Görsel: Çatlak Zemin
“Çalışıyorum diye anne olmayan kadın yarımdır.”
“Anneliği reddeden kadın eksik ve yarımdır.”
“Bu gidişi doğru bulmadım. Her yerde 3 çocuk derken bazıları 'Geçim meselesi' diyor. Her doğan rızkıyla gelir. Anneye sadakat göstermek hiçbir şeyle değiştirilmez. Bu toplum bunu yapmalı. Onu kendisi için birilerinin yaptığı gibi yok feministler, şunlar, bunlar gibi bir zillet kabul etmemeli.”
Cümlelerin tamamı, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın farklı tarihlerdeki konuşmalarından.
Türkiye’de hayat kadınlar için hep zordur. Fakat belli bir yaşa gelen kadınlar için biraz daha zor olabiliyor.
İlk gençlik yıllarında “aman bir erkekle ilişkin olmasın" diye baskılanmak istenen kadın, ilerleyen yıllarda “Neden hayatında biri yok?”, “Neden evlenmiyorsun?” gibi başka bir mahalle baskısı ile karşı karşıya kalabiliyor.
TIKLAYIN - Dışlanıyorlar, Kabul Görmüyorlar: İnfertil Kadınlar Anlatıyor
Bu baskılardan en güçlüsü de evlenmiş veya evlenmemiş kadınlara yüklenen “ille de anne olman gerek” baskısı.
Kadınlar, “Bak yaşlanınca yalnız kalırsın”, “Sonra pişman olursun”, “Anne değilsen ne bileyim sen de biraz şeysin”, “Sorumsuzsun ki anne olmak istemiyorsun”, “Bencilsin ki anne olmak istemiyorsun” gibi gibi cümlelerle sürekli olarak “makbul kadınlığa” zorlanıyor.
Kadınlar ister evlenir çocuk yapar, ister evlenmez çocuk yapar isterse de hiç çocuk yapmaz, anne olmayı tercih etmez. Bu kadının bedeni ve kararı.
London School of Economics’in (LSE) yaptığı bir araştırma*, çocuksuz kadınların toplumun en mutlu azınlıklarından olduğunu gösteriyor.
Türkiye ve dünyada çocuk doğurmamayı tercih eden kadınlara dair şimdilik net bir veri yok.
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Çiğdem Dalay, çocuk sahibi olmak istemeyen 12 kadınla görüştü. İzlenimlerini ve bulgularını “Ataerkil toplumda gönüllü çocuksuzluk: Türkiye’de ‘Gönüllü Çocuksuzluk’u Seçen Kadınlara Dair Algı ve Yaklaşımlar” tezinde sundu.
Dalay, “Anne olmak istemeyen kadınların ortak noktası, çocuk sahibi olmayı doğal olan değil, bir tercih olarak görmeleri ve kendilerini toplumun beklentilerini yerine getirmek zorunda olan bireyler olarak görmemeleri” diyor.
Dalay’la, "gönüllü çocuksuz kadınlar" araştırmasına dair söyleştik.
“Her kadının kendisine özgü nedeni var”
Bazı kadınlar neden anne olmak istemiyor sizce?
Kadınların anne olmama kararı almalarının farklı nedenleri var, son derece kişisel nedenler bunlar. Yaptığım araştırma için görüştüğüm, araştırmamdan sonra bana ulaşıp konuşmak isteyen anne olmamayı seçen kadınların hepsinin nedenleri birbirinden farklıydı.
Önce kendilerini gönüllü çocuksuz olarak tanımlayan kadınların çocuk yapmama kararlarında neyin etkisi olmadığını söyleyeyim. Görüştüğüm kadınların hepsi kariyerlerinin, iş hayatlarının bu kararlarında hiç etkisi olmadığını, her ikisini de isteseler bir arada yürütebileceklerini ifade ettiler. Oysa çoğu kadının kariyer yapmak uğruna anne olmaktan vazgeçtiği düşünülüyor toplumumuzda.
Anne olmak istemeyen kadınların ortak noktası, çocuk sahibi olmayı doğal olan değil, bir tercih olarak görmeleri ve kendilerini toplumun beklentilerini yerine getirmek zorunda olan bireyler olarak görmemeleri.
