Bizim kadın olarak daha çok çalışmamız gerekiyor. Çünkü hem yapımız gereği, daha fazla sorumluluk sahibiyiz, hem de "o işi kadın yapamadı" dedirtmemek gibi beynimize işlenmiş bir kod var bizim zaten. Bu yüzden yöneticiliğin keyfini de çıkaramıyoruz.
Gönül Soyoğul
Gönül Soyoğul, Türkiye medyasının ilk kadın yöneticilerinden. İzmir'in köklü gazetesi Yeni Asır'ın ilk kadın haber müdürü, kadın yazı işleri müdürü ve kadın genel yayın yönetmeni.
Bir kadın olarak İzmir'de çalışmayı, gazetecilik serüvenini, yöneticilik deneyimini ve bu sürecin yarattığı dönüşümü bianet'e anlattı.
1983, Yeni Asır'ın iki kadın muhabiri Gönül Soyoğul ve Şule Ersözlü Talu Gazeteci. İzmir’de doğdu. 1979’da Şirinyer Lisesi’ne atanıp 4 yıl çeşitli il ve okullarda sürdürdüğü edebiyat öğretmenliğinden 1982’de istifa ederek, gazeteciliğe Yeni Asır’da muhabir olarak başladı. 20 yıl bu gazetede görev yaptı. Yeni Asır’ın ilk kadın haber/yazı işleri müdürü/genel yayın yönetmeni oldu. Diva Dergisi ile Kent ve Yenigün Gazetesi’nin, son çalıştığı haber portalının kuruluşlarında görev yaptı. Haber, röportaj, seri röportaj, araştırma-inceleme ve güncel yazı dallarında ödüller aldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 100’e yakın çalışanının yargılanıp beraat ettiği Çete davasını Başkan Aziz Kocaoğlu’nun anlatımı ve "Çete" adıyla kitaplaştırdı. İzmir Gazeteciler Cemiyeti üyesi, Ege Ekonomisini Geliştirme Vakfı EGEV’in de yönetim kurulu üyesi. |
Gazetecilik serüveni
Gönül Soyoğul ile Gönül İlhan
Gazeteciliğe nasıl başladınız?
Herhangi bir hedefim amacım ya da hayalimdeki meslek değildi. Ben öğretmenim aslında.
Buca Eğitim'den mezunum ve hemen atandım öğretmenliğe. Şirinyer Lisesi'nde başladım. Sonrası Kahramanmaraş olaylarını protesto etti TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) Ben de TÖB-DER üyesiydim ve bu nedenle otuzun üzerinde öğretmen olarak sürüldük .
Sürüldüğüm yer Ödemiş Kaymakçı’ydı. Eskiden “nokta tayin” diye bir şey vardı, il tayinini eş durumundan istiyorsun, sonra Konak Milli Eğitim'den seni ayırıyorlar, ben de o vasıtayla yeniden döndüm. Eş durumundan dolayı döndüm ama eşimden ayrıldım. Ve burada Bornova’da Atatürk Mahallesi'nde bir ortaokulda Türkçe öğretmenliği yaptım bir sene. 1980 darbesi olduktan sonra da sürüldüm. Bu sefer eş durumum da yoktu. Gerçi eş durumuna da bakmıyorlardı o dönemde, bir sürü insanı ayrı ayrı yerlere sürdüler. Öğretmen arkadaşlarımız vardı, birini Niğde’ye birini Trakya’ya sürdüler mesela.
Sizi nereye sürdüler?
Beni de Kırklareli Yoğuntaş sınır köyüne sürdüler. Geri alma çabalarımız oldu, hani eş dost devreye girdi filan çünkü bir çocuğum vardı. Bütün hayatım İzmir’de geçmişti, ilk defa ailemden uzak, çocuğumdan uzak, ne yapacağımı, neyle karşılaşacağımı tam bilmediğim bir yere gidiyordum sonuçta.
Kadın olmanın, yalnız bir kadın olmanın, boşanmış bir kadın olmanın ne kadar zor olduğunu orada anladım. Üstelik genç bir insandım o zamanlarda, düşünün daha yirmili yaşlarda aha üç yıllık öğretmendim. Çok zor bir üç-dört ay geçirdim orada.
