Atinalı Dimitri çocukluğunda büyükannesiyle dedesini ziyaret etmek için İstanbul'a sık sık gelirmiş. Sonradan dünyayı gezip birçok film festivali düzenleyen yetkin bir organizatör olmuş, ama sanırım Beyoğlu'nun veya Adalar'ın eski halini bildiği için tavrını kentin talanına karşı ayaklanan Gezi direnişçilerinden yana koyuyor.
14-23 Mart 2014 tarihlerinde yanıbaşımızdaki Selanik'te yapılacak prestijli Uluslararası Belgesel Festivali'nin de yöneticisi olan Dimitri Eipides'le internet üzerinden söyleştik...
İKSV'nin düzenlediği Uluslararası İstanbul Film Festivalleri sebebiyle İstanbul'a çeşitli kereler geldiniz. Türkiye ile ilgili anılarınız ve duygularınızın bununla kısıtlı kalmadığına eminim…
İstanbul’u geçmişte birçok kez ziyaret ettim, halen de fırsat buldukça, bu aralar yılda en az bir kez İstanbul Film Festivaline geliyorum. Aslında bu ziyaretler çocukluğumda başladı; yaz tatillerini dedemlerle geçirirdim. Şehir merkezinde, Beyoğlu’na yakın otururlardı. O günleri nostaljiyle anarım. Yunanistan’dan gelince İstanbul cennet gibi görünürdü: şehir, denizle iç içe geçişi, güzelim adalar ve daha birçok şey. Daha sonra, yetişkinliğimde yaptığım ziyaretlerde Türkiye’de dostlar edinme şansım da oldu; çoğu sinema dünyasıyla bağlantılı arkadaşlarımla İstanbul’la tanışıklığım arttı. Ne yazık ki şimdilerde boş vaktim çok az, şehirden her ayrılışımda üzülüyorum. Dilinizi öğrenebileceğimi düşünsem İstanbul’da yaşamak isterdim.
Yunanistan'ın en saygın sinema organizasyonlarından Selanik Film Festivali dışında Belgesel Film Festivalini de düzenliyorsunuz. Belgesel sinema sizin için ne anlam ifade ediyor? Belgesellerin geleneksel formlarından çıkarak her geçen gün daha fazla önem kazandığı malum, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Son dönemde Uluslararası Selanik Film Festivali’nin yanı sıra gönülden bağlı olduğum Belgesel Festivali’nin organizasyonundan da sorumluyum. Yunanistan izleyicisinin dikkatini belgesellere çekme kararım Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da geçirdiğim uzun sürenin sonucudur. Yurt dışında onca yıl yaşadıktan sonra Yunanistan’a döndüğümde açık bilgi kaynakları bana çok sınırlı göründü. Televizyon ve gazetelerin ana akım haberleri dışında alternatif bilgi kaynağı yoktu. Bu erişim yoksunluğu gençlerin ufkunu daraltıyordu. Eğitim her şeyden önce dünyayı tanımak, öğrenmek demektir; günümüzde belgeseller farklı kültürlere temas sağlayarak yaşam deneyimimizi zenginleştiriyor. Aynı zamanda hem bilgilendiren hem de eğlendiren bu sinema türünün potansiyeline inancım sonsuz. Kuruluşundan bu yana on beş yıl geçen festival şimdi Selanik sinema salonlarında binlerce izleyiciye hitap eden çok başarılı bir etkinlik. Geçen yıl yine kuruluşumuz bünyesinde Selanik Sinemateği açıldı. Koleksiyonunda birçok klasik de dahil yaklaşık 700 önemli film var; ayrıca her gün halka açık olan kapsamlı bir kütüphane de bulunuyor. Amaç yüksek düzeyli sinema eğitimi sunmak. Geçmişte ihmal edildiğinden şehirde var olmayan çok gelişkin bir sinema kültürünü zaman içinde oluşturacağımız kanısındayım.
1993 yılında İran Kültür Bakanlığı tarafından ülkenin sinemasını tanıtım faaliyetlerinizden dolayı ödüllendirildiniz. Baskı ve sansürün İran sinemasının dilini etkilemiş olduğu malum. Türkiye'deki festivallere tekrar sansür getirildiğine dair haberleri duydunuz mu?
Bilmiyordum, çok saçma. Sansürün her türlüsüne şiddetle karşıyım. Bir ülkenin kültürel gelişiminde ancak olumsuz sonuçlar doğurabilir. Sınırsız ifade özgürlüğünden yanayım.
Fotoğraf : Montreal günlerinden bir anı: (sağdan sola) Yoko Ono, John Lennon, Dimitri Eipides, Claude Chamberlan
Montreal, Toronto, Reykjavik Festivallerine de katkınız büyük. Sizin için festivaller ne ifade ediyor?