Bazı kadınlar aile büyüklerinin sorumluluklarını üstlenmekle yükümlü olduklarından, bazı kadınlar kendi anneleri ile olan ilişkilerini yanlış bulup tekrar etmek istemediklerinden, bazıları aile kavramına inanmadıklarından ve sorunlu bulduklarından ya da bir aile kuracakları kişiyle karşılaşmadıklarından anne olmamayı seçiyor.
Dünyanın kötü bir yer olduğunu, iklim krizinin ciddi bir sorun olduğunu ve bu dünyaya bir insan daha getirmenin mantıklı olmadığını söyleyen kadınlar, ülkenin siyasî ikliminin bu kararı almalarında etkili olduğunu söyleyen kadınlar da oldu. Dediğim gibi her kadının kendine özgü nedenleri var anne olmama kararını verirken.
Peki o zaman sıkça kullandığınız “gönüllü çocuksuzluk” kavramına gelelim.. Tam olarak “gönüllü çocuksuzluk” ne demek?
Çocuk doğurma yaşına gelmiş, doğurgan olan, çocuk doğurmamayı bilerek, isteyerek seçen, bu kararını doğurganlıkları devam ederken, erken yaşlarda veren kadınlar. Yüzyıllardır kutsanan annelikten ve beraberinde getirdiği her şeyden vazgeçen kadınlar da diyebiliriz.
Gönüllü çocuksuzluk olgusu, Anglosakson akademik dünyasında kuramsallaşmış bir olgu. Öncül nitelikteki çalışmalarda, anne olmamayı seçen kadınları tanımlamak için voluntarily childless (gönüllü çocuksuz), childree (çocuksuz), non-mother (anne olmayan), intentionally childless (taammüden çocuksuz), childless by choice (tercihen çocuksuz) gibi farklı terimler kullanılıyor, bu kadınların nasıl tanımlanabileceğine dair bir fikir birliği yok.
Amerikalı yazar Laurie Lisle kendi deneyiminden yola çıkarak yazdığı “Without Child” (1996) adlı kitabında, bilerek ve isteyerek çocuk doğurmamayı seçen kadınların nasıl tanımlanacağına dair yaşanan kafa karışıklığının, toplumda bu kadınların nasıl algılandığına dair önemli bir ipucu verdiğini söylüyor.
Ben çalışmam için tüm bu tanımları gözden geçirdim ve hiçbir engeli olmadığı halde, sadece öyle istediği için çocuk doğurmamayı seçen kadınları tanımlamak için ‘gönüllü çocuksuz’u seçtim.
Şunu da ekleyeyim, kadınların kendilerini nasıl tanımladıkları son derece önemli elbette ama bu olgunun kuramsal olarak ele alındığı bir çalışmada bir tercih yapmam gerekti ve en uygunu ‘gönüllü çocuksuz’du. En yansız çağrışımına sahip olan ve isteğe yaptığı vurgudan ötürü bence en doğru tanımlama bu.
Ataerkil toplumda “çocuksuzluğu” tercih etmenin nasıl bir karşılığı var?
Bunun cevabını ataerkil toplumlarda anneliğin nasıl algılandığı üzerinden verebiliriz aslında.
Ataerkil toplumlarda annelik, 18. yüzyıla kadar kadının doğasının doğal sonucu olarak ortaya çıkan bir süreç olarak tanımlanıyor. 18. yüzyıldan itibaren de hem kadın için en doğal olan hem de kadını toplumun takdir ettiği meziyetlerle donatan bir süreç olarak tanımlanmaya başlıyor.
Dolayısıyla ataerkil toplumlarda ve hatta toplumsal cinsiyet eşitliğinin yasalar ile güvence altına alındığı ama ataerkil örüntülere sahip toplumlarda, çocuksuzluğu seçmek negatif olarak algılanıyor. Çünkü doğal, normal ve ideal olan annelik. Her şeyden önce bu bir seçim olarak görülmüyor.
