Akşam yemeğinde bir araya geldiğimizde, çatal-kaşık ve tabaklar konuşurdu sadece. Sonra... Her şey normale dönerdi iki-üç günlüğüne.
Hiç unutamam, babamın, annemin canını çok acıttığı ilkokul dördün yaz tatilindeki olayı. Tüm pencereler kapatılıp, perdeler çekilmişti.
Evde bir ay hapis!
Annem iyileşene kadar evden çık(a)madık. Olayın ertesinde babam eve bir aylık yiyecek depolamıştı. Soranlara dayımlara, Samandağ'a gittiğimiz söylenmişti.
Evde sıkılmayalım diye, uzun zamandır istediğimiz monopoly, Kızma Birader oyunlarını alan babama teşekkür eden kardeşimi dövmüştüm.
Annemi ölüme götürebilecek bir dayak faslından sonra alınan oyunlara teşekkür, dayağı onaylamak anlamına gelir diye.
Görünmeyen yerlere, kaba etlere
Babam, annemin giysiyle kapatılan yerlerine, kaba etlerine vururdu. Görünmesin, anlaşılmasın, bilinmesin! diye. Dayak mecrası, yatak odalarındaki banyoydu.
Çifte kapı engellerdi dışarıya.ses gelmesini. Annemin sesini duymamak için, oturma odasındaki televizyonun sesini sonuna kadar açardık.
Baş başa kaldıklarında tüm sıkıntılarını -arkadaşı- ilkokul öğretmenimle paylaşırdı annem. "Çocuklar yüzünden katlanıyorum. Dayanacak gücüm kalmadı aslında!" dediğini duydum bir gün.
Evdeki havadan kurtulmamı isteyen annem, parasız yatılı okul sınavları için, babamdan gizli özel ders bile aldırmıştı. Kazandım sınavı.
Yanımızda bağırmazdı bile
Geceleri uyuyamazdım yatakhanede. Annemin banyodaki halini düşünerek ağlardım, yorganı çekip. Üniversiteyi de İstanbul'da okudum.
Tek isteği benim ve ablamın 'ekmeğini eline alması'ydı. Ablamın lise biter bitmez evlenmesi, ev kadını olması onu mutsuz etti. Erkek kardeşim de askeri okula gittiyse de yapamayıp, geri döndü.
Babam bizim yanımızda anneme, değil fiske vurmak, bağırmazdı bile. Hanımcığına (!) her şeyin en güzelini alırdı. Annem, hiç yakınmadığı babamın, biz çocuklarını ne denli çok sevdiğini yinelerdi hep.
Tüm garnizon bilirmiş bizimkilerin aşkını
Ankara'da kütüphanecilik okurken, dedem ölünce, okulu bırakmış. Kırklareli'ndeki hırdavat dükkanının başına geçmiş. Kazancı iyiydi, ancak esnaflığı sev(e)medi hiç.
Annemi, askerde, Eskişehir'de tanımış. Tüm garnizon bilirmiş bizimkilerin aşkını. Çerkez Alaaddin Efendi'nin kızı Guşef, çarşıya çıktığında ortalık hareketleniverirmiş.
Kızını gurbete vermek istemeyen dedem, annem diretince onaylamış evliliği. "Kızımın gözünün ferini söndüğünü görürsem, olacakları tahmin et!" diyerek babama. Neyse ki; büyükbabam annemin gözleri ferliyken ölmüş.
Güzelliği dillerde
Kırklareli küçük yer... Çerkez gelinin güzelliği dillerde... Hem övünç, hem mutsuzluk veren bu güzellikti korkutmuş olmalı babamı. Annemi elinden kaçırma korkusu!
Dışarıdan imrenilen, özenilen bir aileydik. Ya içeriden...
Ben, babamı sevmeyi uzun yıllar önce bıraktım. Korkuyla karışık yüz yüze, yan yana gelmemeye çaba harcadım hep.
Korkuyorum erkek arkadaşlarımdan
Sevgisini belli etmeyen, sevmeyi beceremeyen, anneme olan sevgisini, döverek gösteren bir adam... Çocuklarına "Allah, size çirkin bahtı versin!" dileğinde bulunan annem...
