Pek çok meslektaşım için bu nitelemeler bir "ön kabul"dür. Dahası hekim olmayan pek çok insan da aynı şeyi söyler. Bir çoğunun hekimlere yağ çekmek ya da yaranmak için böyle söylediğini sanmıyorum. Böyle söylüyorlar çünkü böyle düşünüyorlar.
Dokunulmazlık
Bu konuda neden olan unsurlardan birisinin "dokunulmazlık" ya da "dokunulmaz kılınmak" olduğunu düşünüyorum. Bu da kaynağını hem "yaşamın dokunulmazlığı"ndan; hem de hizmet verilene göre hekimi üstün kılan; ve bunu yaratan sahip olduğu bilgi, deneyimle, araç gereç ve erk sahibi olan birinin (devlet, din kurumları, üniversiteler) ona verdikleri "yetki"den alıyor.
Her ikisi de aslında insana egemen olan gücün, erk sahibinin, onun adına iş yapılan kurumun tartışılmamasını sağlamayı amaçlıyor bana göre. Çünkü eğer egemen tartışılırsa, o zaman egemenlik tehlikeye girebilir.
Doğrusu bu "yücelik" konusunun daha hekimler yetiştirilirken abartıldığını düşünüyorum. Ben de dahil bir çok hekim öğrenciliğimizde önce mesleğimizin "kutsallığı" konusunda ikna edilmeye çalışıldık. Bir bölümümüz buna inandı ve kabul etti, dahası da mesleki uygulamasını bunu sürekli öne çıkararak yaptı. İkna edilme noktasında yararlanılan en önemli unsurlar vardı:
Fikret, Foucault ve Illich
Bunlardan birisi "Hekimliğin yaşamı var etmesi, ölüme karşı direnmesi" olarak gösterildi. Tevfik Fikret'in de dediği gibi "tıbbın teptiği" insanları ve onların yaşamlarını göz ardı etsek bile, dahası Ivan Illich'in "Sağlığın Gaspı"nda ortaya koyduğu "tıbbın" ekonomik yaşamla bağlantılarını düşünmesek bile, hatta Foucault'un "Kliniğin Doğuşu"nda ortaya koyduğu, hizmetin verildiği "hastane"lerin bazı özgün ve özgül özellikleri olduğunu bilmesek bile, salt günümüzdeki gidişine bakarak "hekimliğin" aslında ölüme direnme konusunda çok da başarılı olamadığını görebiliriz.
Eğer insan organizmasının kendini yenileme ve tamir etme gücü olmasaydı, hekimin yaşamı var etmesi, ölüme direnmesi mümkün olabilir miydi acaba diye sık sık düşünüyorum.
Dolayısıyla bence biraz abartılı hatta "ayrıcalık" isteyen bir yaklaşım bence, hekimliğin insan yaşamına olumlu anlamda kattığı söylenen yararlar ve dolayısıyla da hekimliğin bu anlamda "yüce" ya da "kutsal" olduğu düşüncesi ya da savı.
Gerçekten ölüm karşısında bu kadar güçlü ve donanımlı mıyız? Bunun yanıtını sağlık hizmeti alanlar sık sık sormalı. Ama ara sıra da biz hekimler kendi kendimize sormalıyız. Ben sık sık soruyorum ve verdiğim yanıt hep aynı: Hayır!..
"Ölüm"e yakınlık!
Savı desteklemek için yararlanılan bir başka unsur da hekimlerin "ölüme" daha yakın olmalarıdır. Gerçekten de hekimler belki de bir din görevlilerinden daha yakındırlar ölüme.
Bu nedenle ve eğer dinsel bir inançları varsa; kendilerini "yaşamı ve ölümü belirleyen tanrıya" yakın hissettikleri için yaptıkları işe bir "kutsal"lık atfetme eğilimi içindedirler. O nedenle hem kendilerini hem de yaptıklarını "kutsal" sayarlar.
Bu yakınlık da hekimin yaptıklarını bir anlamda "dokunulmaz", "hikmetinden sual edilmez" kılar. Alınan bazı sonuçlar da bunu besler. Çünkü insan bedeninde bilinmeyenlerin çok fazla oluşu bazen sonucu öngörmeyi olanaksız kılar; bilerek yapılanların hepsi, her zaman aynı sonucu almaya yeterli olmaz.
Ben bu "yüce"lik, "kutsallık" kavramını olsa olsa işimizi salt bir mesleğin gereği olarak değil de bir tür "gönüllülük" temelinde yapmamızla ilişkilendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Bir de işimizi yaparken değiştirmeye, düzeltmeye çalıştığımız nesnenin, (organ, doku, hücre vb.) canlı yaşayan bir "şey" olması nedeniyle onunla bu ilişki sırasında ister istemez kurduğumuz duygusal alışveriş yüzünden varsayıldığını düşünüyorum.