Cep telefonları yok, telefon yazdırıyorsun, çocuğumla konuşmak istiyorum konuşamıyorum. Ekonomik olarak tek başıma çocuğumu oraya alıp, ev tutup, bakıcı tutup o işi yapmam mümkün değil. Bir süre daha Kırklareli’nde orduevinde kaldım. Tek başına bir otelde, orduevinde kalıyorsunuz, her taraf erkek, asker… Sonuçta baktım ki olmayacak, yani öğretmenliğe devam edemeyeceğim bu koşullarda ve ayrıldım. Bir sabah otobüse bindim ve İzmir’e geldim.
Ne iş yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu yani ama kendime güvenim var. Gençlik," '78 kuşağıyız, biz savaşçı kuşağız, her türlü koşulda yapabiliriz" diye düşünüyoruz. Ve kendi kendime oturup, hiç olmadı evde çocuk bakarım, hem eğitmenim, öğretmenim, ders veririm diye düşündüm.
Gazeteciler iş bulma konusunda çok yardımcı olurlar. Öyle de oldu. Bir gazeteci dostun vasıtasıyla, bana bir iş bulun diye gittiğimde, gazetecilik karşıma çıktı.
"Gazetecilik yaşam biçimim oldu"
Yeni Asır o zamanlar çok büyük bir müessese, 130-140 binlerde satıyor, bölgenin çok ağırlıklı gazetesi ve çok insan çalışıyor. Magazin servisi var, dış haberler servisi var, çeviri servisi var, teknik servisi var, başlı başına bir gazete. On parmak daktilo biliyorum, dizgi servisine girerim diye düşündüm. “Muhabirlik düşünür müsün” dediler. O kadar kendime güvenim var ki yani, “Ne olduğunu bilmiyorum ama yaparım, denerim” dedim. O da “bir deneme süresi, sen kendini denersin, biz de seni deneriz. Olup olmayacağını görelim, başla” dedi.
Öyle başladım ve benim neredeyse yaşam biçimim oldu. Meğer gazetecilik için aslında doğmuşum. Çok sevdim çünkü. Hem ortam çok güzeldi, hem de meslek öyle diplerde değildi. Yeni Asır, ortamın yanı sıra o kadar ağırlığı olan bir gazeteydi ki bölgede. Muhabirlik değerli bir şeydi.
Bir başyazar Güngör Mengi idi o zaman, Ankara’dan yazan rahmetli Muammer Bostancı vardı, Ankara temsilcisiydi aynı zamanda, onun yazılarını filan hatırlıyorum.
Ama muhabirlik çok, çok önemliydi, gazeteciliğin temel taşı. Yani düşünün patron, sokağındaki çalışmalarla ilgili belediye muhabirine diyordu ki, “Şu belediyecilerle konuş”. Şimdi direk telefonu açıp başkanlarla kendileri diyalog kuruyorlar. Ya da bir doktordan randevu alınacak üniversiteden, muhabirler yapıyordu o işi, yani direk ilişkiyi biz kuruyorduk, o kadar önemliydi. Ve ben böyle başladım; tamamen tesadüfen ve severek.
"Aileme karşı kadın olarak gazeteci olmanın mücadelesini verdim"
Yeni Asır sizin için ne ifade ediyordu?
Yeni Asır’da yirmi yıl çalıştım. Şöyle, arada çok kısa bir kopukluk var. Yani aşağı yukarı yedi sekiz ay kadar uzaktım ve onu da saymıyorum.
Yeni Asır'a girdiğimde eşinden ayrılmış, dul, bir çocuklu ve ailesiyle birlikte yaşayan bir kadındım. Ve ailem, inanılmaz muhafazakar, dar bir çevrede yaşayan, 'dul kadın gölgesinden bile çekinmeli' diyen bir aileydi.
Benim savaşım hep ailemle, onlara kendi yaşam tarzımı kabul ettirmeye çalışmakla geçti. Ne onlardan kopma cesaretini gösterebildim, ne de tam olarak onları ikna edebildim.
