Haber programlarında striptiz, kamera karşısında "mahremiyetin" sergilenmeye başlanması, tolk şovlar, "siyaset meydanları", öyküye "dönüştürülen" haber programları, "kahvaltılık sabah programları", spor (futbol tabii) tartışma programları, "hesaplaşma programları" vs. vs...
Televizyonun insanların günlük yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası haline gelmesi ve insanların bu "kara kutu"dan dünyaya açılmasının (!) doğurduğu sonuçlar her ne kadar konumuzun dışında ise de; biz aşağıda ele alacağımız tolk şov programı Zaga'yı değerlendirirken, televizyona yatak odalarımızın kapılarını açmaya başladığımızın bir göstergesi olan televizyon bağımlılığını da konumuza dahil etmek durumundayız.
Azarlanan da övülen de memnun
Zira adı geçen programının seyri, izleyici isteğine göre (!) belirlenirken, gerek izleyici ve gerekse "konuklara", "acı bir tatlı" ikram edilmekte, azarlanan da övülen de memnun kılınmaktadır.
İşte tam da bu noktada Zaga isimli talk şov programında "temsiliyetin"(!) dağılımını gözlemlemeye çalışmak yerinde olur.
Önceki yıllarda bir çok programda izleyici yere göğe "sığdırılmaz" (!), program sunucuları iki cümlesinden birini izleyiciyi övmek için sarf ederek bir nevi alt sınıf mensubu insanların gönlünü okşar, onun da "adam" olduğu, hatta değerli olduğu, hatta ve hatta onlar olmadan bu programın olamayacağı defalarca hatırlatılırdı.
Ne var ki, son üç dört yılda tolk şov programlarının bazıları bunun tam aksi bir dil kullanmayı tercih etmekte; başka bir deyişle "telefonla arayıcı" ile alay edilmekte ve ilginç bir şekilde her iki taraf da bundan memnun kalmaktadır...
"Yaramaz çocuk" Okan Bayülgen
Gelelim Zaga örneğine. Şarkıcılıktan, "halkın içinden", vs. gelmeyen "yaramaz çocuk" Okan Bayülgen'in programı Zaga, gece saat onikiden sonra Kanal D'de, Bayülgen'in deyişiyle "kendini ciddi görmeyi bir kenara bırakan" izleyiciye sunulmaktadır.
Haftada bir defa yapılan tolk şov programında magazin, spor ve haber programlarından "kesilen" parçalar, programın yapıldığı salonda "ağırlanan" üniversite öğrencilerine de gösterilip Bayülgen tarafından alay konusu edilmekte, "eleştirilmektedir".
Zaga, aslında bu yönüyle özgün bir programdır. Çünkü benzer bir programa alay konusu olmanın da önüne engeller konularak, aslında Zaga'nın "Büyük Birader"ciliği ortaya konmaktadır. Aynı zamanda, mankenlerin podyumlarda sergiledikleri -fakat günlük yaşamda kimsenin giymediği- giysiler, yine bu programda alay konusu edilmekte ve sıradan insanların zihinlerindeki sorular (örneğin "Bu mankenler bu giysileri neden giyiyor?", "Bunları normal yaşamda kimse giyer mi?", vb.) Bayülgen tarafından dile getirilmektedir. Böylece, bir "benim izleyicim", "benim halkım" retoriği (yahut popülizmi) kullanılarak, programın aslında "en mantıklıyı, en rasyoneli" aradığı izlenimi yaratılmaya çalışılmaktadır.
Ancak yine de "bu soru halkın sorusudur" deyimi programda hemen hiç dillendirilmemektedir. Yani Bayülgen paradoksal olarak popülizm "yapmamaktadır"...
O, konuklarını utandırmak için elinden geleni yapmakta, telefonla arayan izleyiciyi 'Zagalamakta'; stüdyodaki izleyicileri, "fondaki" müzik grubunu azarlamakta; takla atmakta; "ohoohoohoooo!" diye bağırmakta, izleyiciye "sevgili, değerli, akıllı" demek yerine "ohoohoohoooo hanımlar beyler" diye hitap etmekte hem onun üstüne yoktur hem de onu ve Zaga programını var eden (!) esas özgünlük de buna dayanmaktadır.
