"Türkiye 2011 yılından bu yana yüzde 5 büyüme hızını yakalayamadı. Tahminler 2020 yılına kadar da yüzde 3 civarında büyüyeceğimizi gösteriyor" diyor Prof. Dr. Gülçin Özkan.
Prof. Dr. Özkan ekonomi politik, uluslararası iktisat, açık ekonomilerin makroekonomisi ve yeni yükselen pazarların ekonomileri üzerindeki çalışmalarını İngiltere'de York Üniversitesi’nde sürdürüyor. başkanlık ve parlamenter sistemlerin ekonomi alanındaki performanslarının karşılaştırmalı analizlerini de yapan Prof. Dr. Gülçin Özkan sorularımızı yanıtladı.
Ekonomi ne durumda?16 Nisan Referandumu Türkiye’nin yaklaşık 6 ayının ana gündemi oldu. 21 maddelik anayasa değişikliği teklifi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 10 Aralık 2016 günü anlaştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne 20 Aralık’ta gelen teklif Anayasa Komisyonu’ndan 30 Aralık günü 18 madde olarak geçti. 9 Ocak 2017’de Meclis genel kurulunda görüşülmeye başlandı. 21 Ocak 2017 günü tüm maddeler kabul edildi. Tüm bu süreç büyük tartışmalara, zaman zaman vekillerin bir birine şiddet göstermesine verecek kadar gergin yaşandı. Referanduma giden teklif için propaganda dönemi de aynı gerginlikle sürdü. Sonuçta iktidar partisinin daha 2005’te dönemin Adalet Bakın Cemil Çiçek’in dillendirmesiyle başlayan “Başkanlık” hayali sadece yüzde 51,4 ile kabul edildi. Şimdi önümüzde bir meşruiyet ve Türkiye nasıl yönetilecek sorusu var. AKP “başkanlık sistemi”nin Türkiye’ye uygunluğunu savunurken karar alma hızının artacağı ve özellikle ekonominin böylece daha etkin yürütülebileceğini savunuyordu. Referanduma gelinen süreçte ekonomik göstergeler ay ve ay daha da kötüleşti. İşsizlik Ocak 2017’de yüzde 13’e yükseldi. Son yedi yılın en yüksek rakamı bu. Mart 2017 enflasyon rakamı ise son 8,5 yılın zirvesine ulaştı; yüzde 11,29. Ocak ayında dış ticaret açığı yüzde 10,3 artarak 4 milyar 309 milyon dolara yükseldi. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) araştırmasına göre, nisan ayında dört kişilik ailenin açlık sınırı bin 518, yoksulluk sınırı ise 4 bin 944 lira oldu. Öte yanda asgari ücret 1.400 TL. Kısacası ekonomik göstergeler iyi sinyaller vermiyor. |
Yüzde 51 böyle kapsamlı bir anayasa değişikliği için yeterli mi?
Rejim değişikliği için yüzde 51 oranında ‘evet’ olarak açıklanan sonucun, mühürsüz oylar konusunu bir kenara bıraksak bile, bu kadar köklü bir anayasa değişikliği için yeterlilikten uzak olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz durum normal seçimlerde teknik olarak yeterli en düşük oyla seçim kazanan bir siyasi partinin durumundan doğal olarak farklı. Burada toplumsal olarak birlikte yaşamanın kurallarını belirliyoruz, toplumun yarısının ‘bu şekilde yönetilmek istemiyorum’ dediği bir sistemle bir ülkeyi yönetmek binbir türlü zorluğu içinde barındırıyor.
Denge ve denetim mekanizmaları yok denecek kadar az, çok güçlü bir başkanlık makamı üzerine tasarlanan böyle radikal bir değişiklik için çok daha belirgin bir destek gerekirdi.
Ayrıca mühürsüz oyların sayılması ile ilgili yaşanan krizi tatmin edici bir şekilde çözümleyecek bir mekanizma görünmüyor. Bu durumun da bu kadar hassas bir rejim değişikliğini öngören bir anayasa tasarısının meşruiyetini iyice sorgulatacak bir gelişme olduğu kanısındayım.
Son dönemde ekonomik göstergeler krizi işaret ediyor. Geçiş sürecinde ekonomik krizi yönetmek Türkiye açısından bir mesele mi?
Türkiye ekonomisi uzun bir süredir kırılganlık belirtileri gösteriyor. Yükselen ülkeler arasında dış açığı en yüksek olan ve büyüme potansiyeli en çok dışa bağımlılık gösteren ‘kırılgan beşli’ olarak anılan ülkelerden biriyiz. Diğer ülkeler Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Endonezya. Türkiye 2011 yılından bu yana yüzde 5 büyüme hızını yakalayamadı. Tahminler 2020 yılına kadar da yüzde 3 civarında büyüyeceğimizi gösteriyor. Bu Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) tahmini. Sonuç olarak kişi başı gelir bazında OECD ülkeleriyle aramızdaki açığı kapatmaya bir türlü yaklaşamıyoruz.