Düşün ki, bir gece eve işten saat 24'te geldiğimde babam beni kapıda “bu saatte sokaklarda ya hırsızlar olur, ya orospular olur” diye karşıladı!
Özellikle annem benim gazetecilik yapmamın çok karşısındaydı ve babamı inanılmaz şekilde işliyordu. Evet, sonradan özellikle babam çok gurur duydu benim mesleğimden, hala etrafa “benim kızım gazeteci” diye gururla anlatır ama...
"Gazetecilik benim için özgürlük demekti"
Bir haber seyahati. Soyoğul fotoğrafı şöyle anlatıyor: "O zaman üzerinde Yeni Asır logosu taşıyan minibüslerle seyahat ederdik. Gazetemizin şoförleri de haber merkezinin birer parçasıydı. Şule Ersözlü Talu, ben ve genç yaşta kaybettiğimiz efsane şoförümüz Şerif..."
Bunların mücadelesini çok verdiğimin farkına varmaz...
O yıllarda benim için gazetecilik, Yeni Asır özgürlük demekti. Nefes alıp vermekti. Muhabirliği çok sevdim, çünkü sokaklara çıkıyor, insanlarla sohbet ediyor, sorular soruyordum.
Çalışmak benim için özgürlüktü, bu yüzden çok çalıştırılmayı, karşılığında hak edip etmediğimi alıp almamayı hiç dert etmedim, hatta sorgulamadım bile. İkinci kez evlenip, ikinci çocuğum olduktan sonra, yazı işlerinden gelen 'içerde çalış' baskılarına dayanamadım.
Oysa benim yerim gönlüm sokaklardı. Hala gazeteciliğin en güzel yanının muhabirlik olduğuna inanırım.
Haber müdürlüğünü Erdal Şafak'ın baskı ve isteğiyle kabul ettim, sonrasında da arkası geldi yükselmenin. Hani derler ya bazıları “benim için çalışmak ibadettir” diye, benimki de neredeyse öyleydi.
Didem Madak'ın bir sözü vardı “Bazen kendimi korumak için sevimli bir kirpi gibi davranıyorum. Ama dikenleri en çok bana batıyor” diye. Bu, kendimi çok bulduğum bir sözdür.
Ve belki o erkek dünyasında “özgürlük adın” böyle davrandığım için başarılı olmuşumdur. İçimde kırıklar var ama bu benim tercihimdi, o zaman bunu doğru bulup hissederek yaptığım.
Benimkisi “aileden kaçış”tı. İlk kaçışı evlenerek yapmıştım 18 yaşında, ikincisi de gazetecilikti.
Özetle başka bir pencereden baktığım, yoksul ve katı kuralları olan bir aileden geldiğim, o aileden kopamadığım için, başkalarının zorluk olarak gördüğü konular, benim için güzellik oldu. Mesela ben Bodrum'u, Marmaris'i, Fethiye'yi hep gazetecilik sayesinde gördüm ilk kez. 5 yıldızlı oteller, restoranlar, uçaklar, SKK dışında özel doktorlar, profesörler, yurt dışı gezileri, hep gazetecilik ile tanıdığım yeni dünyalardı.
Bir tartı olsa, kendimden ne verdiğim ile ne aldığım üzerine, sanırım aldıklarım (haz anlamında) herhalde daha fazladır.
"Alaylı gazetecilerdenim"
Yeni Asır Gazetesi'ne hangi yıl başlamıştınız?
1982 Haziran’ında başladım. Yeni daha seçim hazırlıkları falan vardı, Türkiye yeniden demokrasi trenine binmeye çalışıyordu, o dönemlerde başladım. Önce bir süre serbest muhabirlik yaptım. Yani serbest dediğim her giden tecrübeli muhabirin yanına veriyorlar, yani okullular var, alaylılar var, ben alaylıydım işte. Bir ekip diyelim ki üniversiteye gidiyor, bir ekip belediyeye gidiyor, sırayla onların yanında bir süre öyle gittim. Sonra kendim bir takım haberler yapmaya başladım.
