Haberin İngilizcesi için tıklayın
“Ben haklarımız için mücadele etmenin farklı yolları olduğuna inanıyorum. Hepimizin elinde sosyal medyanın güçlü araçları var, son zamanlarda Instagram üzerinden yapılan kampanyaları görüyorsunuz… İnanıyorum ki hayat ve sanatın siyasi olarak ilham veren ve meydan okuyan işler yapmak konusunda inanılmaz bir potansiyeli var.
"Umuyorum, bir şekilde, bu projeyi başlatarak, kadınlarla birlikte bu yürüyüşleri yaparak ve sonunda bu video ve sesleri oluşturarak birilerini bu konu hakkında düşünmeye itebiliriz. Bunun, tüm o isim ve deneyimleri haritaya eklemek açısından da önemli olacağını umut ediyorum. Gelin eve birlikte yürüyelim..”
“Birlikte eve yürüyelim” diye çağrı yapan kişi Londra'da yaşayan performans sanatçısı Alisa Oleva.
Performistanbul’un düzelediği performans sanatçılarına özel “Sanatsal Gelişim Programı”na ilk seçilen sanatçı olan Oleva, kendisiyle birlikte yürüyecek İstanbul’daki kadın ve kendini kadın olarak tanımlayan katılımcıları arıyor. Oleva ile “ev”e doğru yürümek için gerçekleştirilen açık çağrıya son katılım tarihi 25 Ekim 2020.
Bire bir yapılacak yürüyüşlerde, katılımcılar İstanbul’da “ev” olarak tanımladıkları yere doğru yürürken, sanatçı Oleva’nın da Londra’dan eşlik edeceği Eve Yürüyüş adlı performansta, aralarındaki bağı telefonları sağlayacak ve süreçler izleyicisiz olarak gerçekleşecek.
Kadınların şehre bıraktığı izler üzerinden belirlenen başlangıç noktaları seçilirken, katılımcıya, kadın(lar)la ilgili tarihi ve önemli şahıslar, olaylar, yapıtlar üzerinden şehrin okumasının yapıldığı bir harita kılavuzluk edecek.
Bu izler arasında, Halide Edip Adıvar’ın 1919 yılında yaptığı aktivist ve politik bir konuşma anısına Sultanahmet Meydanı, Gürdal Duyar’ın İstanbul’u kadın bedeniyle temsil ettiği heykeli anısına Yıldız Parkı, Füsun Onur’un belediye ekipleri tarafından park düzenlemesi sırasında kaldırılan 50. yıl heykeli anısına Fındıklı Parkı ve Süreyya Operası gibi yer ve mekânlar bulunuyor.
Alisa Oleva, projeye dair detayları bianet'e anlattı.
"Ev gerçekten güvende olduğumuz bir yer mi?"
Projenin başlangıç noktası neydi? Bu proje nasıl aklınıza geldi?
Proje fikri LADA'nın internet sitesinde gördüğüm açık çağrıya doğrudan bir yanıt olarak ortaya çıktı. Çağrı hemen ilgimi çekti çünkü her şeyden önce ismi misafir sanatçı programıydı.
Bir sanatçı olarak benim için zorlanmak, öğrenirken ortaya bir iş çıkartmak ilginçti. Aynı zamanda İstanbul’a gitme fikir de merakımı cezbetti, daha önce İstanbul’a hiç gitmemiş, bağlamını keşfetme, onunla ilişkilenme fırsatı bulmamıştım. Fakat maalesef olmadı. Henüz İstanbul’a hiç gitmedim ve ne zaman gideceğimi de bilmiyorum.
Açık çağrıdaki diğer bir kelime ise ev ve ona verilen yanıttı. Proje fikri de bu çerçevede ortaya çıktı. Sanırım Perform İstanbul’un internet sitesinde gördüğüm küçük bir “gif”ten de etkilendim.
İnternet sitelerine girdiğinizde yürüyen iki ayak görüyorsunuz. Bir yürüyüş sanatçısı olarak bunu hemen kendimle özdeşleştirdim ve paylaşılan adımların benim için bu çalışmanın temel unsuru olacağını hissettim. Eve yürüyüş fikri de bu şekilde ortaya çıktı.
Türkiye’de ve muhtemelen pek çok farklı ülkede ev çoğu kadının şiddet gördüğü yer olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda kadınlar kendilerini evde güvende hissetmiyor olabilirler. Projenizde bu duruma bir gönderme ya da atıf var mı?
Evet, burada kesinlikle bununla ilgili bir farkındalık söz konusu. Ev ve evin aslında yaşadığımız yer olup olmadığı fikri tam da bu yüzden ilgimi çekiyor. Ev, yaşadığımız yer olmayabilir. Ev hissimiz, ev duygumuz başka bir yerde olabilir.
