Oysa, küresel hegemonya mücadelesi, Türkiye'nin merkezinde bulunduğu bir coğrafyada cereyan ediyor. Türkiye eliti, bu av sahasından pay alma siyaseti ile kendisine de yönelme potansiyeline sahip bir tehdite karşı gelişen korunma içgüdüsü arasında salınıyor.
Utangaç arayış
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere'nin Irak'ı işgal operasyonunda, askeri olarak yer almayan Ankara, bölgedeki yıkıcı saldırının genişleme olasılığı karşısında her geçen gün daha fazla sıkışıyor. Hem ABD'den kopmamaya çalışıyor hem de örtük şekilde yeni arayışlara yöneliyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Türkiye'nin de savaşa girmesine yol açacak hükümet tezkeresinin, Meclis'te reddedilmesinden sonra yaptığı açıklamada; bir yandan Silahlı Kuvvetler'in hükümetle "bir ve aynı görüşte" olduğunu ilan ederken, diğer yandan da yeni bir dünyanın kurulduğunu ve "Türkiye'nin bu dünya içindeki yerini belirleyeceğini" söylüyor. Bu "yeni yerin" ise eskisinden farklı olabileceğini, böyle bir olasılığın bulunduğu ima ediyor.
Solun bu konudaki bütün tezleri, yani savaşın Irak'la sınırlı kalmayacağı ve yayılacağı görüşü doğrulanıyor. Eleştirilerin haklı olduğu ortaya çıkıyor.
Sınır tanımayan haydutlar
Haydutluk sınır tanımıyor. Beklendiği gibi, ABD'nin Ortadoğu işgalinin ikinci perdesi açılıyor ve sıranın Suriye'de olduğu anlaşılıyor. Ortaya; Irak yönetiminin kimyasal silahlarını Suriye'ye kaçırdığı ve bu ülkenin Saddam Hüseyin kuvvetlerine askeri yardım yaptığı gibi, komik iddialar atılıyor. Irak'ın siyasi ve askeri liderlerinin Suriye'ye sığındığını da ileri süren ABD, bu ülkenin zaten "terörist" olduğunu belirtiyor. Bu iddialara, aslında, ABD dahil kimse inanmıyor. Zaten inanması da gerekmiyor.
1990'dan sonra dünyanın içine girmeye başladığı yeni dönem, birinci Körfez saldırısı, Balkan savaşları, 11 Eylül eylemi ve Afganistan işgalinden sonra ilk tarihsel ara sonuçlarına ulaşıyor. Bir anlamda çevrim tamamlanıyor. Avrasya'nın enerji yatakları üzerinde hakimiyet sağlama ve görünür gelecekte ABD'ye karşı küresel bir rakibin çıkmasını önleme siyaseti pervasızca yürütülüyor. Yeryüzünde haydutluk hüküm sürüyor.
İran, gelişmeleri doğru okuyor ve ABD'nin Suriye'ye saldırması halinde tarafsız kalamayacağını, diğer bir ifadeyle, "Koalisyon Güçleri"ne karşı savaşa gireceğini açıklıyor. Almanya, Fransa ve Rusya liderleri geçen hafta Petersburg'da biraraya geliyor. Toplantı tutanaklarının "sır" kapsamına alındığı ve açıklanmayacağı belirtiliyor.
Yuvarlak masa haydutları
İşte böyle bir küresel atmosferde, Türkiye elitinin önemli bileşeni İstanbul sermayesi açıkca Amerikancı bir siyasetin izlenmesi gerektiğini savunuyor. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), dünyadan soyutlanmış ve "içine kapalı bir Ortadoğu ülkesi" haline gelme tehlikesine işaret ediyor. Aydın Doğan'ın gazeteleri, "Irak'ın yediden inşa edilmesinden" Türkiye'nin pay alamamasına hayıflanan başlıklardan geçilmiyor. Örneğin, Hürriyet gazetesi "200 askerle Polanya'da masada" diye başlık atıyor.
Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, açıkça, Türkiye'nin bir "haydutluk siyaseti" izlemesi gerektiği görüşünü savunuyor. Özkök, ikinci hükümet tezkeresinin Meclis'e gönderildiği günlerde; Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, "Türkiye'nin savaşa girmesi için uluslararası meşruiyet aranmalıdır" şeklindeki görüşlerini şiddetle eleştiriyor.
Uluslararası toplumun bir ülkeye müdahalesi için Birleşmiş Milletler (BM) gibi bir kurumun kararına gerek olmadığını düşünen Özkök, "Al sana meşruiyet" diyor ve Kıbrıs'ın Avrupa Birliği (AB) üyeliğine kabulünü örnek veriyor. (Hürriyet, 16 Nisan 2003) Demek istiyor ki Özkök; eğer Kıbrıs'ın üyeliğe kabul edilmesi kararını tanımıyorsanız, Irak'a müdahale için de "uluslararası meşruiyet" aramamalısınız. (Ya da tersi.) İyi mi?
Savaş riski şimdi daha yüksek
ABD, bir önceki döneme ait kurumları, hukuku ve ilkeleri yıkıyor. Kurumlar arasında BM, hukuk normları arasında "sınırların dokunulmazlığı ve egemenlik" hakkı ve ilkeler arasında da "içişlerine karışmama" gibi unsurlar bulunuyor. Yıkılan bu kavram, kurum ve ilkelerin yerine nelerin konulacağı ise bilinmiyor. Ertuğrul Özkök ve fikir akrabaları da, ellerindeki arkaik çekiçlerle bu yıkıma katılmaya çalışıyor. Ama onlar bu eylemi "Saddam'ın heykelini yıkmak" olarak takdim ediyor.
Şu günlerde Suriye'ye müdahale için uluslararası kamuoyu hazırlanmaya ve/veya alıştırılmaya çalışılırken, aynı çevre şimdi de "Irak'taki hatayı yapmayalım" diye uyarılarda bulunuyor. Şam yönetiminin yıllarca Abdullah Öcalan'ı ülkesinde koruduğu, PKK'ye askeri ve lojistik destek sağladığı ve üstelik Hatay'ı da kendi toprakları saydığı hatırlatılıyor.
Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulma olasılığını sürekli olarak bir "öcü" gibi kamuoyunun tepesinde dolaştıran bu çevrenin; Suriye'ye ABD saldırısı kesinlik kazandığında, savaşa girilmesi için çok daha şiddetli bir baskı uygulayacağını tahmin etmek gerekiyor.
Bu nedenle Türkiye'nin -eğer gerçekleşirse- Suriye savaşına katılma olasılığı, Irak savaşından daha yüksek görünüyor. Dolayısıyla bu emperyalist savaşa karşı olan bütün güçlerin daha uyanık olması gerekiyor. (MY/NK)