Tercih edilen bir durum olduğuna ikna olunduğunda ise anne olmayan kadınlar anormal, doğalarına isyan eden, bir kadının sahip olması gerektiği düşünülen meziyetlere sahip olmayan, ideal olmayan kadınlar olarak tanımlanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2016 yılında Kadem’in İstanbul’daki yeni binasının açılışında bir konuşma yapmıştı hatırlarsanız. O konuşmada anneliği reddeden kadınların, eksik ve yarım kadınlar olduklarını söylemişti. Ataerkil toplumda gönüllü çocuksuzluğun nasıl algılandığını özetlemişti aslında bu söyledikleri ile.
“Gönüllü çocuksuzluk” Türkiye’de yaygın mı?
Yaygın olup olmadığına dair bir bilgi veremem size ama görünür olmasa da var olduğunu söyleyebilirim. Özellikle eğitimli, kendi bedeni ve hayatı hakkında söz sahibi olan pek çok kadın için anne olmak ya da olmamak bir tercih.
Anneliğin kutsandığı, siyasî otoritenin, dinin ve hatta kadın doğum uzmanı doktorların anneliğin kadın için doğal olan olduğunu sıklıkla ifade ettiği bir toplumda, kadınlar çocuksuzluk tercihleri hakkında konuşmaktan imtina ediyorlar sadece.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmadığı, kadınların kamusal alandaki, iş hayatındaki konumunun hâlâ tartışıldığı ve ikincil olarak adlandırıldığı bir ülkede, kadınların çocuksuzluk tercihlere dair konuşmamaları da son derece anlaşılır.
"Allah vermedi ne yapalım"Çalışmam için görüştüğüm kadınlardan biri, "Çocuk yapmak istemedim" cevabının kimseyi tatmin etmediğini, peşi sıra gelen "Senin mi olmuyor, kocanın mı olmuyor" sorusunu bertaraf etmek için, "Allah vermedi, ne yapalım," diyerek konuyu kapatmayı tercih ettiğini söylemişti misal. |
“Yumurtalık diktatörlüğü”
Peki özelikle erken menopoza giren kadınlara jinekologların “hemen gebe kalmalısın” yaklaşımı sergilediğini duyuyoruz. Buna dair ne söylemek isterseniz?
Annelik yüzyıllardır sözlük anlamından çok daha farklı şekillerde, kutsal değerlerle tarif ediliyor. Anneliğe atfedilen bu değerler geniş kitlelerce kabul görüyor ve doğru olduğuna inanıldığı için tıpkı mitler gibi sorgulanmıyorlar. Bu bağlamda anneliği de bir mit olarak tanımlayabiliriz. Anneliğe dair üretilen söylemler, annelik miti, dinî, bilimsel ve siyasî doktrinlerden beslenerek ortaya çıkıyor.
Özellikle tıp biliminin anneliğin sağlıklı kadınların doğal ve birincil görevi olduğuna, hatta yegâne görevi olduğuna dair algının yerleşmesinde payının büyük olduğunu söyleyebiliriz.
Barbara Ehrenrich ve Deidre English, 1978 tarihli, iki yüzyıl boyunca uzmanların kadınlara verdikleri tavsiyeleri anlattıkları “For Her Own Good” adlı kitaplarında, 18. yüzyıl boyunca doktorların da katkısıyla toplumun muktedir elitlerinin elbirliği içinde bir “Yumurtalık Diktatörlüğü” kurduğunu ifade ediyorlar.
Bugün menopoza erken giren kadınlara verilen “hemen gebe kalmalısın” tavsiyesi de bu diktatörlüğün hiç değişmeyen bir pratiği.
Dünya Sağlık Örgütü, menopozu yumurtalık faaliyetlerinin sonlanması ile âdet döngüsünün kalıcı olarak kesilmesi olarak tanımlıyor. Kadının yaşam döngüsünün doğal bir parçası. Ama bir risk, tehlike, kötü son olarak algılanıyor ve anlatılıyor. Çünkü kadın doğurganlığını yitirdiğinde, kadın olmuyor artık. Eksik, yarım kadın oluyor.