Dolayısıyla, bu soruyu sormak, kişiye neyin evinde hissettirdiğini, evin gerçekte ne olduğunu düşünmesi için meydan okumak, onu bunu yapmaya teşvik etmek benim için önemliydi.
Pandemi başlayınca bu soru aslında daha da önem kazandı çünkü artık eskiye göre evlerimize daha çok tıkılıp kalmıştık ve -bildiğimiz gibi- ev içi şiddet vakaları da bu kapalılık sürecinde artış gösterdi. Bu evde tıkılıp kalma fikri ve evde olma zorunluluğu…
Katılımcılarla sadece evleri gibi hissettikleri bir yerde veya konumda buluşmamak, aksine eve yürümek benim için bu yüzden de önemliydi çünkü yürümek bunu kamusal alana taşıyor.
Eğer evi özel bir şey olarak ya da kişisel olarak yakından ilişki kurduğumuz bir şey olarak düşünürsek, yürüyüş de bu durumda şehrin kamusal alanında gerçekleşiyor. Peki bu ikisini nasıl bir yere oturtmalıyız? Güvende olma hissi nerede? Çünkü sokaklarda yürürken evde olduğunuzdan daha güvende hissediyor olabilirsiniz. Ya da tam tersi mi?
Yani, sizin için güvensiz olan şey yürümekken sadece ev dediğiniz yere girdiğinizde mi kendinizi güvende hissediyorsunuz? Bu yüzden, güvende ve güvende olmama fikri, kişiyi belli bir yerde güvende hissettirenin ne olduğu ve güvende hissedilen bu yerin unsurları gerçekten ilgimi çekiyor.
“Ev hissi veren yerler haritaya konuldu”
Alisa Oleva
İstanbul’un önemli noktalarını yürüyüş alanı olarak belirlediniz. Bu anlamda kriterleriniz nelerdi?
Yürüyüş noktalarını Performistanbul ekibinin yardımıyla belirledik. Benim için araştırma kısmı, öğrenme ve yerli halkın bilgisine güvenme kısmı da burada işin içine giriyor. Ama tüm o nokta koyma, katılımcılar için başlangıç noktalarını belirleme, kadın tarihi ve kadın varlığı açısından İstanbul’un kamusal alanındaki önemli yerleri seçme fikri proje esnasında ortaya çıktı; bu, şehirdeki kadınlar için önemli olan, onlarla bağlantısı olan yerlerin katman katman, adım adım genişleyerek haritalara konduğu, haritalara işlendiği bir süreç gibiydi.
Dolayısıyla, ben ve katılımcılar İstanbul’da yürürken ve bu kişisel yerleri, kişisel öneme sahip, kişisel olarak ev hissi veren bu yerleri haritaya koyarken, bu yürüyüşün kadınların halihazırda izlerinin olduğu, bir şeylerin kadınlara ithafen isimlendirildiği ya da kadınların anısına anıtlar dikildiği yerlere dair tarihsel haritaya eklenmesi de önemli.
Haritayı genişletmek, katılımcılarla birlikte o anlık ve kişisel yerleri haritalara koymak önemliydi; aynı zamanda, halihazırda haritada mevcut olan önemli yerlerin, çoktan var olan önemli yerlerin altını çizmenin, kadın varlığının önemini vurgulayıp bu varlığı öne çıkarmanın, bu kadın varlığını haritaya işlemenin, onun görünmez olmasına ya da haritaya yazılmadan kaybolup gitmesine izin vermemenin önemli olduğunu hissettik.
“Kadınları İstanbul’da yürümeye davet ediyorum”
İstanbul’da sizinle yürüyecek kadınlar ya da kendilerini kadın olarak tanımlayan katılımcılar arıyorsunuz. Neden erkekler değil?
Bu soruya verilebilecek pek çok yanıt var. İlk açık çağrının bu çerçevede olması verilebilecek yanıtlardan biri. Fakat öyle olmasaydı bile, bu, şehirde yürüyen -benim durumunda Londra’da yürüyen- bir kadın olarak benim için gerçekten önemliydi. Bu deneyimin ne kadar farklı olduğunun hep bilincindeyim. İstanbul ve Londra tabii ki farklı bağlamlar. Fakat ben şehirde yürümenin, şehirde gece yürümenin, eve yürümenin ya da kendi başıma yürümenin benim için ne kadar farklı olduğunun fazlasıyla farkındayım.
