ey sevgili küçük gemi" (Mehmet Yaşın, 1984)
"Kuzeyin bulutları, Güneyle elsıkışır,
Federal Bulut Cumhuriyeti" (Neşe Yaşın, 2001)
İşte size Kıbrıslıtürklerin geleceği üzerine tutulan bir papatya falı daha! Bilin bakalım Kıbrıs'ta neler olacak? Buzdağının üstünden görünene bakılırsa, Kıbrıs üzerinde çıkarı olanlar adada nasıl, önce bir savaş, bir barış, bir savaş, bir "sözde-barış" ithal ettilerse, şimdi de birden bire, "kalıcı" bir barış ithal etmeye çalışıyorlar.
Niye bu kadar beklediler diye sorarsanız, er(ed)enler / bilenler / bildiriciler'in hikmetinden sual olunmaz derim. Biz sadece çözüm zamanının artık geldiğini iki yıl öncesinden muştulayan hazırlıkları biliyoruz. Ellerinde ben cetveller diyeyim, siz asıl teknik adını koyun- işte onlarla uzun uzun, karış karış öncelikle kapalı şehir Maraş'ı, sonra da diğer yerleri ölçüp ölçüp duruyorlardı.
Asık mı, keyifli mi?
İki lideri buluşturuyorlardı. Kıbrıslıtürkler, buluştuklarında bu iki liderin neler yediklerini, hangi fıkraları anlattıklarını, görüşme sonrasında hangisinin suratının asık, hangisinin keyifli olduğu gibi "önemli" şeyleri biliyorlardı.
Diğer "önemsiz" konuları ise, basına sızdırıldığı kadar izliyor, hiç bir zaman bütününe ulaşamayacaklarını bile bile çok-parçalı bir puzzle çözmeye çalışıyorlardı. Eksik parçaları ben diyeyim ümitle, siz deyin çaresizce, "büyük ağabeyler" ile, "ebeveynlerin" ekonomik/politik aritmetiklerinin kesiştiği, çatıştığı güçler dengesi hesaplarıyla tamamlamaya çalışıyorlardı.
Bu arada belli ki, Türkiye'de derinleşen ekonomik bunalım ile bunun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) yansımaları da imdada yetişmişti. KKTC'deki muhalefetin "artık erişkin oldum, ne paranı, ne memurlarını istiyorum"ları, Türkiyeli sonradan-ay(ıl)mış-köşe yazarlarının "bıktık artık yıllardır sizi sırtımızda taşımaktan, ekmek elden su golden yaşayanlar, şimdi de sizin yüzünüzden AB'ye giremeyeceğiz"leri birbirine karıştı, dolayısıyla "şahinler", içine düşülen ekonomik kıskaca tek çare olarak görünen Avrupa Birliği (AB) havucu karşısında, artık Türkiye kamuoyunu -eğer tabii bize söylendiği gibi böyle bir şey varsa- eskisi gibi hamasi milliyetçiliğin bildik söylemleriyle ikna edemez oldular.
"Bu memleket bizim"
Yoksa tabii ki, "kimsenin" Kuzey'deki Kıbrıslıtürk muhalefetin yürüttüğü "bu memleket bizim" diye haykırdıkları mitinglere ve bu yüzden uğradıkları baskılara aldırdığı yoktu. En son olarak da, KKTC'de Türkiye'nin şahinlerinin hiç hazzetmediği sol parti Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), "bize oy verin AB kapısını açın" kampanyasıyla yürüttüğü yerel seçimlerden, üç büyük kentin belediye başkanlıklarını alarak galip çıktı.
Yani, Türkiye'nin Güney'in AB üyesi olduğu, Kuzey için çözüm umudunun ebediyen ortadan kalktığı bir dönemde, Kıbrıslıtürk muhalefeti artık bildiği yöntemlerle kontrol edip, baskılayamayacağı ortaya çıktı.
Özetle, şimdi Kıbrıs'ta her kuşaktan ama en çok da genç-kuşaklardan Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar 28 yıl boyunca bir yandan Türk'e/Rum'a güven olmaz, diğer yandan "bir karış toprak vermeyiz" ile, "bütün göçmenler evlerine geri dönecek" propagandalarına maruz bırakıldıktan sonra, kapalı kapılar ardında kendilerine sorulmadan hazırlanan bir plan ve haritalarla baş başa bırakıldılar.
Kıbrıslıtürk plan hakkında ne düşünüyor?
Bu defa yalnız -1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran anlaşmalardan farklı olarak- referandum yapılarak Kıbrıslılara çözümü onaylayıp onaylamadıkları sorulacak.
