Yunanistan parlamentosunda 7 Şubat’ta kabul edilen Vakıflar Yasası'nı Doç. Dr. Elçin Macar ve Batı Trakya’da yayınlanan haftalık Trakya’nın Sesi İnternet gazetesinin sahibi Abdülhalim Dede’yle konuştuk.
Dede: Bizleri çözmek, dağıtmak, asimile etmek istiyorlar
Yunanistan hükümetinin Batı Trakya’daki Müslüman/Türk azınlığı çözmeye ve asimile etmeye çalıştığını söyleyen Dede, PASOK Partisi Rodop milletvekili Ahmet Hacıosman’ın Kamu Düzeni ve Adalet Bakanlığı Komisyonu’nda yaptığı konuşmaya da atıf yaparak yasayı şu noktalarda eleştiriyor:
- Yasa azınlık fertlerinin görüşleri dikkate alınmadan hazırlandı.
- Vakıf idare heyetlerinin seçimlerle belirlenmesi öngörülmekle birlikte Bölge Genel Sekreteri’ne gerektiği hallerde özel heyet atama yetkisi verilerek vakıflar üzerinde vesayet kuruluyor. Seçilmiş vakıf idarecileri Bölge Genel Sekreteri, valilik ve emniyet kararlarına karşı gelmeleri halinde üyelikten düşürülebiliyor.
- İftira ve hakaretten hüküm giymiş kişiler başbakan, bakan, mebus, vali, belediye-nahiye başkanı seçilebiliyor ama vakıf idare heyetlerine üye seçilemiyor. Seçim sistemi de henüz belirlenmiş değil.
- Vakıflar için hayati önemde olan vakıf okulları vakıflardan ayrılıyor. Bunların denetimi öğrenci velilerince seçilen okul encümen heyetlerine bırakılıyor. Bu heyetlere sorumlulukları altındaki vakıf mallarını kimseye hesap vermeden satma yetkisi tanınıyor.
- Devletçe mülkiyetleri şüpheli bulunan vakıf mallarının durumunun çözümü için beş kişilik heyetler kurulması öngörülüyor. İki üyesi vakıf idarecilerinden üçüyse devlet tarafından atanacak kimselerden oluşacak bu heyetlerden vakıflar lehine bir karar çıkması pek olası değil.
- Devlet memuru olmak için Müslüman/Türk azınlığa tanınan binde beşlik kontenjan hakkı yalnız Batı Trakya için sınırlı tutulmayıp tüm Yunanistan’a yayılıyor. Böylece devlet memuru olmak isteyen azınlık fertlerinin tüm Yunanistan’a dağıtılarak asimilasyonun hızlandırılması amaçlanıyor.
- Yeni vakıfların kurulması engelleniyor.
Macar: İki ülke de azınlıkları güvenlik sorunu olarak algılıyor
Doç. Dr. Macar, iki ülkede de azınlıkların bir güvenlik sorunu olarak algılandığını vurguladı:
“Bu algı özellikle Kıbrıs sorunu bağlamında 1960’larda güçlendi. 1960’ların ortalarında her iki ülkede de azınlıklarla ilgili önemli kararlar alındı. Bunlar hukukdışı kararlardı. İnönü hükümeti 1964 yılında Yunanistan vatandaşı olan Rum cemaati üyelerinin mallarını ve paralarını kararnameyle bloke etti ve bu insanları sınırdışı etti. Ailelerini de sayarsak Rum cemaati birden 40 bin kişi azaldı. Yunanistan’daysa Türkiye’deki Azınlık Tali Komisyonu’nun muadili kabul edilebilecek Trakya Eşgüdüm Komitesi kuruldu ve Batı Trakya’da Yunan unsurunun desteklenmesi ve artırılması için çalışıldı.”
İki ülke de kendi yurttaşlarına mütekabiliyet ilkesini uyguluyor, hukukdışı
Macar ayrıca iki ülkenin de kendi vatandaşlarına hukuka aykırı biçimde mütekabiliyet ilkesini uyguladığına dikkat çekti:
“Azınlıklar konusunda önemli bir gelişme de 1980’lerin başında yaşandı. Bülent Ulusu hükümeti döneminde Türkiye ve Yunanistan vakıflardan aldıkları vergileri kaldırmak konusunda anlaşmaya vardı.
"Anlaşma uyarınca Yunanistan Batı Trakya’daki Müslüman/Türk vakıflarının vergilerini kaldırırken Türkiye de sadece Rum vakıflarının vergilerini kaldırdı. Yani mütekabiliyet ilkesi gözetildi. Elbette diğer azınlıklar bu uygulamaya tepki gösterdiler.”
Mütekabiliyet olmaz, "paralel yükümlülük" var
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından önceki gün (26 Şubat) onaylanan ve dün Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu’na ilişkin tartışmalarda, muhalefetin öne sürdüğü argümanlardan biri de yasada Yunanistan’daki Müslüman/Türk vakıflarına yönelik düzenlemelerin dikkate alınmadığı, dolayısıyla mütekabiliyet ilkesi göz ardı edilerek gayrimüslimlere haddinden fazla imtiyaz tanındığıydı.
Prof. Dr. Baskın Oran ise bir devletin kendi vatandaşlarına karşı mütekabiliyet ilkesini ileri süremeyeceğini belirterek Lozan’da Türkiye ve Yunanistan’a kendi azınlık vatandaşlarını korumak üzere “paralel yükümlülük” getirildiğini hatırlatmıştı. (KM/TK)