Sonra, bu benim en büyük şansım orada, eğitim sayfası yaptı Yeni Asır. O dönemlerde işte bu koleje hazırlık sınavları, işte Anadolu Liselerine hazırlık sınavları, ÖSYM gibi sınavları Yani Asır çok ciddi takip ediyordu. Sınav bittiğinde soruları uçakla, helikopterle filan getirtiyorlardı. Soruları alıp dershaneye veriyor çözdürüyorduk. Sonra erken baskıya gönderiyorduk. Binlerce insan bizim çözdürdüğümüz cevap anahtarları için sırada beklerdi.
Dolayısıyla inanılmaz bir tiraj artış sebebiydi ve bu yüzden bir eğitim sayfası yaptılar ve ben de öğretmenlikten ayrılmışım, tam benim alanım, birçok çevrem var. O beni başarıya götüren yol oldu. Yani tesadüfler hep bana bu konuda yardımcı oldu, şans yardımcı oldu ve arkası geldi, öyle diyeyim.
"Yönetici olmayı hiç düşünmedim"
Gönül Soyoğul ilk gazetecilik ödülü olan 1984-1985 İGC Hasan Tahsin Gazetecilik Yarışması'nda inceleme-araştırma dalında birinci, seri röportaj dalında ikincilik ödülü alıyor.
Nasıl yönetici oldunuz?
Yönetici olmayı hiç düşünmemiştim. Yani muhabirliği o kadar sevdim ki. Eskiden yerel gazetecilik gerçekten değiştirebiliyordu, siyasi anlamda değil ama bir sokağın akmayan yapılmayan yolunu yazdığınızda ve yahut da yanlış yapılan kent yöneticileri arasında bir şey olduğunda ve bunu dile getirdiğinizde gerçekten o kişi en azından bir bedel ödüyordu, yani rezil olmak gibi bir bedel ödüyordu veyahut ta bazen istifaya kadar gidiyordu, veya cezalandırılıyordu amirleri tarafından. Sonuç alınıyordu yani.
Ben muhabirliği hem özgürlüğünden dolayı çok sevdim. Belli bir masa başında oturmak bana göre değil. Hani öğretmenlik de masa başında oturmayı gerektirmediği için kendimce özgür buluyordum. Tek başınasın sınıfta, çocuklarla berabersin, tabi ki kuralları var ama. Gazetecilikte de masa başında değilsin, dışarıdasın, değişik insanlarla çalışıyorsun, değişik insanlara soru sorma özgürlüğü var. Yani bu beni inanılmaz mutlu etti ve sevdirdi.
Dolayısıyla benim orada yöneticilik yapma gibi bir niyetim yoktu ama beni çağırdıklarında haber müdürü olarak çağırdılar. Haber müdürlüğü de çok zordu. Bence gazetelerde yapılabilecek en zor işlerden bir tanesi. Çünkü bir yandan muhabirler, bir yandan üstteki kişinin arasında tost olur insan. İkisinin talepleri birbiriyle çelişir ve siz hep onları bir dengede götürmek durumundasınız. Ağır bir sorumluluk.
Ama herhalde işimi iyi yaptığımı düşündüler, ondan sonrası yazı işleri müdürlüğü, ondan sonrası genel yayın yönetmenliği olarak devam etti. En son yayın grubu başkan yardımcılığı yaptım, sonra oradan istifa ettim.
Yeterli gelmedi bana, yani yeterli gelmedi dediğim yanlış anlaşılmasın, karar mekanizması anlamsız bir sıfat, sadece yazar olarak kalmak istiyorum dedim ve yazar olarak devam ettirdim. Yirmi senenin sonunda, gazetedeki hizipleşmeler, Dinç Bilgin’in tam o tutuklanmalar sonrasında TMSF ile olan bağları, yani birçok şeyi, dilini değiştirdi ve o dönemde gazeteyle ilişiğim kesildi. Başka bir grup geldi, başka bir dönem. Yani aşağı yukarı yirmi senenin en az bir on senesi yöneticilikle geçti.
Haber merkezinin 20 erkek, 2 kadın muhabiri...
SHP lideri Erdal İnönü ve Genel Sekreter Deniz Baykal'ın KKTC'ye, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a ziyareti. Ulusal basın tam kadro, Yeni Asır'ı temsilen Gönül Soyoğul da ziyareti takip etti.
