Kamu Harcamaları İzleme Platformu (KAHİP) kamunun çeşitli alanlarda yaptığı harcamaları izleyerek sonuçları ve önerilerini son iki yıldır olduğu gibi bu yılda bir mektupla milletvekilleriyle paylaştı.
KAHİP Sözcüsü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurhan Yentürk bu yılki mektupta, "dünyada yaygın olarak uygulanan, vergilerden sağlanan ve vatandaş olma hakkından kaynaklanan düzenli gelir desteğinin" Türkiye'deki sosyal koruma sisteminin önemli bir eksiği olarak belirlendiğini söyledi.
Mektupta Türkiye'deki sosyal koruma sisteminin en eksik halkalarından biri olarak düzenli gelir desteğinin olmayışı gösteriliyor. Bu desteğin mahiyetini, desteğin hangi şartlarda, kimlere yönelik olduğunu açıklar mısınız?
Kamu harcamalarını İzleme Platformu kamunun çeşitli alanlarda yaptığı harcamaları izleyerek sonuçları ve önerilerini her yıl milletvekilleri ile paylaşan 58 Sivil toplum kuruluşundan oluşan bağımsız bir platformdur.
İlk iki mektubumuzda olduğu gibi, bu mektubumuzda da Türkiye'deki sosyal koruma sisteminin en eksik halkalarından birisinin, dünyada yaygın olarak uygulanan vergilerden sağlanan ve vatandaş olma hakkından kaynaklanan düzenli gelir desteğinin eksikliği olduğunu vurguladık.
Bu destek ülkenin en yoksul hanelerinden başlayarak yoksul hanelere düzenli bir gelir desteği verilmesi olarak özetlenebilir.
TÜİK tarafından 2009'da yayınlanan verilere göre Türkiye'de açlık sınırında yaşayan kişi sayısı 339.000 kişi, kişi başına günlük 4,3 dolar gelirin altında bir gelirle yaşayan kişi sayısı 3.066.000 kişi, göreli yoksulluk içinde olan kişi sayısı 10 milyon, yaklaşık 2,5 milyon hanedir.
Gelir desteğinin Türkiye için rakamsal boyutları nedir, nasıl finanse edilmeli?
Düzenli gelir desteği en yoksul hanelerden başlayarak yapılabilir.
Biz bu kapsamda desteğin yapılacağı hane sayısı ve farklı iki düzeyde destek miktarını dikkate alarak çeşitli projeksiyonlar yaptık. Bir milyon veya iki milyon haneye aylık 295,5 lira veya 465,5 lira düzenli gelir desteği verilmesi için ek kaynak gereksinimini hesapladık. Bunlardan 2 milyon yoksul haneye aylık ortalama 465,4 lira ödenmesi durumunda ise 11,2 milyar liradır.
Halihazırda yapılan sosyal yardım ve sosyal hizmet harcamaları içinden 3,5 milyar liranın düzenli gelir desteği için kullanılabileceğini hesapladık. Bu durumda, 2 milyon yoksul haneye 465,4 lira aylık verilmesi için ise 7,6 milyar lira ek kaynak gereksinimi doğmaktadır.
Askeri harcamaların yüzde 20 azalmasıyla bu kaynağın bulunması mümkün olabilir.
Türkiye asker sayısı bakımından Rusya'dan sonra Avrupa'nın ikinci büyük ordusuna sahiptir ve harcamaların yüzde 75'inin personel maaş ve personel ihtiyaçlarına yönelik mal ve hizmet harcamalarına ayrılmakta olduğu hatırlanırsa böyle bir azalmanın mümkün olabileceği anlaşılabilir.
Kaynak yaratma konusunda vurgulamak istediğimiz bir ikinci nokta var: Türkiye'de kamu harcamalarına yönelik olarak performans denetimi yapılmamaktadır.
Performans denetimi, harcamanın mevzuta uygun yapılmasıyla ilgili olmayıp, kamu idaresinin hizmetleri sunarken bu hizmeti etkin ve kaynak israfı yapmadan sunmasıyla ilgilidir.
Performans denetiminin kamuda önemli bir kaynak tasarrufu ve hizmet kalitesinde artışı beraberinde getirebileceğini düşünüyoruz.
Sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin yürütülmesi bakımından önemli bulduğumuz bazı konulara dikkat çekmek isteriz: Sadece düzenli gelir desteği değil, her türlü sosyal hizmet ve yardım stratejisinin merkezinde bireyin ve bireyin ihtiyaçlarının esas alınması önemlidir.
Bireyin yaş, engellilik, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, din ve etnik kimliğine dayalı farklı ihtiyaçlarının olabileceğinin göz ardı edilmemesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Meclis'teki siyasi partilerin bu konudaki tavrı nedir?
Son genel seçim süresince, siyasi partilerin seçim programlarında en yoksul kesimlere yönelik düzenli gelir desteği çeşitli isimler altında yer almaktaydı. Ancak 2013 bütçesinde de bu politikanın uygulanmasına yönelik bir bütçe ayrılmadığı ve bu uygulama için gerekil olan kanunun meclise getirilmediğini görüyoruz.
Türkiye'nin adalet harcamalarında izlediği politikayı ana hatlarıyla değerlendirir misiniz?
KAHİP olarak bu yıl adalet harcamalarını da izledik. Adalet harcamalarının GSYH'ya oranı 2008'de yüzde 0,35 iken 2011'de yüzde 0,46'ya yükselmiş durumda ve 2014'e kadar bir artış planlanmaktadır.
Avrupa Konseyi Etkin Yargı Komisyonu'nun 2008 verilerine göre, üye ülkelerin ülke sakini başına mahkemeler, savcılık ve adli yardım harcamaları ortalama 47,1 Euro'dur. Bu rakam Türkiye'de 10,3 Euro'dur.
Avrupa ülkelerinde bir hakim yılda ortalama 200 dosyaya bakarken, Türkiye'de bu sayı 1078'dir. Her ne kadar Türkiye'de 2008'den sonra hakim sayısında bir artışı olduysa da Türkiye'de bir hakimin bakmak zorunda olduğu dosya sayısı çok yüksek.
Konuya cezaevleri açısından baktığımızda, yine Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre, Türkiye'de cezaevlerinde her 100 mahkuma 25 memur düşmektedir.
Avrupa ülkeleri ile kıyasladığımızda; Danimarka'da her 100 kişiye 138 memur, İtalya'da 81 memur, Hollanda'da 75 memur düşmektedir. Bu bilgiler gerek mahkemeler gerek cezaevleri açısından ayrılan kamu kaynaklarının kısıtlı olduğunu göstermektedir.
Bu konudaki politikalar adalet sistemini nasıl etkiliyor, ne tip sonuçlara yol açıyor?
Harcamaların yetersiz olmasının en temel sonuçlarından birisi yargılama sürelerinin aşırı uzunluğuna ve özgürlükten mahrum edilmelere neden olmasıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin İhlal İstatistikleri'ne göre, 2010'da yargılama sürelerinin aşırı derecede uzunluğu sebebiyle hakkında en fazla ihlal kararı verilen ülke 83 ihlalle Türkiye olmuştur.
2011'de ise, 53 ihlal ile en fazla ihlal kararı verilen ikinci ülke olmuştur. Türkiye özgürlükten mahrum bırakma konusunda da diğer Avrupa Konseyi ülkeleri ortalamasının çok üzerinde mahkumiyet almıştır.
Cezaevlerine ayrılan maddi ve insan kaynağının kısıtlı olması cezaevine dönüş oranlarının oldukça yüksek olmasında etkilidir.
Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre, çocukların (18 yaş altı) yüzde 68,6'sının salıverilmelerinden sonraki bir yıl içinde, gençlerin (18-20 yaş) yüzde 70'inin salıverildikten sonraki iki yıl içinde yeniden ceza aldığı bilinmektedir.
Adalet harcamalarının Türkiye'deki ihtiyaçlar doğrultusunda verimli kılınması için önerileriniz neler olabilir?
Türkiye'de Ekim 2011 itibariyle cezaevlerinde 34.430'u tutuklu, 17,952'si hükmen tutuklu, 74.660'u hükümlü olmak üzere toplam 127.042 mahkum bulunduğunu görmekteyiz.
Türkiye'de 114.831 yatak kapasiteli toplam 370 ceza infaz kurumu vardır. Cezaevlerinde yatak sayısı verilerine göre kapasite açığı 12.000 civarında görünmektedir.
