*Manşet görselinde Eğitim Sen'den, Boğaziçi Dayanışması'ndan ve Twitter'dan yararlanıldı.
"Türkiye'de akademik özerklik daima sınırlı ve kontrol altına kaldı. Biliyorsunuz üniversite özerkliği, Hasan Âli Yücel'in bakanlığı döneminde 'verildi.' Uygulamayla ilgili, özerkliği 'veren' Yücel'in bile tereddütleri oluyor.
"Ayrıca yine Yücel'in bakanlığı döneminde, anti-komünist kampanya çerçevesinde, Dil-Tarihli dört öğretim üyesinin nasıl 'harcandığını' biliyoruz. Öncesinde de, sonrasında da, akademik faaliyeti ve üniversiteyi kendi haline bırakmayan bir yığın icraat var, bir gelenek var.
"Velhasıl, evet, bir evveliyat var. Fakat YÖK rejimi ve özellikle bu iktidarın icraatı, üniversite ortamında kötüyü betere inkılâp ettirdi. Her şey bir yana, son dört yılda KHK'larla gerçekleştirilen akademisyen tasfiyesi, emsalsiz bir kırımdır."
Yukarıdaki cümleler, editör ve yazar Tanıl Bora'nın. İletişim Yayınları'ndan yeni çıkan "Hasan Âli Yücel" kitabıyla ilgili sorularımıza yanıt veren Bora ile şimdinin eğitim politikalarından yola çıkarak düne ve bugüne bir bakış atıyoruz. Sözü çok uzatmadan Bora'ya kulak verelim.
En başta biyografileri değerlendirmenizi beklemek lazım belki. Siz kitabın sunuş bölümünde, "biyografilerimizin" genellikle yüceltme eğiliminde olduğundan söz ediyorsunuz. Antipatiden ya da sempatiden kaçınmaya çabaladığınızı ve empatiyi seçtiğinizi yazıyorsunuz. Bu ne demek? Ve en nihayetinde kitabı elinize aldığınızda bunu yapabildiğinizi düşündünüz mü? -Kitaba bir "biyografi denemesi" dediğiniz için yapabildiğinizi diyorum.-
Empatiyi seçtiğimi söylemiyorum aslında, sempati-antipati-empati arasında salındığımı söylüyorum. Asıl şunu söylemeliyim: duygusal çekimlere kapılmamaya çalıştım, esas kaygım buydu. Ama tamamen kaçınmanın imkansızlığını gözeterek, bu duygularla ilişkimi tartmaya, onların farkında olmaya çalıştım.
Duygular değişiyor da ayrıca, hem karşınızdaki tavra, söze, zamana-zemine göre değişiyor, hem konuyla, şahsiyetle uğraştıkça değişiyor. Yücel'in bir şeyi hangi saiklerle söylediğini, düşüncesinin nasıl şekillendiğini anlamaya çalıştım, zaman zaman da bu anlama çabamı sesli düşünür gibi aktardım. Bizde biyografilerde genellikle meyledilen romanvari tasvirler yerine, bu yöntemi tercih ettim.
İlk "yeni Türkiye" hayaleti
Hasan Âli Yücel gibi birinin yaşamını yazarken hangi süreçlerden ve zihin zorlanmalarından geçiyor bir yazar? Yücel'in yaşamına bu kadar detaylı bir bakış sizde bugünle dün arasında bir kıyaslamaya neden oldu mu mesela? Zira bugün "Yeni Türkiye" olarak anılan ve sizin ikinci "Yeni Türkiye" dediğiniz şey, birincisiyle bir hesaplaşma gayesi de taşıyor.
Bir ikon var. Hayran olunmuş ve nefret edilmiş bir kamusal figür var. Bu "duygusal yatırımların" imal ettiği kalıplar var. O hayranlıkların ve nefretlerin, Hasan Âli Yücel imgesinin yapıtaşlarından olduğunu da unutmamak gerekti. Bizzat onları da konu etmek gerekti, kesinlikle. Ama onlara teslim olmamak da gerekti. Bunun için, birincil kaynaklara, yani kendi yazdıklarına azami önem vermeye çalıştım.
"Yeni Türkiye"lere gelirsek... Erken Cumhuriyet döneminde, evet, "yeni Türkiye" tanımı sıklıkla kullanılıyordu. AKP iktidarı da 2010'ların ilk yarısında "yeni Türkiye" sloganını benimsedi ama aslında Davutoğlucu bir slogandı o, sonradan tavsadı.
Yine de iki "yeni Türkiye"den söz edecek ve onları kıyaslayacak olursak, iki tutum kendini gösteriyor görebildiğim kadarıyla. Birisi, benzerlikleri de göz ardı etmemek gerektiği kanısında; vesayetçi, otoriter, ceberrut devlet geleneğindeki devamlılığa dikkat kesiliyor. Diğeri, ilk "yeni Türkiye"nin ne olursa olsun daha kaliteli, liyakatli, iyi kötü vizyon sahibi, ikincisinin ise tahribata adanmış olduğunu düşünüyor.