Siz Yeni Asır’dayken kadınların yönetici olması kolay mıydı? Kadına bakış nasıldı?
Ben 1982’de muhabirliğe başladığımda, haber merkezinde 20’ye yakın erkek muhabir var, bir tane de kadın vardı sonra ben de dahil oldum. Hatta Şule Ersözlü Talu’ya “Bak senin papucun dama atıldı” dediler.
Yeni Asır 1983 yılında Türkiye’nin ilk bilgisayar sistemine giren gazetesiydi. Ve o bilgisayar servisinde kadınlar vardı mesela. Sonra onlardan bir tanesi Nilüfer Milliye’tte teknik servise geçti, yani İstanbul’a gitti. Boğaziçi’nden mezun bir başka arkadaş daha vardı yine. Yine dış haberlerde çalışan, magazinde çalışan… Ama muhabir olarak biz sadece iki kişiydik. Gazete içerisinde dizgiciler, sekreterler, dediğim gibi teknik serviste arkadaşlar, reklam servisinin zaten tamamı kadın neredeyse yani, aralarında birkaç tane erkek var. Bölgede çalışan muhabir kadınlar vardı.
"İzmir dişi bir kent"
Yönetici düzeyde kadınlar var mıydı?
Yönetici düzeyde yoktu. Yani genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürleri, haber müdürleri hepsi erkekti ve ben zaten Yeni Asır gazetesinin ilk kadın haber müdürüydüm, ilk yazı işleri kadın müdürü ve genel yayın yönetmeniyim. Yani yerel, bölgesel anlamdaki ilk kadın genel yönetmeni. Nurcan Akat ulusal basında ilk genel kadın yayın yönetmenidir, ben ondan önce Yeni Asır’da, yerel basın olduğumuz için biz tabi statüye daha aşağıda kalıyoruz.
Öncelikle Yeni Asır çok uygar bir ortamdı. Yani o dönemdeki genel yayın yönetmenimiz, yazı işleri müdürlerimiz, haber müdürlerimiz gerçekten beni, sen kadınsın diye ayrı bir yere koymadılar. Erkekler nereye gönderildiyse hangi işe koşturulduysa biz o işe gittik. Sporda bir tek yoktu ama bu kadınların da tercihi oldu.
Mesela Şule “niye biz gitmiyoruz askeri tatbikatlara” dedi ve gitti. Hatta onun için özel postallar yapıldı, çünkü incecik bir kadın. Onun öyle resimleri vardır, tek kişi, tek kadın. Yani kadını çok destekleyen bir ortam vardı Yeni Asır’da.
İkincisi, İzmir’de gazetecilik yapmakla ne bileyin ben işte bugün Diyarbakır’da ya da İç Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da gazetecilik yapmak arasında korkunç bir fark olduğunu, uçurum olduğunu düşünüyorum. İzmir dişi kent. Siz de bir kadın olarak bunu çok iyi hissediyorsunuzdur, İzmirli bir kadın olarak, hakikaten Amazon ruhu var burada. Ve burada kadınlar gece yarısı 10’da 11’de 12’de eve dönüyor, bazen otobüsün, İZBAN’ın yarısı kadın oluyor. Yani bu şehir kadına şöyle ya da böyle özgürlük veriyor.
"Yeni Asır'da gazetecilik bana ayrı bir zırh kuşandırdım"
Ya da kadınlar mı özgürlüğünü alıyor bu şehirden?
Mutlaka tabi, alıyor ve koruyor yani. Yeni dışardan gelen de buna uyum sağlıyor büyük ihtimalle. Çünkü o bir türlü kırılamıyor yani. İyi ki de kırılmıyor ayrıca.
İstanbul’dan arkadaşlarımın kızları İzmir’e geldiklerinde “of şortlarımızı özledik” deyip şortlarını giyip çıkıyorlar. “Orada mümkün mü yani”, diyorlar, başına geldi zaten kaç kişinin öyle. Ama İzmir’de bakın otobüslere, gencecik kızlar yazın şortlarıyla, askılı bluzlarıyla siz de görüyorsunuz. Yani bu şehrin yaşam biçimi gerçekten farklı. Ve zaten Ak Parti’ye geçit vermeyen de bu şehrin kadınları.