Cezaevlerinde bulunanların içinde tutuklu sayıları dikkate alınırsa, mahkeme süreçleri rasyonel hale getirilir, tutukluluk süreleri kısaltılır ve tutuklu sayıları düşerse var olan cezaevi kapasitesi yeterli olabilir.
Ancak mevcut cezaevlerinin insan yaşam kalitesini yükseltecek ve kültürel özellikleri dikkate alarak ve insan haklarına uygun şekilde revize edilmesi gereğini ve bu süreçte sivil toplum ve üniversitelerin işbirliğinin önemini vurgulamak isteriz.
Adalet Bakanlığı'nın yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına göre mahkumların yüzde 82'sinin yazma becerisi düşük, sadece 1/5'i iş başvuru formu doldurabilir düzeyde; yüzde 50'si iş becerisine sahip değil; 2/3'ü cezaevine girerken işsiz ve yüzde 70'i iki veya daha fazlası akıl ve ruh sağlığı problemi yaşıyor.
Halbuki, Türkiye'de cezaevlerinde görevli personel sayısı 31.861 iken sadece 172 psikolog, 158 sosyal çalışmacı ve 93 öğretmen çalışmaktadır.
Bu bilgiler cezaevinde güvenlik personeli dışındaki personel sayısının artırılması gereğini ortaya koymaktadır.
Gerek eğitimi sisteminin gerekse sağlık sisteminin etkili olamadığı, meslek edindirme ve ruh sağlığı sorunu olan kişileri suç işlemeden tedavi etme konusunda yetersiz kalındığı durumlarda konunun suç ve ceza konusu haline dönüştüğünü görüyoruz. Bu şekilde suç işleyen insanların ise cezaevlerinde de bu sorunlarını aşabilecekleri bir destek alamadıklarını görüyoruz.
Diğer yandan Türkiye'de denetimli serbestlik uygulaması başlamıştır. Şartlı tahliye edilenlere şartlı tahliyeleri boyunca temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir bütçenin ayrılmasının, uygulamanın başarılı olabilmesi için gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Ayrıca, denetimli serbestlik sisteminin izlenmesi için insan kaynaklarının artırılmasını ve bu süreçte sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yapılmasını çok önemli buluyoruz.
Engelli bireylere yönelik kamu harcamaları nasıl kullanılıyor, çalışmanızda tespit ettiğiniz ihtiyaçlara göre harcamaların dağılımına dair önerileriniz nelerdir?
Engelli bireylere yönelik kamu harcamaları 2006'dan itibaren hem mutlak olarak hem de gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYH) oran olarak yükseldi. 2006'da GSYH'nin binde 8'inden 2011'de binde 44'e yükselmiş olduğu görülüyor.
Ancak engelli bireylere yönelik kamu harcamalarının ciddi bir artış göstermesi, ülkemizde engelli bireyleri de kapsayan bir eşit yurttaşlığın tesis edilebildiği anlamına ne yazık ki gelmiyor.
Türkiye'nin de yeni imzaladığı Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi engelli bireyleri kapsayan eşit yurttaşlığın hangi öğeleri içermesi gerektiğini açıkça gösteriyor. Sözleşmenin temelinde engelli bireylerin (zihinsel engelli bireyler ve ruhsal sorunlar yaşayan bireyler dahil olmak üzere) uluslararası hukuk nezdinde eşit bireyler olarak tanınması var. Sözleşme eşitliğin pratikte tesis edilmesini engelli bireylerin kendi yaşamlarına dair her türlü alınan kararda etkin ve aktif olarak katılımlarını güvence altına alma koşuluna bağlıyor.
Son dönem engellilik politikaları engelli bireyleri ağırlıklı olarak birey olarak değil, biyolojik ailelerinin bir parçası olarak tanıma eğiliminde. Eşitlikçi bir yaklaşım engelliliğin tüm toplumsal alanlarda ve bütün politikalarda ana akımlaştırılması ile engelli bireylerin farklı ihtiyaçlarını gözetecek ve engelli bireylerin kendi yaşamlarına dair özgür seçimler yapma olanaklarını çeşitlendirecek (örneğin bağımsız yaşama seçeneği) politikaların oluşturulmasını ve bu politikaların uygulanabilmesi için bütçe ayrılmasını gerektiriyor. (YY)
Milletvekillerine üç yıldır yollanan mektuplara ve platformun duyurularına ulaşmak için tıklayınız.