Her iki dikkatte de hakikat payı olduğunu düşünüyorum. Hakikatin tamamı bu değil ama hakikat payı var. İkinci "yeni Türkiye"nin, -bu sloganın biraz kenara itildiğini tekrarlayayım-, elektriğini ilk "yeni Türkiye"ye husumetten, onun hayaletiyle cebelleşmekten aldığını söyleyebiliriz.
O birinci "yeni Türkiye"yle ilgili karalama anlatısı gibi, yüceltme anlatısı da hayal ürünüdür. Hayal diyorum, basitçe yalan-yanlış değil. (Gerçi bazen de basbayağı yalan-yanlış oluyor!) Yücel'in hayatına ve tecrübesine eğilmek, her iki anlatıyı da silkelemek bakımından yararlı, bence. Erken Cumhuriyeti bir pirüpak "Anadolu Aydınlanması" olarak da göremeyiz, "Batı hayranlığına gömülü yabancılaşma" hikayesi olarak da.
Riyakârlığın aleti
Bugüne bakıldığında, bir ayı aşkın süredir devam eden Boğaziçi protestoları ne düşündürüyor size? Siyasetin dilini iyi okuyan bir yazar olmanızdan hareketle, bu protestolar boyunca üzerinde tepinilen "kelimelerden" en çok dikkatinizi çeken hangileri oldu? Liyakat, terörist, hassasiyet, kayyımlık, marjinal... gibi kelimelerden bahsediyorum.
Boğaziçililerin baskılar ve karalamalar karşısında vakur ve cesur tutumları, her şeyden önce saygı uyandırıyor. Umut zerk ediyor. Boğaziçi Dayanışması'nın "12. Cumhurbaşkanına" hitaplı metni, demokratik siyaset, adalet ve adaletsizlik üzerine bir ders mahiyetindeydi.
Orada üzerinde tepinilen kelimelerden, "provokatör"ü seçerim. Her şeyden önce Ayşe Buğra'ya yapıştırılmaya kalkıldığı için o kelimeyi seçerim ve sırf Ayşe Buğra'nın veciz cevabından ötürü o kelimeyi seçerim. Ne dedi Ayşe Buğra: "Provokasyon lafı öğrenciye saygısızlıktır."
Onlarca yıldır işittiğimiz, hiç ateşten inmeyen, şimdi yine kızgın ateşte ısıtılan "provokasyon" lafı, evet, her şeyden önce insanlara, vatandaşlara reşit insan muamelesini esirgeyen bir tavrın aletidir. Onlara ne istediklerini, neyi istemediklerini bilemeyecek ehliyetsizler gibi bakar. Güdülecek sürü haysiyetini yakıştırır. Riyakârlığın da aletidir bu laf. Zira biliyorsunuz, kelimenin Türkçesi, "tahrik," tam aksine, başta linç olmak üzere bir yığın melaneti meşrulaştırmak için kullanılabiliyor.
Köy Enstitüleri ve liyakat meselesi
Üç yıl boyunca Hasan Âli Yücel ve onunla bir biçimde ilişkilenen diğer kamusal figürler hakkında "yayımlanmış kaynakların suyunu sıkmış" bir yazar olarak siz, bilhassa Köy Enstitüleri'nin var ettiği yazarların "liyakati" hakkında ne düşünüyorsunuz? Ve bugün "kültürel hegemonya" kuramadıklarını sıklıkla dile getiren iktidarın akademik özerkliği "ele geçirme" çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sağolun, suyunu sıkmaya çalıştım ama eksik muhakkak vardır. Köy Enstitülü yazarlar hakkında toptancı bir şey söyleyemeyiz. Her grup gibi, içinde farklı kaliteler var. Didaktizm dozunun genellikle görece yüksek olduğunu söyleyebiliriz. "Dünyaya katılma" iştahının hakkını vermemiz gerekir.
İktidar sözcüleri, kültürel hegemonya iddialarını alternatif bir değerler manzumesiyle, bize özgü bir medeniyet referansıyla temellendirmekten söz ediyorlar. Fakat yürürlükteki kültürel hegemonya mücadelesi, enerjisini bu pozitif kutuptan çok negatif kutuptan alıyor: az evvel de konuştuk, hâlâ yerinde durduğunu ileri sürdükleri "eski" kültürel hegemonyaya kahretmekten, onu karalamaktan alıyor enerjisini... Adı nasıl konuyorsa artık; Batıcı, Kemalist, Beyaz Türk, CHP zihniyeti, solcu... O nedenle, inşa enerjisi çok zayıf, tahribat, yıkma enerjisi çok canlı.