Bayülgen hep hatasızdır ve hep "eleştireldir". O halkı da eleştirir, Reha Muhtar'ı da, Tarkan'ı da, eleştirmenleri de, izleyiciyi de...
İzleyiciler Bayülgen'in tarafında
Program ortaoyunu gibi tasarlanmış, "oyuna" alkış ve kahkahalarla katılan, çoğunlukla belli bir üniversiteyi "temsil" eden öğrenciler koltukta ya da sandalyede değil, yerde özensizce oturtulmuştur.
Onların programa katılmalarına, konuşmalarına olanak yoktur. Zira onlar ekran başında oturanları temsil ederler ve aynı anda, her zaman için programın sahibi, otoritesi Bayülgen'in tarafını tutmaktadırlar.
Çünkü öğrencilere (izleyici diye okuyabilirsiniz) göre de Bayülgen, izleyiciyi, Reha Muhtar'ı, Hülya Avşar'ı, programa telefonla katılan "meraklıyı" eleştirmekte, yargılamakta, "Zagalamakta" haklıdır...
Ne de olsa onlar da "eleştirel bir yapıyı", üniversiteyi "temsil" ederler ve ekran başındaki halktan ayrıldıkları tek nokta da budur (!). İlgi çekicidir ki, programa telefonla katılan ve "zagalanan" izleyici de bundan çoğunlukla memnundur ve kimi zaman, "Okan, hatırladın mı beni, hani geçen ay yine beni Zagalamıştın" gibi tavırlar sergiler.
Esasında her televizyon programı çoğunluğu temsil etme iddiası taşır. Ki, Zaga'nın da iddiası "çoğunluğu temsildir". Fakat temsil etmek "özeleştiri (!) vermemek" anlamına gelmez. Zira temsil şansı veya hakkını elde edip, programı telefonla arayan, "kendini ciddiye almayan" izleyici de, bazen hiç konuşturulmayarak bekletilir, böylece programın akışı hızlandırılır ve program tek yönlü veya tek hedefli olmaktan "kurtulur".
İzleyici telefon hattında beklerken Bayülgen, hattakini "unutmuş gibi" yapar. Yani, izleyici Bayülgen'in umurunda değildir, o kendi "işiyle" ilgilenir.
Ciddiyetsizleri temsil eden program
Öte yandan Bayülgen'in, konuğun ya da izleyicinin "infiale kapılması" neredeyse söz konusu değildir. Bir konuğun programı terk etmesi, programda "teknik bir aksaklığın" olması Bayülgen'i utandırmaz. Çünkü program "ciddiyetsizleri" temsil etmekte, ciddi gibi görünen ciddiyetsizleri de (!) (Reha Muhtar, vs.) alaya almaktadır.
Bu "alaylamalar", Bayülgen ve program arkadaşının hazırladığı skeçler ile daha da özgün bir "eleştiri" formatına oturtulmaya çalışılmaktadır.
Bu skeçlerde Bayülgen ve arkadaşı çoğunlukla sokaktaki/köydeki, gecekondu semtindeki insanı "temsil" etmekte ve günlük olaylara onların bakış açılarıyla bakmaktadırlar. Skeçlerde Bayülgen ve arkadaşı bazen cam silicileri, bazen çekirdek "çıtlayıcı"ları -işsiz gençleri-, bazen köyden şehre inenleri canlandırmaktadırlar.
Zaga çoğunlukla arabesk dinlemeyen, kendi aralarında "Cem Yılmazca" konuşan, apolitik, 80 sonrası gençliğe hitap eder, programa konuk edilen sanatçılar da çoğunlukla "Cem Yılmazcacıların" alay konusu olan sanatçılardandır. Dolayısıyla bu sanatçılar salondaki "eleştirel" üniversite gençliği ve " yaramaz çocuk" Bayülgen tarafından "zagalanmaktadır".
Bir nevi "mahkeme"
Programa konuk edilen sanatçılar genellikle iki veya üç kişidirler. Oturacakları yer son derece dar ve rahat olmaktan uzak, kırmızı bir koltuktur. Konuklar bu koltuğa sıkışarak oturur, baş tacı edilmezler.