Dolayısıyla, benim için projeyi eve yürüyen kadınlarla sınırlandırmak tam da var olan bu farklar yüzden önemliydi; bu farkların altını çizmek, onları dillendirmek, yaşadığımız Avrupa bağlamında ortaya konan o fazlaca geleneksel düşünceleri ve kurulan bağlantıları dile getirme şansı bulmak önemliydi.
Örneğin, kadınları çoğu zaman özel alanla ilişkilendirmek ve bunu yaparken şehir alanını, kent alanını daha eril bir alan olarak görmek, bu alanı erkeklerin dışarı çıkıp eve döndüğü alan olarak düşünmek bunlardan biri. Dolayısıyla, buna meydan okumak, kadınlara faillik (agency) atfetmek, seslerine faillik atfetmek önemliydi.
Bu yüzden de kadınları İstanbul’da yürümeye davet ediyorum. Bu harita ve ortaya çıkacak belgelendirme bu yürüyüşleri şehrin dokusuna eklemek, o kadınların deneyim ve seslerinin şehrin dokusuna işlenmesini sağlamak açısından benim için önemli olacak.
“Türkiye'deki kadınlar haklarına sahip çıkıyor"
Projenizi feminist bir proje olarak mı tanımlıyorsunuz?
Bir şeyleri sınıflandırma taraftarı değilim. Bence “feminist” faydalı bir kelime, ancak bir şeyleri sınırlandırıyor. Yani, evet, bu işin feminist bir tarafı var. Ben bu proje için daha çok şöyle demeyi tercih ederdim: Kadınların seslerini duyurmak; sormak, tartışmak ve konuşmak; yürümek ve o yerleri, o deneyimleri haritaya yerleştirmek için önemli bir proje.
Yani, bu projenin şöyle bir niyeti var: Susturmamak ve göz ardı etmemek, farkı göz ardı etmemek ve bir kadının şehirdeki deneyimiyle evdeki deneyiminin birbirinden farklılığını hissetmek" diyor.
Türkiye’deki mevcut siyasi durumu ve kadınların karşı karşıya kaldığı mevcut mücadeleleri düşündüğümüzde, nasıl dışarı çıktıklarını, nasıl sokaklarda olduklarını görüyoruz. Protestolarda çekilen fotoğraflara baktığımızda, kadınların oldukça fiziksel bir şekilde haklarına ve mekâna sahip çıktıklarını görüyoruz; burada söz konusu olan, orada bulunmak (presence) ve bu bulunma hali önemli.
Dışarı çıkanlar bu bedenler, dışarı çıkanlar bu kadınlar. Aynı fikirde olmadıklarını, değişim istediklerini söylemek için fiziksel olarak oradalar.
Ben bir şeyleri değiştirebilmek için bir yerde fiziksel olarak bulunmanın, bedeninizle orada olmanın, “ben buradayım, ben bunu istiyorum ve bunu dile getiriyorum” demenin önemli olduğuna gerçekten çok inanıyorum.
Sadece durup sessiz kalmaktansa, belki tüm bunları düşünüyor olsanız da dillendirmemektense ya da sokaklarda olmayıp içeride kalmaktansa bunu yapmak bence çok önemli. Dolayısıyla, ben bunun haklar için mücadelede önemli bir aşama, önemli bir an olduğuna inanıyorum.
Benim için bu projede yürüyüş bedeninizi dışarı çıkarmakla, kendinizi yürüyüşe çıkarıp her adımda mekanla ilişki kurmakla, bizzat o mekânda bulunmakla ve böylelikle kent mekanına kendi izinizi bırakmakla alakalı. Yani, bir bakıma, eğer bir yardımı olacaksa, bu projenin feminist bir proje olduğunu söyleyebilirim.
“Projeyi İstanbul’da yapmak önemli”
Projenizi nasıl tanımlarsınız?
Bu oldukça geniş bir soru. Projeyi bir yürüyüş projesi olarak tanımlarım; yürüyüşle oldukça erişilebilir, herkesin sahip olduğu bir şey olarak çalışıyorum. Hepimiz şehirde farklı şekillerde yürüyoruz.
Bazılarımız belki ayaklarıyla yürümüyor, ama A noktasından B noktasına gitmenin farklı yolları var ve yürüyüş konusuna kafa yormuyoruz, yürüyüş günlük hayatımızın bir parçası. Dolayısıyla, yürümenin, siyasi özünün ve sakinleştirici özelliklerinin altını çizmek benim için çok önemli.