Böyle bir "strateji" içinde, herhangi bir liyakat ölçüsü tanınmaması, görünürde halihazır liyakat ölçüsüne karşı çıkılması ama yerine hamasetten öte "alternatif" bir liyakat ölçüsü koyulamaması, normaldir. İki hafta kadar önce Ümit Kıvanç yazdı; YÖK, bazı akademik terfilerde zaten düşürülmüş olan dil puanını birazcık yükseltmeye kalktı, iktidar medyasının bazı azaları "Anadolu çocuklarının üniversitede yer alması, orada ilerlemesi engelleniyor" diye infiale kapıldılar.
Ne anlarsanız bundan? "Anadolu çocukları" dil öğrenemez, hem zaten öğrenmelerine de hacet yoktur... Eh, bu da bir "liyakat ölçüsü"! Üniversitenin içine tıkıştırıldığı kalıp, meslek yüksek okuludur. Akademisyenliğin içine tıkıştırıldığı kalıp, onu devlet memuruna irca etmektir. Tabii, bu da bir çeşit kültürel hegemonya. Bu da bir kültür; bir hal, davranış, yaşayış göreneği...
Yücel'in üniversitelere "verdiği" özerklik
Buradan bir çıkış ve geleceğe ilişkin bir umut var mı sizce? Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşananların tek sorumlusu YÖK ve Cumhurbaşkanı mı? Tüm bunlarda dünden bugüne muhalefetin siyaset becerisinin ve eğitim politikalarının payı da var mı? "12 Eylül'ü kulaktan dolma bile bilmeyen kuşaklar" bugün neyi yaşıyor?
Gayret varsa, mücadele varsa, arayış varsa, umut da vardır. Umut objektif bir kaynak değil; emekle, mücadeleyle, uğraşla varoluyor.
Boğaziçi Üniversitesi'nde ve üniversitelerdeki vaziyetin tek sorumlusu elbette günümüz iktidarı ve YÖK değil. Elbette uzun bir evveliyat var. Türkiye'de akademik özerklik daima sınırlı ve kontrol altına kaldı. Biliyorsunuz üniversite özerkliği, Hasan Âli Yücel'in bakanlığı döneminde "verildi." Kitapta da değiniyorum, "verildiği" andan itibaren tereddütler de var özerklikle ilgili. Uygulamayla ilgili, özerkliği "veren" Yücel'in bile tereddütleri oluyor.
Ayrıca yine Yücel'in bakanlığı döneminde, anti-komünist kampanya çerçevesinde, Dil-Tarihli dört öğretim üyesinin nasıl "harcandığını" biliyoruz. Öncesinde de, sonrasında da, akademik faaliyeti ve üniversiteyi kendi haline bırakmayan bir yığın icraat var, bir gelenek var. Muhalefetin becerisi diyorsunuz; peki, muhalefetin sağlam bir alternatif üniversite tasarısı geliştirmemiş olmasının da payını ekleyebilirsiniz.
Velhasıl, evet, bir evveliyat var. Fakat YÖK rejimi ve özellikle bu iktidarın icraatı, -YÖK'ün de kısmî özerkliğini çiğneyen icraatı-, üniversite ortamında kötüyü betere inkılâp ettirdi. Her şey bir yana, son dört yılda KHK'larla gerçekleştirilen akademisyen tasfiyesi, emsalsiz bir kırımdır. "Akademisid," de deniyor biliyorsunuz, akademik kırım. Akademisyenlerle beraber, akademik ortamı, akademik kültürü kırıp geçiren bir kıyım. Evveliyatı ve başka sorumlular bir yana, bu hadisenin vahameti bir yana...
Tanıl Bora kimdir?1963 Ankara doğumlu. İstanbul Erkek Lisesi'ni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. 1984-88 arasında haftalık haber dergisi Yeni Gündem'de gazetecilik yaptı. 1988'den beri İletişim Yayınları'nda araştırma-inceleme dizisi editörüdür. O zamandan beri kitap çevirmenliğiyle de meşguldür. 1993'ten 2014'e kadar üç aylık sosyal bilimler dergisi Toplum ve Bilim dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. 1989'dan beri düzenli yazdığı aylık sosyalist kültür dergisi Birikim'in 2012'de yayın koordinatörlüğünü üstlendi. Çok sayıda kitabı var. Hasan Âli Yücel kimdir?Hasan Âli Yücel,1938-1946 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. Üniversite reformu (Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nin kurulması, Yüksek Mühendis Okulu'nun İTÜ'ye dönüştürülmesi ve Ankara Tıp Fakültesi'nin kurulması), Köy Enstitüleri'nin kurulması, dünya klasiklerinin Türkçeye tercüme edilmesi ve ilk resmî ve telifli Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi'nin ön çalışmalarına imza attı. Yücel, ayrıca, bugün halen pek çok eleştirinin ve övgünün odağındaki Köy Enstirüleri'nin kurucusu. | |
(DŞ)