Peki adanın kuzeyinde yaşayıp da, planın barış için son fırsat olduğunu düşünen ancak sesini duyuramayan -örnek olarak Birand'ın son Manşet programını hatırlayınız- Kıbrıslıtürkler plan hakkında neler düşünüyorlar?
İyimser olan kimilerine göre aslında sorun çoktan çözüldü, Kofi Annan planıyla tanınan zaman, taraflarca ilgili ülkelerin kamuoylarını ikna etmek için kullanılacak. Kötümser olanlara göre ise, planın müzakere edilmesi kabul edilse bile, adanın her iki tarafında da, iktidar edenler masada/kapalı kapılar ardında barışı istemeyen taraf olmamak için söyleyemediklerini, her zaman kendileriyle birlikte davranan kurumlara, medyaya, sözde-sivil toplum örgütlerine söyleterek, barış isteyenlerin seslerini susturacak ve referandumdan "hayır" çıkmasını sağlamaya çalışacaklar.
"Uzat dilini" diyeceğini
Eğer böyleyse Kıbrıs'ta durum, bu arada özellikle de 12 Aralık'a kadar geçecek olan zaman barış isteyenler açısından sahiden kritik. Çünkü, Güney'deki fanatiklerin neler tasarladığını bilmiyoruz ama, örneğin geçtiğimiz bahar aylarında iki lider arasında görüşmeler başladığı sıralarda, kurdurulan sözde-sivil toplum örgütü Ulusal Halk Hareketi (UHH) taraftarlarının sözcüsü medyada, "Kuzey'de, Türkiye'ye buradaki çıkarlarına ters düşecek bir çözümün dayatılması halinde", işe kimleri öldürmekle başlayacaklarını ilan etmişlerdi.
Aynı kimseler, daha önce de örneğin Türkiye'ye "işgalci" diyenlere, önce; "Evet ulan, işgalse işgal, sen de benim esirimsin" itirafında bulunmuş, sonra da, onların boyunlarına nasıl "esaret tasması" geçirip, "...her gün nasıl inadına ayaklarımı yıkatıp, sigarasını söndürmek için, kül tablası falan kullanmayıp, "uzat dilini" diyeceğini, hala daha akıllanmazlarsa, işkenceyi nasıl biraz daha ağırlaştırıp, bundan bıkınca da hadım ederek, bildiklerini yapsınlar diye işgal ordusu dedikleri askerlere teslim edeceğini" (!) yazmışlardı.
Yani, Kıbrıslıtürkler -uzak olsun- ne provokasyonların, ne işkencelerin, ne de faili meçhul cinayetlerin ne de böylesi şiddet söylemlerinin yabancısı değiller.
"Yurdum pasaportunu arar..."
Kıbrıslıtürkler -28 yıldır iktidarda olmanın her türlü nimetlerinden yararlananları bir yana bırakalım- barışı hiç bu kadar istememişler, kendilerini ona hiç bu kadar yakın bulmamışlardı.
Siz bir toprak parçası düşünün ki, Türkiye'nin uzantısı offshore bankalar birbiri ardına batıp, paraları karşılığında mudilere devlet güvencesi, ancak Türkiye'nin kızgın olduğu Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) hükümetten edildikten sonra gelen parayla sağlanabiliyorken, iktidar edenler oturup ciddi ciddi Beşparmak Dağlarına Güneylilere nispet olsun diye nakşedilmiş, KKTC bayrağını ışıklandırma projelerinden söz edebilsinler.
Dolayısıyla, Kıbrıslıtürkler bulundukları ekonomik/siyasal çıkmazdan tek kurtuluş yolunu, Avrupa Birliği üyeliğinde görüyorlar. Şair Mehmet Yaşın daha 1984'de "Yurdum pasaportunu arar girebilmek için dünyanın kapısından" diyor.
"Federal bulut cumhuriyeti"
Kofi Annan Planının kendilerine dünyanın kapısını aralayacak son fırsat olduğunu, aksi halde yüzlerce gencin yollara düşeceğini, ortada Kıbrıslıtürk diye kimsenin kalmayacağını düşünüyorlar. Şair Neşe Yaşın, 2001'de "Kuzeyin bulutları, Güneyle el sıkışır, Federal Bulut Cumhuriyeti" diyor.
Ancak bu kadar değil. Tedirginler de, belli ki, özellikle "güvenilmez Rumla yeniden komşu olacakları", "göçmen düşen bütün Rumların gelip, kapılarına dayanacağı", "zengin olan Rumların, Türklere kalan toprakları da birer birer satın alıp, kendileri için ekonomik ve siyasal bir tehdit oluşturacakları", "yeniden göçmen olup, yollara düşüleceği" biçimindeki plan aleyhtarı propagandaların etkileyebileceği bir ruh hali içindeler.