On yıllar önce, Kanada’da yaşadığım dönemde sanat sineması kültürü ne yazık ki canlanmamıştı. Benim gibi hevesli bir sinema izleyicisi için bu resmen yoksunluk demekti. Yaşadığım bölgede sadece bir sinema salonu vardı, şehir merkezindekiler de yalnızca ticari Hollywood filmleri gösterirdi. Bu filmlerden daha önceleri bile nefret ederdim, ABD’de yaşadığım yıllardan beri. Farklı koşullarda yeşermiş olabilecek bir sanat türünü kısıtladıklarını düşünmüşümdür öteden beri. Şansım varmış ki ABD’de yaşadığım yıllarda Yeni Dalga Amerikan Sineması ortaya çıkmıştı; akımın yönetmenleri stüdyo filmlerinin yapaylığına isyan ediyordu. Ellerine bir Bolex kamera alıp film çekiyorlardı. Stan Brakhage’ın sözleri ünlüdür: Film çekmek istiyorsan bir Bolex al, merceğine tükür ve kayıt düğmesine bas. Bunun etkisini hep üzerimde taşıdım. Kurallaştırmadan yana değilim. Bir film çekmek için milyonlara ihtiyaç olduğunu da kabul etmiyorum. Öyle bir film seyretmek istemiyorum. Bu yüzden de şimdi Yunanistan’da olanlar beni heyecanlandırıyor. İnsanlar paraları olmadığı halde gerçekten özgün, önemli filmler çekiyorlar. Yunanistan filmlerinin dünya festivallerini gezmesinin nedenlerinden biri de bu; sözkonusu türden filmlere gerçek bir ilgi mevcut.
Sorunuza geri dönecek olursak, değerli çağdaş filmler benim yaşadığım şehre gelemiyorsa onları kendim getirmenin bir yolunu bulmalıyım diye düşündüm. Beni motive eden ve Montreal Film Festivalini kurmaya iten buydu; hâlâ her yıl düzenlenen çok başarılı bir etkinlik olmayı sürdüren festivalle gurur duyuyorum. Daha sonra çeşitli film festivallerinin organizasyonunda yer aldım: Toronto, Reykjavik, Selanik, hatta kısa bir süreliğine Lefkoşa. Tıpkı diğer sanat dalları gibi sinemanın da zamanımızın doğrudanlığını ve canlılığını yansıtması gerektiği inancını o zaman da taşıyordum, şimdi de taşıyorum.
Yunanistan ile Türkiye'nin ilişkileri eskiye göre çok iyi durumda. KIbrıs veya İmroz (Gökçeada) gibi kangren durumundaki sorunlar da yok değil. Dinsel ve milliyetçi faktörlerin altı bu kadar çizilmese iki ülke halkının arasında büyük farklar olduğunu düşünmüyorum, ya siz?
Asırlar boyunca bir arada yaşadık, siyasi ve milli menfaatlere rağmen birbirimize uyum sağladık; bence bu çıkarlar bir kenara bırakılmalı, çünkü iki ulus arasında çok verimli ve yapıcı bir ortak deneyim ve ilişki mevcut.
Fotoğraf: Selanik'teki Kapani çarşısında bir taverna
Selanik Türkiye'de özel bir anlam taşıyor. Ben de oradayken kendimi geçmişle Atina'da olduğundan daha yakın hissediyorum. Bu Makedon kenti hakkındaki duygularınız nelerdir?
Sizinle aynı hissi paylaşıyorum. Estetik ve tarihsel bağlamda Selanik’le bağlarım başka şehirlere oranla çok daha güçlü. Nüfusun çeşitliliği, beraberlerinde ifade, kültür, mutfak ve daha birçok harika unsuru Türkiye’den ve Balkanlar’dan getirmiş olan mülteciler Selanik’in artılarından biri.
Ayrıca son zamanlarda Türkiye’den Selanik’e çok sayıda turist gelmesini de bu çekime bağlıyorum; burada rahat ediyorlar, kendilerini Atina’da olabileceği kadar yabancı hissetmiyorlar.
Vahşi kapitalizmin günümüzde geldiği seviye gezegenin çeşitli noktalarında isyanlara sebep oldu. Yunanistan'daki krizi nasıl görüyorsunuz? Gezi direnişi hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelecekle ilgili öngörüleriniz nelerdir?
Bunca insanın çaresizliğini hissetmek bana çok acı veriyor. Hayatımda bundan daha zor bir dönem yaşamadım. İşin kötüsü, çoğu kişi gafil avlandı. Vaziyet kanunsuzluktan, iktidarın yanlış ellerde olmasından ve kötü yönetimden kaynaklandı ve şimdiki duruma yol açtı, altından kalkamadığımız devasa bir borç yarattı.
Yüzde yüz Gezicilerden yanayım. İstanbul’da yaşasam her gün orada olurdum. Gelecekle ilgili olarak pek iyimser değilim. İyiye giden bir şey görmüyorum. Her şey kötüye gidiyor. Sanat ve kültür aracılığıyla daha iyi bireylerin ortaya çıkabilmesini ümit ediyorum sadece. Bu yüzden de bu işi yapıyorum.
Ayırdığınız vakit için teşekkür ederim.