Bu projenin aynı zamanda ortak bir proje olduğunu söyleyebilirim. Burada söz konusu olan sadece benim bir yere gidip o yerle ilgili belli bir iş yapıyor olmam değil. Yerel halka birlikte çalışmak, onlardan bir şeyler öğrenmek, yaptığımız işe birlikte sahip olmak gerçekten çok ilgimi çekiyor. Bu çalışma, yürümeyi kabul eden kadınlar olmadan imkânsız. Eğer kimse yürümeyi kabul etmezse bu çalışma da gerçekleşmez.
Bu yüzden de böyle bir çalışma tarzı benim için sohbet etmeye bir davet. Ben her bir kadını bu projenin eş yaratıcıları olarak görüyorum, projeyi tek başıma sahiplenmiyorum. Yani, bu da önemli bir unsur. Bu projeyi toplum odaklı ve ortak mülkiyetli bir proje olarak tanımlardım.
Bu projenin aynı zamanda bölgeye özel bir proje olduğunu söyleyebilirim. Diğer bir deyişle, bu proje bir şeylerden genel hatlarıyla bahsetmiyor; belli bağlamlarda oldukça kişisel, oldukça yerel deneyimlerden bahsediyor. Farklı bir şehirde kadınlarla yürüyor olsam proje de farklı olurdu. Ortaya çıkan, her bir şehre özel bir proje olurdu.
‘Multimedyatik bir proje’
Dolayısıyla, bu çalışmayı İstanbul’da yapmak benim için çok önemli. Bana bu çalışma için ilham veren de tam olarak şehrin bağlamı ve kadın hakları konusundaki mevcut durumdu. Yani, bu projenin özellikle bu şehir ve özellikle bu bağlamdan ilham alan, bu şehir ve bağlama odaklanan, bölgeye özel bir proje olduğunu söyleyebilirim.
Son olarak, projeyi birden fazla medya öğesini içinde barındıran (multimedia) bir proje olarak tanımlardım.
Bu çalışmayı yapmak için farklı medya öğelerini birlikte kullanıyorum. Kullandığım tek bir araç yok; sadece ses yok, sadece harita, yürüyüş, görsel veya video yok. Aslında, bunların hepsi var. Bu çalışma, bu hissi yaratmak ve katılımcıların bunu tam anlamıyla deneyimlemesini sağlamak için tüm bu farklı medya öğelerini kullanıyor.
“Virginia Woolf’un bir çok projesi yürürken açığa çıktı”
Kadınların yürümekle kurduğu bağ bana hep farklı görünmüştür. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet, ben de bu fikre katılıyorum. Erkek olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek benim için zor, sadece kendi deneyimlerime dayanarak konuşabilirim. Ancak, tarihe dayanarak yürümeye erişimimizin farklı olduğunu, yürüyüşle aramızdaki ilişkinin farklı olduğunu söyleyebilirim.
Burada işin içine giren pek çok şey var: Siyasi, toplumsal ve ekonomik etmenler, statü meselesi, yürüyebilmek için işin içine giren diğer şeyler… Sıklıkla bir yaratma yolu olarak yürüyüşle özdeşleştirilen Virginia Woolf’a değinecek olursak, yaptığı çoğu çalışma yürüyüp düşünürken ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda sınıf ve yürümeye erişimden de bahsediyoruz. Evet, göz ardı edemeyeceğimiz pek çok şey var.
Fakat, eğer sadece bir mekânda yürüyor olmaktan bahsediyorsak… Daha önce pek çok yürüyüş atölyesi ve yürüyüş düzenlemiş biri olarak kendi deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, kadınlar yürüyüşü farklı deneyimliyor.
Bunun için Nancy Shepherd’ın bir kitabını örnek verebilirim. Shepherd’ın İskoçya’nın dağlarında yaptığı yürüyüşlerden bahsettiği kitabı erkeklerin İskoçya’da doğa yürüyüşü deneyimlerine ilişkin kitaplardan belli ve oldukça açık bir biçimde farklıdır. Erkeklerin kaleme aldığı kitaplarda çoğunlukla tepeye çıkmaktan, tırmanıp bir şeyler başarmaktan, mekâna izini bırakmaktan bahsedildiğini görürüz.
Shepherd için söz konusu olan ise neredeyse daimî bir yürüme halidir. Yani, tepeye çıkmak, tırmanmak veya rekor kırmak gibi bir niyet yoktur ortada. Daha çok orada olmakla ilgilidir; tüm istikametlere eşit yaklaşır ve tepeye çıkmak gibi bir niyeti de pek yoktur.
Burada bahsettiğim şeyin söz konusu farklı ilişki için de çoğu zaman doğru olduğunu düşünüyorum: Mekâna sahip çıkma ya da onu fethetme gibi bir ihtiyaç yok; daha çok bir gezinti, mekanla daha yumuşak, daha akışkan bir ilişki bu. Kadınların yürümekle farklı bir ilişki kurduğu fikrinin pek çok şekilde doğru olduğunu düşünüyorum.