Ebeveynlerinden birini acımayla karışık seven, diğerinden öfkeyle karışık nefret eden çocuklar...
Yıllarca karşı cinsten uzak durmamda babamın payı büyük. Korkuyorum, erkek arkadaşlarımdan. Yoksa korkudan öte bir şey mi?
Bizler yuvadan uçunca, yalnız kaldılar ya... Her sorduğumuzda "İyiyim, iyiyiz!" dese de, aklımız hep annemizde oldu. Yıllarca boşanmaya ikna edemediğimiz annemi, Psikiyatriste bile götüremedik.
Menopozdan değilmiş
Dört yıl önce, önlenemeyen bir terleme, sıcak basma başladı annemde. Sırılsıklam terlediğinden sürekli duşa giriyor, evde gecelikle geziyor, iş yapamıyor, dikkatini toplayamıyordu. Kendine ve evine kapanmıştı. Solgundu. Hayatı, gıyabında yaşıyordu sanki.
"Pre- menopoz" dendi bize. Kullandığı ilaçlar durumunda pek değişiklik yaratmadı.
Çok sonra öğrendik sıkıntılarının "menopoz"dan kaynaklanmadığını. Kızacağımızdan korkan babam, gerçeği bilmemizi istememiş. Yeşil reçetelik ağır psikotrop ilaçlar kullanan annem zamanla toparlandı. Terapiyi kabul etmese de.
Annemden dayak yiyen babam!
Bir gün... Telefonun ucunda ağlamaktan konuşamayan babam "Gel!" diyordu" Annen iyi değil. Her şeyi kırıp-döküyor. Beni bile kırdı!.. Delirdi sanki. Beni dövüyor!"
Evdeki bu denge bir gün bozulacaktı... annem yırtacaktı bir gün.... Biliyordum. O gün gelmişti, işte!
İçimde kocaman bir sevinçle, Kırklareli'ne giderken, kafam karmakarışıktı.
Annemden dayak yiyen babam.. şaşkınlığından gerçeği kavrayamayan babam... Annemden korkan babam... Ağlayan babam... Kareleri gözümün önüne geldiğinde gülümserken yakaladım kendimi.
Babam suskun!
Ev savaş alanına dönmüş. Annem deli(rmiş) gibiydi. İçinden geçen, biriktirdiği her şeyi kusarcasına fışkırıyor, eline geçeni -babam hedefli- fırlatıyordu. Doktorun yaptığı iğneyle sakinleşen annem durmaksızın anlattı. "Yirmi yıldır anti-depresan ilaç kullanıyorum. Yoksa, yıllar önce aranızdan ayrılırdım!" dediğinde içim burkuldu.
Gözlerimize bakamayan, babam suskundu. "Yeter ki beni terk etme!" diyordu sessizlik olduğunda. Yaptıkları için pişman mıdır? Bilemem ancak güç kaybına uğradığı kesin.
"Güç bende artık!" diyen annem, yıllardır fazlasıyla ciddiye aldığı adamı, artık takmıyor. Yeni kurulan dengede, dayağa maruz kalan ve talimat alan kişi değişti. Annem, istediği yapmakta özgür...
Kendini parçalamanın mutluluğu
Baskıladığı şeyleri sırayla yaşama geçiriyor. Yüreğindeki karmakarışık yumak çözüldükçe rahatlıyor. Yumağın yeniden dolanmasına izin vermemekte de kararlı.
Annemin şimdiki durumu sağlıklı mı? Bence değil...
O, şiddet karşısında aciz kalmanın anlamını, yıllarca şiddet uygulayan birine, -babama- öğretmek için kendini parçalıyor olmaktan mutlu. (ŞD/BA)
* Bu yazı; Hürriyet Gazetesi ve paydaşlarınca yürütülen "Aile İçi Şiddete Son! Kampanyası" gönüllüsü ve "Eşler Arası Destek Programı" eğiticisi olduğumu bilen bir hemcinsimle yaptığımız "dertleşme"den yararlanılarak, -değişiklikler yaparak- yazılmıştır.