İzmir geçmişte de kadınlar için böyleydi, epey bir düşündüm bu konuda. Mesela öğretmenken daha genç olduğum için daha fazla erkek, taciz demeyeyim ama hani rahatsızlığına uğradım, öğretmenliğimde daha fazla gördüm onu.
Yeni Asır’da gazetecilik bana ayrı bir zırh kuşandırdı. Güçlü bir gazeteci olmak, güçlü bir gazetede çalışıyor olmak, hem kendi özgüvenim arttı hem dışarıdaki bir insanın, “ya bu gazeteci, Yeni Asır gibi bir gazetede, başımı belaya sokar bir şey olursa, bir şey yaparsam” diye düşünmesini sağlıyordu, yani karşıdakinin cesaretini kıran bir şey oldu bu.
Gerçekten de bana yönelik, kadın olduğum için, ne Yeni Asır’ın içerisinde ne de dışarıda haber kaynaklarımda, beni rahatsız edecek ölçüde bir şeyle karşılaşmadım. Çok mutlu yıllardı.
Şimdi buradan küçük ilçelere baktığımızda, yerelde gazetecilik yapmanın ne kadar zor olduğunu anlıyoruz. Bunu İzmir’de nispeten bir ölçüde İstanbul’a göre yaşıyoruz, ama daha çok küçük ilçelerde. Yani bütün nüfusun neredeyse birbirini tanıdığı ilçelerde gazetecilik yapmak çok zor, bunu kadın olarak yapmak daha daha zor.
"Ailemin desteği olmasaydı yöneticiliği yürütemezdim"
Süleyman Gencel, Yılmaz Özdil, ve Gönül Soyoğul. Soyoğul, Yeni Asır gazetesi yazı işleri müdürü, onlar da yayın kurulundalar. Özdil daha sonra Yayın Yönetmeni olacak, ardından Umur Talu'nun yayın yönetmenliği yaptığı dönemde Milliyet’in yazı işleri müdürü olarak İstanbul'a gitti. Onun gidişinden sonra Gönül Soyoğul da genel yayın yönetmenliğine getirildi.
Gerçekten olabildiğince liberal bir gazetede, öyle diyeyim ve kadın olduğum için hiçbir ayrıcalık görmeden farklı davranılmadan bir meslek yaşamım oldu. En güzel zamanı, 20 yılı orasıydı. Sonrasında Diva dergisinin kuruluşunda görev aldım. Yeni Asır’dan ayrılmış arkadaşlarla yaptığımız bir şeydi, hiçbir problem yoktu yani kadın olarak karşılaştığım o anlamda. Yeni Gün gazetesinin kuruluşunda yine aynı şekilde kurucu genel yayın yönetmeni olarak çalıştım, orada da aynı şekilde her hangi bir sıkıntı yoktu.
Ama kadın olarak gazetecilik yapmak zor. Neden zor? Çünkü geleneksel rollerle yetiştirilmişiz. Eğer annem babam olmasaydı, onlar benim çocuklarım konusunda fedakarlık yapmasaydı, o zaman ben bunu yürütemezdim. Çünkü gazeteciliğin hakikaten mesaisi saati belli olmuyor, yöneticilikte de aynı şey.
Ben yani gece saat 1’de kalkıp gazeteye gidip sayfa değiştirdiğimi, sabah 4’de geldiğimi ve sonra bir duş yapıp ya da bir saat uyuyup tekrar gazeteye gittiğimi biliyorum. Bu hiçbir şekilde bakıcıyla ya da başka şeyle sağlanamaz. Ve ben bu yüzden kadınların yöneticiliği talep etmediklerini düşünüyorum.
Bir erkeğin babalığıyla mesleği arasında seçim yapma gibi bir sorunu hiçbir zaman için olmadı. Ama bu mesleğin koşulları kadına bunu dayatıyor. Ben o dayatmadan annem babam vasıtasıyla sıyrıldım. Eşimin anlayış, -anlayış derken sanki beni hoş görüyormuş gibi değil, o da gazeteciydi zaten ve biliyordu bu mesleğin böyle olduğunu- yardımlarıyla, destekleriyle yürütebildim.
