Angelopoulos’un Yunanistan’ı her daim yangın yeriydi…
Küçük Teo, İkinci Dünya Savaşı çocuğuydu. 1940’ta o daha 5 yaşındayken önce İtalyan, ardından Alman orduları Yunanistan’ı işgal etmişlerdi. Savaş bittikten sonra bu kez iç savaş başlamıştı. Bu kardeş kavgasında 150 bine yakın insan can verir. Ardından yıllar boyu sürecek Albaylar Cuntası, siyasi karışıklıklar, durmadan gelen ekonomik krizler…
Demokrasinin beşiğinde kesintisiz trajediler ve bunlara karşı direnen, söz söyleyenler arasında genç Angelopoulos da vardı. 1964’te Fransa’daki sinema eğitiminden sonra Yunanistan’a döndüğünde Demokratik Değişim adlı sol bir dergide eleştirel yazılar yazmaya başlar. Almanya’dan yurduna dönen bir Yunan işçisinin öldürülmesi gibi gerçek bir olaydan yola çıkarak çektiği ilk uzun filmi Tatbikat’ta bir başka gerçek olay olan, babasının aniden haksız yere tutuklanıp ortadan kaybolması ve günün birinde aniden geri gelmesi de filmin konusuna yansır.
Onun filmlerinde karakterler, 20. yüzyıl modernitesinden bugüne kaybolan değerleri, umutları, anıları arayan insanlardır. Kitara’ya Yolculuk’ta yaşlı Spiros kendi çocukluğunu arar, yıllar sonra döndüğü ülkesini yeniden keşfeder. Arıcı’da yine adı Spiros olan elli beş yaşındaki arıcı, elli yıllık bir tarihi omuzlarında taşırken bugün artık anısı kalmamış, bellek ve belleksizlik arasında çatışma yaşamıştır. Bir yolculuk filmi olan Puslu Manzaralar, iki çocuğun Almanya’da yaşadıklarını düşündükleri babalarını arama hikayesidir. Leyleğin Geciken Adımı’nda bir TV muhabiri olan Aleksandre, Yunanistan’ın bir sınır kasabasındaki mülteciler arasında, yıllar önce ortadan kaybolmuş Yunan bir politikacıyı fark edecektir. Onlar, arzu ile gerçek arasındaki kopuşta, kaybolmuş şeylerin peşinde olmuşlardı.
Yunanistan tarihi, mitolojisi, yangınvari siyasi süreçler Angelopoulos filmlerine derin şekilde yansır. Geçen yüzyılın sonuna gelindiğinde yönetmenin ve kendisi gibi olan insanların hiçbir arzuları yerine gelmemişti. Hiç gerçekleşmeyen hayaller, yerini düş kırıklıklarına bırakmıştır. İç savaş, kapitalist vahşet ve diktatörlüklerle yanan ve geçmişinden, geleneklerinden kopartılan ülkede Angelopoulos en azından tarihsel bağlamı ve kolektif belleği epik bir dille aktarmış, yarına olan umudun peşini bırakmadan film çekmiştir. Ulis’in Bakışı, Sonsuzluk ve Bir Gün, Ağlayan Çayır bir şiir, bir ağıt olmalarından çok, tarihi, an’ı ve geleceği anlama çabalarıydı.
Bir zamanlar insan-tanrıların hükmettiği Atina, sonraları savaş tanrısının, şimdilerde ise tek gövdeli, çift başlı olan para-iktidar tanrısının hırs ateşlerinde yanıp durdu.
Son yangın Angelopoulos’un insancıl yakarışını yine dinlemedi. Ondan geriye kalan yegane belgelerin, arşivlerin, kitapların, el değmemiş mektupların sıcak külleri, Atina’nın gökyüzünde savruldu. Son yangından sonra Yunanistan halkı, gri puslu manzara içinde belki de Angelopoulos’un filmlerindeki gibi sessizler şimdi.
* Atina’nın yandığı günlerde hatta anlarda Lice, Nusaybin, Dersim’de dağlar ve ormanlarını yanıyordu. Yunanistan yine sorumsuzluğun ve ihmalin bencilik fırtınasıyla yanarken Kürdistan bir kez daha vicdansızlığın ve zulmün acı kasırgasında yakılıyordu. Tek gövdeli, çift başlı para-iktidar tanrısı bu coğrafyada yüz yıldır hükmünü sürüyor. Lakin komşu halka “geçmiş olsun” diyenler, kardeş halka ve kardeş dağlara, kardeş ormanlara hala kör-sağır-dilsiz kalıyorlar. Angelopoulos seksen yıldır yanan Yunanistan’ın yangınını söndürmeye çalıştı filmlerinde. Yitirilenlere ağıt yaktı, yarına umutlar ekmeyi unutmadı. Ve Halil Dağ dağlarını, ormanlarını anlattı, “güz bitti mi giden ayva satıcısı” kadar kısacık sinemasal ömründe. Çünkü Halil de 1 asırdır yanan ülkesinin artık yanmasını istemiyordu.
Tanıdığımızı sandığımız Teo Angelopoulos’u defalarca daha izleyelim… Ve tanımadığımız Halil’i bir kez görelim, Zê Suyunun Gözyaşları’nda (Firmeskên Ava Zê), Boy Aynası’nda (Eyna Bejnê).
“Tarih şimdi suskun. Sessizlik içinde yaşamak güç olduğundan, hepimiz cevapları kendi içimizde arıyoruz. Yine de sinemanın -yaşadığımız çürüyen dünyaya belki de son direnme formu olan sinemanın- amacı, üstü örtülemez tarihsel gerçekleri, masumların gözleri önüne serme çabasından ibarettir” demişti, Angelopoulos. 20. yüzyılın büyük ve derin trajedilerinin yaraları 21. yüzyılda kanamaya devam ediyor. (FY/HK)
* Fotoğraf uygulama: Kenan Tekeş