Ankara'ya döndüğünü ve takside olduğunu söylüyor. Kadın ve bilişim teknolojileri konusunu dert eden arkadaşımın bir erkek olamayacağını açıklamama gerek yok herhalde. Arkadaşımın kazasız, kapkaçsız evine döndüğü haberi beni rahatlatmışken, programda "kadın ve erkek eşit midir" sorusu soruluyor.
İsterseniz önce programın çerçevesini kısaca özetleyeyim: Uzun süre ekranlarda boy göstereceğini tahmin ettiğim bu program, "ülke sorunlarını" dert eden farklı siyasetlerden, yedisi erkek biri kadın (Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) kurucularından Nil Demirkazık) olmak üzere sekiz "aydın" kişinin, "kamp kurdukları" bir otelde, gün boyunca ülke sorunlarını konuşması ve akşam da hep beraber canlı yayında bunun değerlendirilmesinden ibaret.
Haklıya izleyici karar veriyor
Tabii kimin "haklı" olduğuna karar vermek, izleyicilerin takdirine bırakılmış. Çünkü izleyicilerin gönderdiği ve ekranda sürekli akan telefon mesajları sonucu belirleyecek.
Sekiz kişi arasında AKP'yi, İşçi Partisi'ni, Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi'ni (MHP) ve Demokratik Halk Partisi'ni (DEHAP) temsil edenler de var, bağımsız olduğunu söyleyenler de.
Kürt sorununu temel sorun olarak gören Şahin Ayaz ile Türk sorununu (!) ve ülkücüleri temsil eden Ahmet Yılmaz arasında, tahmin edileceği gibi, kadınların eşitliği meselesinde de sürtüşme yaşandı.
Şahin bey, mülayim insan, konuşmasına "bütün kadınları, anaları, bacıları" selamlayarak başlayıp, kendi evinde de karısına saygılı olduğunu, onun "emrinin dışına" çıkmadığını, kadınlarla erkeklerin eşit olması gerektiğini söylüyor.
Ne eşitliği, kadın üstün
Ahmet Yılmaz ise, kadın ve erkek eşitliğine kesin olarak karşı. Çünkü ona göre kadınlar zaten erkeklerden üstün! Mealen şöyle diyor: Biz erkekler bütün dünyayı onlar için kuruyoruz, savaşları onlar için yapıyoruz, birbirimizi onlar için öldürüyoruz.
Nerde eşitlik? Tabii ki kadınlar bizden daha üstün! Ahmet Yılmaz'ın bunu söyleyerek aslında neyi gizlediğini söylemeye gerek yok herhalde...
Programda herkes kendi jargonuyla konuşuyor. Mesela Ahmet Yılmaz, kendisine telefon açan "hayranlarına" 'kardaşım' diye hitap ediyor; izleyiciler de "Ahmet Reis" diye başlıyorlar sözlerine...
Kazıklanmanın haber değeri
Programın ayrıntılarını başka yazıya bırakmak üzere saklayalım; derken, bu arada evine dönmüş olan arkadaşım, telefon açıyor ve taksici tarafından kazıklandığını söyleyip, otogara gidip şikayet edelim, yoksa bu gece uyuyamam, diyor.
Gece saat 12.10 ve biz, arkadaşımızın arabasıyla, farklı evlerden toplanıp, taksiciyi otogardaki zabıtaya şikayet için yol alıyoruz. Aslında kazıklandıktan sonra şikayete gidip, bürokrasinin tokadını yiyip evimize dönmemizin artık pek bir haber değeri yok. Çünkü bu durum, o kadar sık tekrar ediyor ki; zaten arkadaşımın kazıklanmadan evine dönmüş olması bile, bana ilginç gelmişti, inanın!
Otogarda, kendisini Ali Haydar olarak tanıtan temiz yüzlü, 40-45 yaşlarındaki zabıtaya arkadaşım şöyle özetliyor meramını: Taksi parası dokuz milyon tuttu. Ben de çıkarıp on milyon verdim. Takside çok loş bir ışık yanıyordu zaten. Şoför, "bayan bana bir milyon verdiniz, sekiz milyon daha vereceksiniz" dedi.