Ege’de Sonsöz’de ne kadar çalıştınız? Orada pozisyonunuz neydi?
Yazar olarak çalıştım. Kurucu, ikisi de genç arkadaşım, ikisiyle de Yeni Asır’da çalışmıştım. Onlar gerçi biri spor servisindeydi biri adliye muhabirliği yapıyordu. Ben onların üstü pozisyonundaydım. Sonra onlar böyle bir internet gazetesi kurmak istediklerinde bana da, “Gönül Abla hadi sen de yaz, destek ver bize” dediler. Sonuçta kurucuları arasında fiziken yer almasam da evet o konuda büyük yardımlarım oldu, desteğim oldu, öyle diyeyim.
Yazı yazıyordum, röportaj yapıyordum, işte gelen konukları ağırlamak, belli yerlere ziyarete gitmek, yani gazetenin temsil görevini de yerine getiriyordum. Yani tecrübeli oluşum gazetecilik anlamında belli bir çevrede ismimin oluşu onlara gerçekten destek oldu. Sekiz yıl çalıştım. Yakın zamanda ayrıldım.
Şimdi de bianet’e yazıyorum.
Gazetecilik mesleğini seçecek genç kadınlara neler söylemek istersiniz?
Bu meslek gerçekten cesaret istiyor. Yani eskiden de istiyordu, şimdi çok daha fazla istiyor. Bir defa kendilerini iyi tartmalılar. Cesurlar mı? Her şeye hazırlıklılar mı? Hani magazini seçeceklerdir de sadece magazinle uğraşacaklardır, o zaman bir cesarete gerek yok belki ama…
Gerçek anlamda gazetecilikten söz ediyorsunuz…
Gerçek anlamda gazetecilikten söz ediyorum. Yani biz, Yeni Asır bir okul diye geçer gazeteciler arasında.
Şimdi İstanbul’da o kadar çok isim var ki Yeni Asır’dan yetişmiş, Yılmaz Özdil, Erdal Şafak, yakın zamanda kaybettiğimiz Cafer Yerkent, Güngör Mengi, Şule Ersözlü Talu… İstanbul’a gidip alışmış daha sonra İzmir’e dönmüş emekliliğini İzmir’de değerlendiren bir çok gazeteci var işte.
Bize verilen en güzel ders her konuda her yere gitmekti. Cinayete de gidiyorduk, intihar vakasına da gidiyorduk, fuar bir ay sürüyordu ve Can Can diye Yeni Asır’ın cemiyet haberlerinin yayınlandığı sayfası var, Can Can olarak gidiyorduk yani orada kokteyllere magazin dergilerindeki işi de yapıyorduk. Bunu istisnasız herkes yapıyordu; en kıdemli muhabirden benim gibi en çömezine varıncaya kadar. Ticari haber, siyasi haber, belediye haberi… Her alanda pişiyorduk yani, sürekli aynı alanda tutmuyorlardı.
Ama bunu istemeyenler oldu. Kısa yollu, bu meslek bana göre değil, ben hem evlenip hem çocuk yapmak istiyorum, ama iş saatleri uygun değil deyip ayrılan insanlar oldu.
Şimdi şöyle bir söz var, ben biraz okuduklarıma dayanarak söyleyeyim, "kadınlara yöneticilik yahut siyasal gazetecilik verilmiyor da daha çok masa başı işler, magazin işleri veriliyor" deniyor. Peki kadınlar talep ediyor mu bunu? Bütün mesele o. Kadınlar da talep etmiyor.
Bir tercihle karşı karşıya kalıyorlar ve o tercihte de kısa yolu, daha kolay yolu seçiyorlar. Bana göre zor yol aslında. Ama bizim kadın olarak daha çok çalışmamız gerekiyor. Çünkü hem yapımız gereği, daha fazla sorumluluk sahibiyiz, hem de “o işi kadın yapamadı” dedirtmemek gibi beynimize işlenmiş bir kod var bizim zaten. Bu yüzden yöneticiliğin keyfini de çıkaramıyoruz.