Onlara yalakalık yapılmaz, kusurları hiç mi hiç gizlenmez. Bilakis, tüm program konuğun kusurları üzerine kuruludur ve çelişkili olarak da konuk tüm olan bitenden haberdardır, halinden memnundur. Zira o, "ciddiliğini stüdyonun dışında bırakmıştır"(!); Bayülgen'den gelecek "saldırılara" kendisini hazırlamıştır.
Konukların sanat tarzı ve hitap ettikleri kesim de birbirlerinden farklıdır. Dolayısıyla konuklar arasında da bir çekişme, birbirini alttan alta alaya alma, vs. ortamı yaratılırken, program bir nevi "mahkemeye" dönüştürülmektedir...
"Okan, lütfen beni def etme"
Zaga'nın öteki'yi temsil etmek gibi bir iddiası yoktur aslında, ancak ön plana çıkarılan hep "öteki"lerdir. Gece yarısında programı telefonla arayan kadın izleyici çoğunlukla "Zagalanarak" ayrılır. Fakat yine çoğunlukla telefonla katılan izleyicinin tepkisi şudur: "Okan lütfen beni Zagalama". Yani, "lütfen beni def etme".
İzleyicinin bu tavrının temelinde yatan sosyo-psikolojik etmenler, Zaga'yı oluşturan ve bu programa kaynaklık eden, Okan Bayülgen'in izleyiciye yalakalık yapmasından daha fazla izleyici toplamanın unsurlarını içermektedir. Çünkü Zaga'da yapılan şey, toplu bir alçaltma ve bundan topluca haz alma duygusunu alevlendirmedir.
Programın kimi bölümlerinde, mahkum edilecek olan sanatçı ya da her kimse, kimi zaman "Avrupalılaşmaya çalıştığı için", kimi zaman "çok doğulu kaldığı için", kimi zaman çok sıradışı olduğu, kimi zaman ise çok sıradan olduğu için "zagalanır".
Programın başlangıç ve bitiş müziği kısaca şöyledir; "Okan aslında sen bizi Zagalamasana, Zagalasana bizi Zagalamasana..." bu sözler izleyicinin söylediklerinden türetilmiştir ve programın genel yapısını da özetlemektedir.
"Çok samimi ve çok sempatik"
Kanımca Zaga'yı "severek" izleyen birine, bu programı neden sevdiği sorulursa şöyle cevap verir "Çünkü Okan Bayülgen izleyiciye çok samimi ve sempatik davranıyor" veya "çünkü Zaga'yı izleyince etrafıma daha eleştirel bakıyorum" ...(not: bu cevapları bizzat arkadaşlarım vermişlerdir...) Zaten ikinci cevap ülkemizdeki genç kuşağın resmini de yansıtmaktadır bir ölçüde.
Bir anekdot olarak şunu da belirtelim ki, yüzyıllardır "batı uygarlığını" yakalama çabası içinde, toplumsal bir aşağılık kompleksine sahip olduğu ileri sürülebilecek olan toplumumuz, belki de paradoksal olarak kendi etrafındaki kişilerin küçültülmesinden, kendisinin küçültülmesinden, televizyon programına telefon açınca 'Zagalanmaktan' psikolojik bir haz almaktadır.
İşte tam da bu noktada Zaga gibi programlar; insanlar tarafından sevilmekte, yaşamın televizyonla sarmalandığı bir hayatta komşunun komşuyu, arkadaşın arkadaşı 'Zagalamaya' çalışması normal ve samimi olarak karşılanmaktadır.
Televizyon ise zaten herkesin temsiliyetine açık bir platformdur (!); yeter ki özel yaşam pornografik öğelere çevrilebilir ve rating yaptırabilir bir "özelliğe" sahip olsun, metalaştırılsın... Zaga programına her izleyici telefonla katılma "şansına", ekranın alt kısmında .. .../ İstanbul, Ankara, Gaziantep, Hakkari, vs., yani adını ve yaşadığı yeri "altmışbeşmilyon" insana duyurma olanağına sahiptir; yeter ki " Zagalanmayı" göze alsın...
* Bu yazı Gülseren Adaklı olmasaydı böyle olamazdı. Sonsuz teşekkürlerle.