Ben de on milyon verdiğimden emin olduğum halde, adam o kadar inandırıcı konuştu ki, çıkarıp cüzdanımdaki bozuklukları filan da birleştirip, sekiz milyon daha verdim. Taksiciye de, "bakın bu benim verdiğim son param. Bütün paramı aldınız, bu insafsızlık" deyince de, "boşver, evinde para vardır" diye yanıt verdi ve gaza basıp gitti!
"Neticede erkek egemen bir toplumdayız"
Arkadaşım peşpeşe bu olayı anlatırken ve biz değişen bir şey olmayacağına adımız gibi eminken ve sadece içimizi dökmeye gitmişken, Ali Haydar bey şöyle konuşuyor: "Arkadaşlar, böyle şeyler çok oluyor. Neticede erkek egemen bir toplumdayız ve bu tür olaylar da ondan kaynaklanıyor. Adam kendi erkeklik otoritesini de kullanıp...".
Zabıtanın bu yanıtıyla, inanın donduk kaldık! Üstümüzdeki tüm o karamsar hava bir anda dağıldı, yediğimiz kazığı, bayrak krizini, Flaş TV'deki Ahmet Yılmaz'ı filan unuttuk ve bu ülkede harika insanların olduğunu, bunların kesin olarak nerede karşınıza çıkacağını bilemeyeceğiniz şekilde ülkenin çeşitli kurumlarına dağıldığını ve umudun hiç tahmin edemeyeceğiniz bir yerde karşınıza çıkabileceğini gözlerimizle gördük.
Antropolojide yüksek lisans
Ali Haydar bey, zabıtalık görevini harika bir biçimde yapıyor. Bizim derdimize çare ararken, gelen başka şikayetleri değerlendiriyor ve hemen harekete geçiyor. Taksi durağına inerken, Antropoloji'de yüksek lisans da yaptığını öğrenince, şaşkınlığımız bir kat daha artıyor. 'Yoksa siz de benim gibi hem okuyup, hem de çalışıyor musunuz' diye sorarken, 'kendisi gibi' insanlarla karşılaşmış olmanın memnuniyetini de hissettiriyor.
Hocalarından Sibel Özbudun'un adını sık sık zikrediyor. Aldığı dersleri anlatıyor. O da en az bizim kadar heyecanlanıyor! Ve inanın gözlerimiz yaşarıyor. Evet, sırf bir zabıta, erkek egemen toplumdan şikayetçi olduğu için, gözlerimiz yaşarıyor!
"Cop atan" taksici!
Taksi durağında, birbirine 'şefim' diye hitap eden bir sürü iri yarı insan başımıza toplanıyor ve suçluyu tespit etmeye çalışıyor. Her birinin yanında birer telsiz var. Telsizlerdeki cıyaklamalar arasında "bir kadına cop atmışlar" anonsları yükseliyor.
Bunu duyunca, bana her şeyi açıklayabileceğini hissettirircesine arkadaşımın gözlerinin içine bakıp, "yoksa sana cop da mı attı!" diye sorunca, "ne copu? Yok daha neler" diyor. Araya Zabıta giriyor ve 'kardaş' yerine, 'hocam' hitabı kullanarak, taksicilerin jargonu hakkında bilgi veriyor:
İnsanları bu şekilde kandırmaya "cop atmak" diyorlar, diyor ve ekliyor: "Ah, keşke onun plakasına alsaydınız! Onu çok pişman ederdik, çok. Zaten durak dışında asla taksiye binmemeliydiniz. Duraktakiler asla böyle bir şey yapamaz. Çünkü bizim çok ciddi yaptırımlarımız var. "
Mutlu dönüş
Tam bu sırada olayın tanığı yaşlı bir taksici, "copu hangi plakanın attığını" bildiğini söylüyor ve "ama lütfen beni kimse bilmesin" diye de uyarıyor.
Suçluyu bulmuş ve Ali Haydar beyle tanışmış olmanın huzuru içinde, karakola çıkıp şikayet dilekçesini imzalıyoruz.
Olayın takipçisi olacağını söyleyen Ali Haydar bey, bizi arabamıza kadar götürüyor ve olayın takipçisi olacağını tekrar tekrar söylüyor.
Karamsarlıklarla dolu bir gün, Ali Haydar bey sayesinde, mutlu mu mutlu bitiyor. Eve dönüp, arkadaşıma meseleyi anlatınca da, "Vay be! Zabıta, babaerkiye karşı haa! Çok harika" diyor...(İA/BA)