"Erkekler yöneticiliği güç kadınlarsa sorumluluk olarak görüyor"
Niçin?
Erkekler bu tür yönetici kademelerini güç olarak kabul ediyorlar ve o güce sahip olmak istiyorlar. Ben bunca yöneticilik yaptım, o gücün hiç farkına varmadım, sadece sorumluluğunu taşıdım. Yani erkek güç olarak bakıyor, kadın sorumluluk olarak bakıyor. Sanki aramızda böyle bir DNA farkı var.
Birinde iktidar talebi var, diğerinde inatla iktidar olmama hali mi söz konusu?
Bana görevler kafalarınca uygun görüldüğü için talep edildi. Yani benim bir talebim olmadı. Hatta genel yayın yönetmenliğini teklif edildiğinde uzun süre düşündüm. Ama böyle bir şey teklif edildiğinde bir erkeğin “bir dakika yani, eşimle bir konuşayım” diyeceğini hiç zannetmiyorum.
"Kadınların yöneticiliği talep etmesi gerekli"
Yeni Asır'ın bilgisiyar teknolojisine geçişi. 1983’te Ege Üniversitesi Basın Yayın öğrencileri, hocaları eşliğinde gazetede, Gönül Soyoğul’dan muhabir olarak nasıl haber yapıldığını dinliyor.
“Kadın talep etmiyor”, dediniz ya, ben ona katılmıyorum, bakın, ne kadar çok handikap var kadının bulunduğu yapıda…
Elbette, elbette. Onun kendi kararını vermeden önce çok şey gözetmesi gerekiyor.
Kadının da talep etmesi gerekiyor, ama sadece “erkekler böyle bir yetkiyi kadınlara vermiyorlar” diye düşünülüyor.
Ama kadının yöneticiliği talep etmemesi bir sonuç.
Sonuç çünkü çok zor. Dediğim gibi eğer ailemin, eşimin yardımları ve desteği olmasaydı benim hırslı olmam ya da sorumluluklarımın bilincinde olmam yeterli olmazdı.
Yani sistem hiç kolaylaştırmıyor, tam tersi zorlaştırıyor.
Aynen öyle. Hatta bazen “bu mesleği yapacak olan insan evli olmayacak” diyorum. Ya da evli olacak ama çocuk sahibi olmayacak. Çünkü o kadar bocalıyorsunuz ki, çocuğunuzu görmüyorsunuz.
Ben seyahate gittiğim zamanlarda beş gün boyunca çocuğumu görmüyorum. Ona yeterli zamanı ayıramadığım vicdan azabıyla kavruluyorum, onunla daha çok zaman geçirmek istiyorum ama sorumluluklarım beni bırakmıyor. Bu çatışmaları bir babanın böyle ağır yaşadığını zannetmiyorum.
Babanın gözü arkada değil ki, çocuklarına bakan bir kadın var ya da düzen kurulmuş oluyor.
Evet, o yüzden kadınların talep etmemesi bir sonuç, dediğiniz gibi. Yeni nesil tercihlerini iyi düşünmek zorundalar. Artık kelle koltukta yapılan bir meslek var, bizim zamanımızdan çok farklı.
Gazeteciler zaten çok kazanmazlardı şimdi daha da beter durumda. Sadece çok üst düzeyde bir kesim var işin kaymağını yiyen, Türkiye’de iktidar olanların yediği gibi. Alt kesimse kavruluyor. Bütün bunları bilerek, meraklılarsa yapsınlar. Gerçekten merakı olması lazım bunu yapacak olan insanın. Soru sormayı, araştırmayı, incelemeyi seviyorlarsa bu mesleği herkes için tavsiye ederim… (Gİ/EA)
10 OCAK'TA CAM TAVANI KIRANLAR KONUŞUYOR
kanal28 Haber Müdürü Serap Cantürk: "Medya Yöneticiliği Beni Daha Yırtıcı Yaptı"
Gönül Soyoğul: "Yöneticilik Kadınlar İçin Sorumluluk Erkek İçin Güç"
Füsun Özbilgen: "Cam Tavanı Nasıl Kırdım da Yazı İşleri Müdürü Oldum?"