Bence başka türlüsü olamaz. Sol kültür almış birisi olarak bir emek harcanarak yapılan tüm işlerin -anlamsız bile olsa- "yüce" olduğunu düşünüyorum. Çünkü emeğin en yüce değer olduğunu düşünüyorum.
"Gönül bağ"sız olmaz
Hekimlik de, diğer tüm meslekler de eğer sevilerek yapılıyorsa iyi yapılabilir. Dahası bir meslekte başarının da belirli bir oranda işini sevmeye, bir anlamda bir "gönül" bağının olmasına bağlı olduğunu biliyorum.
Benim kıyısından köşesinden bulaştığım, çevremde doğrudan gözlediğim tüm mesleklerde bu "gönül" bağının önemli rol oynadığını ayrımındayım.
Herhangi bir mesleğin uygulayanı; eğer o işten "keyif" alıyorsa, işini "seviyorsa", onu yaparken aynı zamanda "eğleniyorsa", bir anlamda işin içine biraz da "ruhu"nu, "duygu"larını koyuyorsa işini iyi yapıyor.
Balıkçı, berber, şoför, fotoğrafçı, seyyar satıcı, bekçi, temizlik işçisi, benim birlikte çalıştığım hemşire arkadaşım... Hiç biri fark etmiyor. Hangi meslek olursa olsun bu böyle. Bunca yıllık gözlemden çıkardığım sonuç bu.
Gökten yere inmek!
Tersi de doğru: Hasbelkader bir işin ucundan tutan, o işi yaparken sıkılanlar ise "allame-i cihan" olsalar ne yaptıklarından hayır geliyor, ne de başarılı olabiliyorlar. En güzel meslekleri uygulayanlar işlerine "gönül bağı" ile bağlı değillerse üretken olamıyorlar. Ne kendilerine ne de başkalarına yararları oluyor.
Kanımca hekimlik de "gönül bağı" varsa, işin içinde biraz da "duygu" varsa, "sevgi" varsa o zaman iyi yapılıyor. Para için, mevki için, akademik kariyer için, ya da toplumsal statü için yapılmaya başlandığında, başka bir deyişle bunları gerçekleştirecek bir "araç" haline getirildiğinde "başarılı" olunuyor ama "iyi hekim" olunamıyor.
"Ben işime bakarım, istim arkadan gelsin" denildiğinde bir eksikler, yanlışlar bir yerlerden kendisini gösteriyor.
Bir hasta bunu çok iyi ve çok kolay anlıyor. Hastanın görmüş geçirmiş, büyük olması gerekmiyor, çocuklar dahası bebekler bile farkı fark ediyorlar.
Saplantıdan kurtulmak
Ben hekimliğin bu "kutsal"lıktan arınmasından, bir anlamda "gökten yere" inmesinden yana oldum hep. Yoo; hayır işimi küçümsediğimden değil, bu işin öyle bir iş olduğunu bildiğimden. Bir hekimin tüm yaptıkları belirli bilgilerin belirlediği kurallar çerçevesinde yapılan eylem ve davranışlardan oluşur.
Bu işin mekanik bir iş olduğu anlamına da gelmez. Hekim onu mesleğine "gönül bağı" ile bağlıysa "güzel", "kabul edilebilir" ve "insani" kılar. Bu bakımdan belki "sanat"la daha yakın bir ilişki kurulabilen meslektir. Kimi hekimlerin kendilerini bu yönde geliştirmelerinin nedeni de bu olmalı.
Hekimin tüm çabasında ve alacağı sonuçta önemli rolü olan; "aslolan" hizmet verdiği kişidir aslında. Onun yaklaşımı, işbirliği, kendisine ve durumuna için algısı, tepkisi, katkısı, beklentisi, bilgisi, donanımı ve doğasıdır sonucu yaratan.
Yoksa hekimin inançlı olup olmadığı ya da dinsel inancı onun yaptığına zerre kadar etki etmez. O bilgisiyle davranır ve sonuca doğru ilerler. Kimi zaman inançlı bir hastada yapılan uygulama onu iyileştirirken, kimi zaman tersi olur.
Diyeceğim o ki hekimsek, hele hele kendimize ve mesleğimize ilişkin bir şeyler söylüyorsak önce şu "kutsallık", "yücelik" saplantısından kurtulmamız gereklidir. Eğer insanların aklına yöneliyorsak bunun hiçbir anlamı olmadığını bir hekim olarak; en iyi bizler bilmeliyiz. (MS/NM)