Güneydeki mallarının eşdeğerini alamamış olsa da, bir evcik/tarlacık sahibi olabilenler, yıllardır "bir karış toprak verilmeyecek" vaatleriyle -aslında hep içlerinde yerinden olma korkusunu bir parça taşıyarak- yerleştikleri yerlerden yeniden olacakları için tedirginler.
Sanki orayı vermek, oraya gidememek
Bu arada Güneydeki mallarının eşdeğerini fazlasıyla almış olanlar, onları kaybedecek olmanın telaşındalar ki, bunlar barışı hiç istemeyenler kategorisindeler. Yerlerinden olmayacak olanlar bile, Avrupa Birliği üyesi olan bir coğrafya da ortadan kalkması beklenecek, ulus-devlet anlayışının mirası bir korkuyla şimdi "güzelim Karpaz'ı, Güzelyurt'u nasıl geri vereceğiz Rum'a" diyorlar. Sanki orayı vermek oraya hiç gidememek, orada yaşayamamak anlamına gelecekmiş gibi.
Ancak Kıbrıslıtürklerin tedirginliği, iktidar edenler barışı isterken samimi olsalar ortadan kaldırılabilir bir tedirginlik. Bu yüzden de barıştan yana politikacılara, sivil toplum örgütlerine çok büyük bir rol düşüyor. Köy köy mahalle mahalle dolaşıp planı anlatmaları ve bunu yaparken de çok açık olmaları gerekiyor.
Aslında bu bunu yapmaya başladılar bile. Diğer yandan, her sınıftan, her meslekten, her orta ve genç kuşaklardan Kıbrıslıtürklerin kalıcı barış için çok gerekli olan bir birikimleri de var. Hiç de azımsanmayacak sayıda Kıbrıslıtürk, ile bağlı oldukları sivil toplum örgütleri yıllardır barışı ilmek ilmek dokudukları süreçlerden geçtiler -ki biz Türkiyeliler bundan pek haberli değiliz.
Pile'de yasemin değiş tokuşu
1990'dan beri, bütün engellemelere rağmen ara bölgede gerçekleştirilen toplantılarda, kendilerine bütün ezberletilenleri sarsıcı deneyimlerden geçerek, ters yüz etmeyi, tarihleriyle yüzleşmeyi ve birbirlerinin acılarıyla, korkularıyla empati kurmayı öğrendiler.
Çeşitli meslek gruplarından öğretmenlerin, sanatçıların, gazetecilerin başını çektiği, Kıbrıs da, ya da üçüncü ülkelerde gerçekleştirilen iki-toplumlu buluşmaları sonraları, karma köy Pile'de gerçekleştirilen şenliklerle tamamladılar.
En son olarak da, yine Pile'de Kıbrıslıtürk/rum teyzeler, amcalar göçmen düştükleri köylerinde bıraktıkları öteki taraftan komşularıyla birer birer buluşmaya, eski evlerinin bahçelerinden getirilen toprakları, yaseminleri değiştokuş etmeye başladılar. Dahası, nicedir "Hade" (düzeltip "Haydi" diye okumayın lütfen) diye bir dergi çıkarıp, Türkçe/Rumca/İngilizce üç dilde ortak vatanlarında birlikte yaşama arzularını dile getiriyorlar, en acılı yaraları kanırtmak pahasına, yakın tarihlerini yeniden yazıyorlar.
Faldan barış çıkacak
Dolayısıyla Sevgili Türkiye kamuoyu, eğer Türkiye'nin çıkarlarıyla ilgili olduğunuz kadar, Kıbrıslıtürklerinkiyle de ilgiliyseniz, bilin ki, Kıbrıslıların geleceği üzerine açılan bu faldan galiba bu defa barış çıkacak.
Ancak ona sahiplenip, ilmek ilmek dokuyacak -öyle ya daha alınacak çok yol var- olanlar, Kıbrıslıtürk/Rum muhalifler olacak. Varsın, iktidara er(ed)enler onlara nasıl bir barış istediklerini hiç sormadan, sonunda "işte barışınız" demiş olsunlar.
Değil mi Mehmet Yaşın, 1983'de "...fincanı değil, avucunuzun içini okurum. Geleceği daha gelmeden bilirim. Arada engel var, ama feraha çıkılacak, feraha çıkılacak" diyor.
Ben de dilerim ki yolu açık olur, "sevgili küçük geminin". Evet, yolun açık olsun sevgili/m küçük gemi.(YÖ/NM)
kendilerine ezberletilenleri sarsici
deneyimlerden gecerek tersyuz etmeyi,
tarihlerihleriyle yuzlesmeyi ogrendiler olacakti!