“Yeni bir çalışma tarzı”
“Bana deneyimlerinizi yazın”
Son olarak Türkiye’deki kadınlara bir çağrınız var mı?
Çağrıdan kastınız mesajsa sanırım kadınlarla yürüdükten sonra bu soruyu cevaplamam biraz daha ilginç olabilirdi. Yürüyüşlere bir hafta içinde başlayacağım. Çalışma yeni yeni ivme kazanıyor; şimdilik sadece Perform İstanbul ile çalışıyorum, şimdiye kadarki süreç aynı zamanda bir keşif, öğrenme ve araştırma süreciydi.
Davetim zaten açık çağrıda mevcut; onları beni eve götürmeye, benimle eve yürümeye davet ediyorum. Benim davetim katılımcıların bu konular hakkında düşünmeleri, bunları dile getirmeleri, dışarı çıkıp mekânda yürümeleri, soru sormaları, bir şeylere meydan okumaları ve yürümeye, yeni yollar bulmaya devam etmeleri.
Ben haklarımız için mücadele etmenin farklı yolları olduğuna inanıyorum. Hepimizin elinde sosyal medyanın güçlü araçları var, son zamanlarda Instagram üzerinden yapılan kampanyaları görüyorsunuz… İnanıyorum ki hayat ve sanatın siyasi olarak ilham veren ve meydan okuyan işler yapmak konusunda inanılmaz bir potansiyeli var.
Umuyorum, bir şekilde, bu projeyi başlatarak, kadınlarla birlikte bu yürüyüşleri yaparak ve sonunda bu video ve sesleri oluşturarak birilerini bu konu hakkında düşünmeye itebiliriz. Bunun, tüm o isim ve deneyimleri haritaya eklemek açısından da önemli olacağını umut ediyorum.
Projenin hep birlikte yeni bir şeyin temeline koyduğumuz taşlardan biri olarak görüyorum. Yani, sanırım benim çağrım açık: Benimle eve yürüyün, gelip benimle yürüyün ya da başka biriyle yürüyün, başkalarıyla bununla ilgili konuşun…
Biriyle yürüyün ya da bana deneyiminizle ilgili yazın… Böyle bir deneyimin içinde olmak, onun kolaylaştırıcılığını ve aracılığını yapmak, bundan bir sanat eseri yaratmak benim için çok mutluluk verici.
Proje detayları Siz de açık çağrıya katılmak ve "ev" kavramını beraber düşünüp sorgulamak için 25 Ekim 2020 Pazar gününe kadar [email protected] adresine yazabilirsiniz. Açık çağrı devam ederken, 18 Ekim'den itibaren başlayacak performanslar 31 Ekim tarihine kadar devam edecek. Zamanı sanatçıyla beraber kararlaştırılacak performans ile ilgili detaylı bilgiler başvuran katılımcılarla mail aracılığıyla paylaşılacak. Performansların dokümantasyonu üzerinden gerçekleştirilecek çalışma, çevrim içi arşiv sergisi ve e-kitap formatında yeniden izleyicilerle buluşacak. Kasım ayında ise Alisa Oleva performatif bir sunumla, çevrim içi Zoom etkinliği kapsamında süreci ve çalışmasını izleyicilerle paylaşacak. İzleyiciye açık olacak çevrim içi buluşmanın tarihi, önümüzdeki günlerde açıklanacak. |
Alisa Oleva Hakkında Londra'da çalışıyor ve yaşıyor. Goldsmiths Üniversitesi Performans Yüksek Lisansı'na sahip sanatçı; kentsel koreografi ve kentsel arkeolojiyi, şehirdeki izleri ve yüzeyleri, sınırları ve şehre ait nesneleri, aralıkları ve sessizlikleri, pasajları ve çatlakları ele almak için kenti stüdyo ve kentsel yaşamı da madde olarak ele alır. Çalışmaları; etkileşimli durumlar, hareket serileri, birebir ve samimi karşılaşmalar, yürüyüş parkurları ve atölyeleri ile sesli rehberli yürüyüş serileri hâlinde/formatında ortaya çıkmaktadır. Şimdiye kadar birçok farklı şehirde mekâna/şehre özel çalışmalar yaptı. Bu şehirlerin arasında Londra, Manchester, Leeds, Berlin, Belgrad, Pori, Minsk, Kiev, Dnipro, Moskova ve Norilsk bulunuyor. 1989 Moskova doğumlu. |
(SD/EMK)