Yunanistan'da Papandreu hükümeti çökmek üzere. Her an hükümetin çekilmesi bekleniyor. Ülkedeki mevcut politik durum, Antonio Gramsci'in "organik kriz" kavramsallaştırmasıyla tarif edilebilir pekala: Hakim sınıf aşağıdan gelen bir meydan okumayla karşı karşıya ve siyasal temsile ilişkin geleneksel biçimler (mesela partiler ve hükümet dahil temsili kurumlar) daha önce temsil eder oldukları sınıf ya da sınıf fraksiyonlarınca yeterli ve ikna edici bulunmuyor.
Kriz, Yunan siyasal alanı ve devlet yapısında ciddi sarsıntılara yol açıyor. Toplumsal meşruiyetini büyük oranda yitirmiş olan ve "geleneksel" yöntemlerle rıza üretmekte giderek zorlanan siyasal sistem, cunta sonrası oluşan parlamenter sistemin gelenek ve kurallarından giderek uzaklaşıyor.
Yunanistan'ın sosyal anlamda Latin Amerikalaştırılması anlamına gelen ve alt sınıfların son otuz yılda elde etmiş bulunduğu bütün kazanımları berhava eden sermaye taarruzunun Yunanistan'ı "yönetilemez" hale getirdiği ortada. 20-21 Ekim günlerinde gerçekleşen kitlesel genel grev ve 28 Ekim ulusal bayramında hemen her kentte (ve hatta kasabada) resmi törenlerin göstericilerce basılıp gerçekleştirilemez hale getirilişi (Selanik'teki geçit töreni yarıda kalmış ve cumhurbaşkanı alandan kaçmak zorunda kalmıştı), aşağıdakilerin nasıl bir öfkeli teyakkuz halinde olduğunu ortaya koyuyor. Yunan devlet erkânı yüzlerine atılan yumurta ya da yoğurtlara hedef olmaksızın sokakta adım atamaz hale geldi. Kamuoyu yoklamaları merkez partilerin toplumsal desteklerinin hızla eridiğini ortaya koyuyor.
PASOK hükümeti ve meclis grubu bu kitlesel basınç karşısında paralize olmuş durumda. Kısa süre önce günleri artık sayılı olan Papandreu bir referandum çağrısı yaparak son kozunu oynadı. Önce bir parantez: Referandum illa ki demokratik bir mekanizma değildir. İtalya'da son olarak gerçekleştirilen ve Berlusconi hükümetinin suyu özelleştirme planlarını suya düşüren örnekte olduğu üzere aşağıdakilerin inisiyatifiyle gelişen örnekler bir yana, referandum ya da plebisitler genellikle muktedirlerin manipülasyon aracı halini alırlar. Referandumda oya sunulan sorunun tayininden çok sayıda ve farklı hususun basit bir evet ya da hayır meselesi haline getirilişine referandum süreçleri çoğu zaman zor durumdaki hükümetlerin kamuoyunu manipüle ederek kendilerini kurtarma girişimlerine dönüşür (bizdeki 12 Eylül referandumunu hatırlayalım).
Papandreu'nun önerisi de bu geleneği takip ediyordu. Bir seçimde ayakta kalamayacağını bilen Papandreu, kendi siyasi kariyerini az da olsa uzatabilmek adına, uygulanan paketin değil, esas olarak euro alanında kalmanın, ya da AB'de kalmanın oylanacağı bir referandum önerdi. Muhtemelen referandumun bir "ya Avrupa ya da iflas ve bir üçüncü dünya ülkesi haline gelme" ikilemi haline getirilmesi durumunda hükümetinin hayatta kalabileceği hesabını yapıyordu. Oysa önerinin içte ve dışta yarattığı tepkiler evdeki hesabının çarşıya (yani piyasalara) uymadığını gösteriyor.
Merkel-Sarkozy ikilisinin gösterdiği tepki ve tehditler, Yunanistan'ın artık bir parya devlet haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor. Ülke içinde de müesses nizamın hemen tüm payandalarınca böyle bir öneri "popülizm" olarak değerlendiriliyor ve tehlikeli bir macera olarak görülüyor. Bir referandumda olası bir "hayır" sonucu, hemen herkesin kabusu. Dolayısıyla referandum önerisinin PASOK meclis grubunda, hattta bakanlar kurulunda büyük tepkiyle karşılanmasına şaşmamak gerek.
Neoliberal itikadın ve krizden sermaye lehine çıkışın şu ya da bu ad ve manipülasyonla olsa dahi halkoyuna sunulması ciddi bir risk elbette. Ahir zamanlarda iktisadi ve sosyal meseleler ahalinin eline bırakılamayacak kadar mühim işler elbette.
Papandreu hükümetinin çözülmesi durumunda bu halk hareketinin kısmi de olsa ilk başarısı olacaktır. Mevcut hükümetin siyaset esnafının ayak oyunları neticesinde değil, esas itibariyle aşağıdakilerin basıncı altında işlemez hale geldiğini vurgulamak gerekiyor.
Yunanistan'ı bütün Avrupa'da emekçi sınıfların siyasi, iktisadi ve sosyal gücünü kırmaya dönük kapsamlı saldırının bir laboratuvarı haline geldiği artık bir klişe haline gelen bir tespit. Deney AB teknokrasisi ve sermaye açısından şu ana kadar başarıyla taçlanmış değil. Yunan direnişinin kısa süreceğini, Yunan emekçilerinin uygulanan şok terapi karşısında hızla teslim olacağını umanlar hayalkırıklığına uğramış halde.
Devam edegelen "düşük yoğunluklu ve uzatmalı" ayaklanma hali, somut bir başarı elde edememiş olsa, paketin uygulanmasını engelleyememiş olsa da kendisini sürekli olarak yeniden var edebiliyor. Mücadele içerisindeki kitleler geri döndürülemez bir yenilgi aldıkları hissiyatında değiller. Dolayısıyla mevcut hükümetin işlemez hale gelerek düşmesi kitlelerin özgüvenini artıran bir faktör olarak muhalefetin daha da yaygınlaşması açısından bir katalizör işlevi görebilir.
Önümüzdeki günlerde, ya da saatlerde bir milli mutabakat ya da teknokratlar hükümetinin kurulması söz konusu. Bu hükümetin sokak karşısında "başarılı" olması o kadar kolay değil. Önemli olan sokağın inisiyatifi bırakmaması, meclis dahilindeki "Ali-Cengiz" oyunları karşısında bir an bile pasifize olmaması. Önümüzdeki birkaç gün için çağrısı yapılan eylemlerin sayısı, bu son ihtimali neyse ki zayıf olduğunu ortaya koyuyor.
Papandreu'nun kendi isteğiyle mi çekileceği yoksa referandumda ısrarcı olup cuma günü güvenoylamasına mı gideceği henüz meçhul. Bir Latin deyişi, "insanın birinci mutluluğu nasıl öleceğini bilmektir, ikincisi ölüme zorlanmaktır" der (Scire mori sors prima viris, sed proxima cogi). Yani ne olursa olsun, Papandreu gitse de gitmek zorunda kalsa da sonu artık malum gibi... Darısı diğerlerinin başına...(FB/ÇT)
* Fotoğraf: Alexandros Michailidis