söyleniyor. Hep beraber emniyete doğru gidiyoruz.
Varır varmaz gözlem yapmaya başlıyoruz. Tek tek konulduğumuz hücrelerde birer kamera ile izlenmemiz devam ediyor. Bekliyoruz; olacakları tahmin etmeye çalışarak zaman geçiriyoruz.
Derken, birileri aynı eskiden olduğu gibi tek tek alınıp götürülüyor ama gözleri bağlanmadan...
- Seninle biraz sohbet etmek istiyoruz.
- Avukatım da gelecek mi?
- Yok.
- Ben sohbet etmek istemiyorum.
- Peki olacaklara biz karışmayız.
Ardından sert bir çıkışla "götürün!" diyor.
Biraz kuşkucu yaklaşmayıp, söylediği ve çizdiği masumiyete inansan, gizli tanık olarak dosyaya eklenirsin.
"Canın sıkıldığında söyle arkadaşlara, biraz sohbet ederiz" diye ekliyor.
"Bir anketimiz var. Sizlere daha iyi hizmet verebilmek için. Sadece birkaç soru" diyor.
"Yok, istemiyorum" dersen, "örgütsel tavır sergiledi" diyerek, kanı oluşturmak için dosyaya not düşülüyor.
"Beni neyle suçluyorsunuz? Neden buradayım? Bir açıklama yapın" dersen, "önce sen konuş, örgütle bağın ne? Kimden emir alıyorsun?" yanıtı geliyor.
"Bakın, beni burada haksız yere tutuyorsunuz. Bu, yasalara da ayları... Bundan dolayı yemek yemiyorum" dediğin anda, tavır belli:
"Şahıs, gözaltında örgütsel tavır olarak açlık grevine girmiştir. Tutanaklar ektedir."
Derken cezaevi, dört duvar ve başka bir dünya.
Altı ay sonra iddianame hazırlanıyor. dokuz ay sonra hâkim karşısına ancak çıkılıyor. Dosya ve iddianameler birbirinin aynısı. Poliste söylenenler yazılmış, çizilmiş, kopyalanıp yapıştırılmış.
Eşyalar üzerinde yapılan adli inceleme tamamlanıyor: Saç tokası, ayakkabı bağı...
Elde edilen deliller üzerinde yapılan incelemelerde herhangi bir veriye rastlanmıyor.
Tape 1:
- Eve gelirken ekmek alır mısın?
- Tamam. Başka bir şey lazım mı?
- Yok.
- Görüşürüz.
- Görüşürüz.
Tape 2:
- Merhaba.
- Merhaba.
- Saat 1'de basın açıklamamız olacak.
- Evet.
- Size de haber vermek istedik.
- Tamam. Nerede olacak?
"Yukarıdaki telefon görüşmelerinde örgütün talimatlarının gizlilik dahilinde aktarıldığı, şifreli bilgilerin verildiği, örgüt talimatıyla haber takibi için muhabir gönderildiği tespit edilmiştir."
"Şahsın örgütün üst düzey yöneticisi olduğu tespit edilmiştir." İşte günümüzde olan değişikliklerin özeti...
Artık çok kolay şekilde örgütün üst düzey yöneticisi olunabiliyor. Hatta örgütsel talimatları da haber kaynağından alabiliyorsun. Tabii örgütsel paylaşımı da ev arkadaşın veya yakınınla yapabiliyorsun. Tüm yasal haklara sahip basın yayın kuruluşu da örgütün merkezi olabiliyor.
Günümüzle karşılaştırırsak yine en şanslı olan dürbün oldu. Aradan geçen yıllar trajik öyküleri yaşatmaya devam ediyor. Şimdi ise dört duvar arasında her şeye rağmen yaşama olan bağlarını güçlü kılmaya çalışan insanlarla beraberiz.
Burada nisanlar birbiriyle çok daha güçlü bağlar kuruyor. Ama bir de hasta tutuklular var. Yanı başımızda bedenlerinin eriyip gitmesini, eli kolu bağlı izlemek zorunda kalmak, her şeyden çok daha zor. "Onlar için bir şey yapılmalı" sözünün ne kadar yetersiz kaldığını, acılarına tanık olduğumda çok daha iyi anlayabiliyorum.
Tüm kurum ve kuruluşlara sesimizi duyurabilmek için elimizdeki tek imkân yazmak. Ama sonuç yok. Geriye dönüp baktığımızda hasta olmanın, ölümle yan yana olmanın bir önemi kalmıyor. Çünkü terör örgütü üyesi olarak yakalanıp cezaevinde tutulman çok daha önemli. Asıl başarıyı bu sağlayacak ülkeye. Sözcükler, yaşananları anlatmak için yetersiz kalıyor. Ama yine de umutlarımızı diri tutmak için kalemlerimiz ses vermeye devam edecek.
Bu vesileyle 1 Eylül Dünya Barış Günü'nün, bizleri daimi barışa ulaştırması dileğiyle...
Sevgiler, selamlar... (ZT/AS)
* Tutuklu Gazete'nin üçüncü sayısında, büyük kısmı hapiste olan 95 gazetecinin yazı ve karikatürleri yer aldı. Cezaevindeki 29 gazeteci ile hapisten çıkan beş gazetecinin yanı sıra "dışarıdaki" 43 gazeteci ve 10 meslek örgütü temsilcisi de Tutuklu Gazete için yazdı.
* Tutuklu Gazete'ye cezaevinden yazı gönderen gazeteciler ve karikatüristler: Ahmet Birsin, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Bayram Namaz, Bedri Adanır, Deniz Yıldırım, Erdal Süsem, Ertuş Bozkurt, Faysal Tunç, Füsun Erdoğan, Hatice Duman, Hikmet Çiçek, Hüseyin Deniz, İsmail Yıldız, Kenan Karavil, Kenan Kırkaya, Mazlum Özdemir, Mehmet Yeşiltepe, Miktat Algül, Mustafa Balbay, Nuri Yeşil, Sedat Şenoğlu, Sinan Aygül, Soner Yalçın, Şükrü Sak, Tuncay Özkan, Turabi Kişin, Turhan Özlü, Zuhal Tekiner, Ahmet Bilge ve Cengiz Çelik.