"Türkiye'nin genel yönelimi ile Mersin Üniversitesi'nin yönelimi arasında faşizan bir tutarlılık olduğunu düşünüyorum. Son dönemlerde bu iktidar 'yerli ve milli olmak' lafını kullanıyor. Bu coğrafyanın yerli olanı mevcut zihniyetin öne sürdüğü gerici unsurlar değil, baskıya karşı direniştir."
29 Nisan tarihli 689 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 484 akademisyen ihraç edildi.
21 barış imzacısı akademisyenin ihraç edildiği Mersin Üniversitesi’nde görev süreleri uzatılmayarak işten atılan 12 akademisyen de KHK listesinde yer aldı.
Mersin Üniversitesi’nden ihraç edilen akademisyenlerden İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Tolga Tören de 26 Mart’ta üniversite ile ilişiği kesilen akademisyenlerden.
Tolga Tören ile sözleşmenin yenilenmemesini, ihraçları konuştuk.
"İşten çıkarılmamla eğitim aksadı"
Sözleşmenizin yenilenmeme süreci nasıl gelişti?
26 Mart’ta sözleşmem bitti. Mersin Üniversitesi ile ilişiğim 26 Mart itibariyle kesildi. Gönderilen ilişik kesme yazısında Barış İçin Akademisyenler’in Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisi imzacısı olmam gerekçe gösterildi.
İşten çıkarılmamı Yükseköğretim Kanunu’nun 23. Maddesi ile ilişkilendirmeye kalkmışlar. Yardımcı Doçentliğe atamayı düzenleyen madde, atamanın hangi aşamalardan geçerek yapılacağını söylüyor. Son cümlede “Atama, rektör tarafından yapılır” diyor. “Atama şu koşullarda yapılmayabilir” demiyor. Orada rektöre verilen bağlı bir yetki. Kafasına göre canının istediği gibi yetki kullanması söz konusu değil. İlgili şartlar yerine getirilmişse atamayı yapmak zorunda.
Üniversitenin ihtiyacı var ki kadroyu açmış. Hukuken kamu yararını gözetmek zorunda. Kamu yöneticisi, eğitim öğretimin yürütülmesi hususunu gözetmek, insan kaynaklarının etkin ve verimli kullanılmasına dönük kararlar almak zorunda.
İşten çıkarılmam üniversitede eğitim açısından aksamaya neden oldu. Vize sınavları yapılamadı. Haftada 23 saat dersim vardı, bir kısmı İngilizce idi, aksamış oldu. Bölümün Erasmus koordinatörüydüm, işten çıkarılmamlar Erasmus öğrencileri sorun yaşamaya başladılar, iletişim kurabilecekleri insan kalmadı. Rektörün yaptığı dönemin suçu; kamuyu zarar uğratmış durumda.
"Faşizan bir tutarlılık var"
Karşı karşıya kaldığınız bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Biz uzunca zamandır bu ülkenin en başındaki yetkilinin kaymakamlara, muhtarlara “Mevzuata takılmayın” dediği ülkede yaşıyoruz. En yetkili otoritere kamu görevlisine “Yasaya, mevzuata takılmayın” dediğinde rektör ya da benzer bürokratlar da kendilerine görev kabul ediyorlar. En tepeden en aşağıya, cumhurbaşkanından muhtara dek hukukun ortadan kalktığı bir süreç doğuyor.
Bizi yöneten hükümet ve zihniyet “Kininizi unutmayın” diyen bir zihniyet. Böylesi bir iktidarın bürokratı da böyle oluyor.
Ortada faşizan bir tutarlılık olduğu kanısındayım. Türkiye’nin genel yönelimi ile Mersin Üniversitesi’nin yönelimi arasında faşizan bir tutarlılık olduğunu düşünüyorum.
Bizi yöneten zihniyet 28 Şubat’tan çok yakınır, 28 Şubat’ın kendilerini fişlediğini söylerler. Mersin Üniversitesi rektörü de 28 Şubat döneminde profesörlüğünün verilmediğini söyler. Fakat şu anda 28 Şubatçılarla ne kadar ortak zihniyete sahip olduklarını ispatlıyor durumdalar.
Mağdur olduğunu söyleyenler kinlerini unutmayarak 28 Şubat ve Türkiye siyasetindeki darbe geleneklerinin uyguladığı yönetmelerin aynılarını uyguluyorlar. En tepeden en aşağıya darbeci bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum, Mersin Üniversitesi de buna dahil.
"Süreci tersine çevirmek için ne yapmak gerektiğini sormalı"
İşten atıldıktan sonra KHK ile ihraç edilmeyi bekliyor muydunuz?
KHK’ya şaşırmadım. Artık Türkiye’de olan bitenlere şaşırmayı kenara bırakmak gerekiyor. Şaşırmaktansa bu süreci tersine çevirmek için ne yapmak gerekiyor sorusunu sormanın daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Son dönemlerde iktidar “yerli ve milli olmak” lafını kullanıyor. Genellikle bu coğrafyanın en geri unsurlarını akıllarına getirerek bu ifadeyi kullanıyorlar.
Oysa bu ülkenin yerli ve mili unsurları arasında Nazım’ın şiirlerini yazdığı Şeyh Bedrettin’ler, Osmanlı döneminde Anadolu isyanlarını yükseltenler, 1940’ların cadı kazanına rağmen akademik özgürlükten taviz vermeyen Behice Boranlar, Pertev Naili Boratavlar, sonrasının İsmail Beşikçileri Haluk Gergerleri Fikret Başkayaları, Korkut Boratavları vardır.
Bağlamayı çalmayı yasaklayan kadılara rağmen “Abdest alsan aldın demez / Namaz kılsan kıldın demez / Kadı gibi haram yemez / Şeytan bunun neresinde” diye soran ozanları vardır.
Bu coğrafyanın yerli olanı mevcut zihniyetin öne sürdüğü gerici unsurlar değil, baskıya karşı direniştir.
Bu coğrafyanın yerli olan geleneklerine uygun olarak, yaşadığımız süreci tersine çevirmek için yaşadığımız sürece, her neredeysek orada, ne gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğiz. (BK)