Birgün'deki yazılarını da, "Hüznün Coşkusu Altındağ"dan bu yana kitaplarını da okuduğum Yaşar Seyman'dan bilirim gazeteye köşe yazmanın ne kadar önemli bir uğraş olduğunu. Bir de kendimden bilirim ki, köşe yazmak ciddi iştir, emek işidir. İşte bir çoğunuzun Birgün'deki yazılarından bildiğiniz Yaşar Seyman'ın sessiz sedasız çok özel diyebileceğimiz, kendisine ait ve yine çok özel birine, oğluna, günbegün yazılmış içten duygularını, satır aralarına soluğunu, nefesini dökerek yazıp yolladığı görülmüş ya da görülmemiş bir dolu mektubu "Fırat'a Mektuplar" ismiyle yayınlandı.
Mektuplara konu olan Fırat, Yaşar Seyman'ın boyunca oğlu. Askere yazılmış mektuplar. Ama klasik asker mektupları değil. O denli dolu ki, bir oğula yazılmış mektuplar bekleyenleri çok daha fazlasıyla kucaklıyor/kucaklayacak, demek sanırım en doğrusu.
Kitapta dünyanın dört bucağından kadınlar var. Kimler yok ki, Azra Erhat, Fatoş Güney, Aragon'un Sevgilisi Elsa, Elif Şafak, Oriana Fallaci, ev halkından Ulviye, 12 Eylül 2006 Diyarbakır Koşuyolu kurbanları, Mızgin, Zilan, Şilan, Evin... Sonra Sezen Aksu, Zeynep Göğüş, Joan Baez, Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, Şirin Ebadi, Frida, Virginia Wolf ve daha niceleri..
Kitapta yer alan -ya da almayan- tüm kadınlar sanki yine Yaşar Seyman'ın kaleme aldığı, 12 bin kişinin de izlediği "Kadının Türküsü"nde varlık bulan kadınlar.
14. yüzyılda Elhamra Sarayının duvarına şiirini nakşeden şair İbni Zamrak da diyor ya:
"Çevrene bir bakın / Şehir bir kadın / Kocası bir tepedir / Irmak belini saran kuşaktır / Ve çiçekler boynunda gülümseyen / Mücevherler".
Yaşar Seyman'ın Fırat'a Mektuplar'ındaki kadınlar da adeta sayfalar arasına serpiştirilmiş demeyeyim, içselleştirilmiş, içine sindirilmiş ve o denli edebi bir üslupla metne yedirilmiş ki, bu kadar kadın ve her biri de kendi kimliği, duruşu ile "sahnede ben var"ım demiş kadınlar bu mektupların içinde nasıl yerini almış, şaşılacak iş!
Fırat'a Mektuplar her ne kadar da bir oğula, hayatı paylaşılan bir evlada yazılmış ve duygusal özlemlerle başlayan "Fıratım dinmeyen fırtınam, çılgın tay olduğum günlerde içimdeki fırtınayı dizginleyen oğul", " Prensim, bana en çok koyan seni uyandırmaya kıyamadığım uykulardan uyandıracaklar. Sen büyüdün de asker mi oldun! Yüreğimi kışlada aklımı sende koydum", "Rüzgar koridorum", "Baharda coşanım, taşanım, yıkıp, savuranım", "Canımdan öte, canım", "yüreğimdeki coşkum", "Mevsimsiz de taşan oğul", "Akılımın şelalesi", "Akdenizlim, öfkesi de sevgisi de büyük oğlum", "Fıratım, F harfine beni tutsak kılan oğul", "Benimle akan nehir", "Fıratım, dikensiz gülüm" gibi bir dolu ifadenin oğul ayrılığında paylaşılan mektupların hasret sözleri...
1970'li yıllar; Ankara Mülkiye'yi kazanmışım. İki arkadaşımla beraber Ankara kazan biz kepçe, ne kepçesi belki de minicik çöp demeliyim, her semti aşındırıyoruz, kiralık öğrenci evi arıyoruz. Çaldığımız bütün kapılar "Bekâra ev yok!" diye yüzümüze kapanıyor. Sadece iki emekçi semtinden sıcak karşılanıyoruz. Biri Abidinpaşa-Tuzluçayır, diğeri de Altındağ-Çinçin Bağları. Çinçin'in o günlerdeki muhtarına ulaşıyoruz bir dost aracılığıyla, muhtar soruyor, "Ne kadar kira verebilirsiniz?" diye! Yanıtı alınca "Oh-ho siz bu paraya lüks hatta suyu evin içinde olan bir ev bile bulursunuz". O sıcaklığı nerdeyse 30 yıl üzerinden geçmiş olmasına rağmen unutmam mümkün değil.
Yaşar Seyman "Çinçin Koleji" adını verdiği cesur yürekli insanların mahallesinden dünyaya seslenen bir Dêrsimli. Sendikacı, siyasetçi, yazar. Bütün kimliklerini "insaniyet" namına kullanmayı seven bir aydın...
"Yanar kavrulur doğa.
Süleymaniye'nin Şehrezor bölgesindeki Halepçe'den,
Kaçanlar ardına bakamaz...
Analar, çocuklarına 'De Lori' söyleyemez."
Ez Gorî demeye getiren ve bir çok yolculukta sevdiklerini ardında bırakıp yollara düşen bir "dost zengini"nin paylaşılan mektupları, Fırat'a Mektuplar...(ŞD/EÜ)
* Yaşar Seyman, "Fırat'a Mektuplar" Güncel Yayıncılık, Mart 2007, İstanbul.