Ayrıca ekonomik büyümemiz dengesiz bir şekilde tüketime dayanıyor ve ulusal tasarruf oranımız çok düşük. Yüzde 13-14 civarında. İhracat performansımız hala oldukça zayıf, OECD grubunda bize benzeyen ülkelerin oldukça gerisindeyiz.
Bu gelişmelere bağlı olarak son yıllarda dış borcumuz artıyor, örneğin 2010 yılında yüzde 40’in altında olan dış borç milli gelir oranı 2015’te yüzde 60’i geçmiş bulunuyor. Özellikle finans dışı özel sektörün döviz cinsinden borçlarında daha da hızlı bir artış gözlemleniyor.
Doğal olarak bu görümümdeki bir ekonomiyi başarılı bir şekilde sakin limanlara yöneltebilmek normal zamanlarda bile zordur. Geçiş sürecinde daha da zor olacaktır.
Başkanlık sistemlerinde ekonomi yönetimi nasıl yürütülüyor. Türkiye'nin var olan sisteminde başkanlığa uyum için nasıl değişiklikler öngörülebilir?
Bu başkanlık sisteminin niteliğine bağlı. Örneğin katı bir kuvvetler ayrılığı prensibine dayanan ABD’de bütçe başkan tarafından hazırlanıp Kongre’ye sunuluyor ama Kongre bu taslak üzerinde ciddi değişiklikler yapabiliyor ve yapıyor. ABD anayasasına göre bütçe üzerinde Kongre’nin Başkan’dan daha fazla etkisi bulunuyor.
Brezilya’da ise Kongre’nin yaptığı değişikliklerin hepsini başkan veto edebiliyor. Arada bir örnek olarak Arjantin’de Kongre’nin onayından sonra başkan bütçenin tek tek maddelerini veto edebiliyor. Kolombiya’da ise kongre bütçeyi onaylamazsa dahi bütçe kanunlaşıyor.
Başkanlık sistemlerinde ekonomiye dair bir diğer konu başkanlık sisteminin çoğunlukla federal ülkelerde uygulanması ile ilgili. Bu ülkelerde merkezi ve yerel bütçe ve harcamaların koordine edilmesi için ayrı mekanizmalar gerekiyor.
Hükümet sistemi ne olursa olsun siyasi iradeden bağımsız olması gerektiği konusunda hemfikir olunan ekonomik kurumlar var, bunların başında merkez bankaları geliyor. Bağımsız merkez bankalarının özellikle enflasyon performansını olumlu etkilediği yaygınlıkla kabul ediliyor. Bu nedenle çok güçlü bir başkan etrafında şekillenen sistemin nasıl bir merkez bankası ile çalışacağı konusunun anahtar nitelikte olacağını düşünüyorum.
Ciddi bir ekonomik daralma yaşanırsa başkanlık sistemi gerçekten çözüm olabilir mi?
Hayır, başkanlık sisteminin ekonomik krizler için çözüm olabileceği ile ilgili bir veriye sahip değiliz. Tam tersi veriler başkanlık sistemlerinin, parlamenter sistemlere oranla ciddi oranda olumsuz ekonomik sonuçları beraberlerinde getirdiklerini gösteriyor.
Bu soruyu cevaplamanın bilimsel yolu başkanlık sistemi ile yönetilen diğer ülkelerin performanslarını değerlendirmekten geçer. Daha önce bianet’te detaylarını paylaştığım, Richard McManus ile ortak çalışmamızda tam da böyle bir analiz yapıyoruz. 119 ülkenin 1950-2015 arası ekonomik verilerine bakarak başkanlık sistemlerini parlamenter sistemlerle karşılaştırıyoruz. Bulgular son derece açık. Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerde büyüme yüzde 1.2’ye varan oranlarda daha düşük, enflasyon yüzde 6 daha yüksek ve oynak ve gelir dağılımındaki eşitsizlik yüzde 20’ye varan oranda daha yüksek gözleniyor. Ve burada sadece düşük performanslı başkanlık rejimlerinden bahsetmiyoruz, ABD’nin de içinde olduğu 33 başkanlık rejimiyle, 86 parlamenter rejimin verilerinin bize sunduğu profil bu.
Türkiye’deki potansiyel bir başkanlık rejimi için daha da önemlisi, başkanın yasama üzerindeki gücü ne kadar fazlaysa, hukukun üstünlüğü ne kadar sorunluysa, sivil muhalefet ve medya bağımsızlığı ne kadar zayıfsa başkanlık rejimlerinin o kadar kötü ekonomik performans sergiledikleri gözlemleniyor. Sonuç olarak, var olan veriler temelinde ciddi bir ekonomik krizi başkanlık sisteminin daha iyi çözebileceğini iddia etmek mümkün değil. (HK)