"Jinekoloğu ikna edemedim"Çalışmam için görüştüğüm kendini gönüllü çocuksuz olarak tanımlayan kadınlardan biri, 30'lu yaşlarının sonunda bir jinekolojik sorun yaşadığını ve ameliyat olması gerektiğini, menopoza girmesine daha uzun zaman olduğunu ve yaşadığı sorunun tekrar etme ihtimali olan bir sorun olduğunu bildiğinden, jinekoloğuna çocuk yapmayı istemediğini, rahmini aldırmak istediğini söylediğini anlatmıştı. Jinekoloğu doğurganlığı devam ettiğini ve ileride fikrini değiştireceğini söyleyerek bunu kabul etmemiş. "Bir bilim insanını, başka bir bilim insanı olarak çocuk yapmak istemediğime ikna edemedim," demişti kendisi de bir akademisyen olan bu kadın. |
Jinekologlar arasında ataerkil ideolojinin kadınların annelik içgüdüsü ile dünyaya geldiği savı bizimki gibi ataerkil toplumlarda yaygın diyebiliriz.
Oysa bunun hiçbir bilimsel dayanağı yok. Şimdiye kadar yapılan hiçbir araştırma, kadınlarda anne olma arzusunun evrensel ve mutlak olduğuna dair bir kanıt sunmuyor.
Kürtaj Türkiye’de yasak olmamasına rağmen “yasakmış” gibi bir algı yaratıldı. Bu biyopolitikayı nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’de 27 Mayıs 1983 tarihinde yürürlüğe giren 2827 sayılı “Nüfus Planlaması Yasası” ile isteğe bağlı durumlarda 10 haftaya kadar gebeliklerin kürtajla sonlandırılması, 10. haftadan sonra da, tıbbî zorunluluk olması halinde yasal dediğiniz gibi.
Yasanın adından da anlaşılacağı üzere, kürtaj kadınların üreme hakkı, bireysel özgürlükleri çerçevesinde tartışılan bir konu olmadı en başından beri devlet için. Yasanın yürürlüğe girdiği günden beri de tartışılan bir konu kürtaj. Son yıllarda yeniden tartışılmaya başlanması o zaman başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kürtaj cinayettir, her kürtaj bir Uludere’dir” demesiyle başladı.
Aynı yıl TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Cevdet Erdöl, Dünya Sağlık Örgütü’ne ve UNICEF’e resmi başvuruda bulundu ve çocuk tanımının 0-18 yerine eksi 1-18 şeklinde yeniden tarif edilmesini istedi. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bu başvuruyu desteklediğini açıkladı ve annenin hakkı olduğu kadar bebeğin de hakkı olduğunu söyledi. Siyasî erk açıkça kürtaja karşı olduğunu ifade etti.
Erdoğan’ın açıklamasının ardından, Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı, İstanbul’da 37 kamu hastanesini arayıp kürtaj yapıp yapmadıklarını sorduklarını, sadece üç hastanenin isteğe bağlı kürtaj yaptığını öğrendiklerini açıkladı. Yani kürtaj bu açıklamalar neticesinde fiilen yasaklanmıştı.
Aile Sağlık Merkezlerinde ve hastanelerde kürtaj hizmeti verilmesi gerekirken, kürtaj yasalken ortaya çıkan bu durum, iktidarın kadını ancak aile içinde tahayyül eden, farklı kadın kimliklerini yadsıyan, kadına annelik dışında bir kendilik imkânı vermeyen ideolojisinin bir tezahürü.
Kadını anneye indirgeyen, toplumdaki ikincil konumunun, ezilmesinin meşrulaştırılmasına hizmet eden, ataerkilliği hâkim ve daim kılmayı hedefleyen ve kadınların elde ettikleri her türlü kazanımı yok sayan bir ideoloji bahsettiğimiz.
(EMK)
*London School of Economics'te davranış bilimi profesörü olan Paul Dolan'ın, yeni kitabı "Happy There After"ın (Ondan Sonra Hep Mutlu), yalnız yaşayan ve çocuk sahibi olmayan kadınların toplumda en mutlu alt grubu oluşturduğunu ve evli ve çocuklu kadınlara göre daha uzun yaşadıklarını söylüyor.