Yüksek Öğretim Kurulu'nun (YÖK) 28. kuruluş yıldönümü dolayısıyla İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Araştırma Görevlisi Levent Dölek'le YÖK'ü, araştırma görevlilerinin yaşadıkları sıkıntıları, öğrenci ve asistanların üniversite yönetimlerindeki temsilleri ve "yıkılsın" denilen YÖK'ün alternatifleri üzerine konuştuk.
YÖK Ankara'dan ülkenin tüm üniversiteleri için standartları ve kararları belirliyor; üniversite yönetimleri de böylece seçiliyor. Üniversitelerin diğer bileşenleri olan öğrencilerin ve asistanların yönetime katılmasıyla ilgili durum nedir?
Öğrencilerin öğrenci temsilcilikleri, asistanların ise asistan temsilcikleri var. Bunlar resmi olarak seçiliyorlar. Ancak üniversitenin aldığı kararlarda herhangi bir söz hakları yok. Buna karşılık İstanbul Üniversitesi'nde oluşturulan ve herhangi bir yönetmeliğe tabi olmadan tüm fakülteleri temsil eden Araştırma Görevlileri Temsilciler Kurulu asistanların mücadelesinin gücüne dayanarak kendini fiili bir muhatap haline getirmiş durumda. Bu da üniversitenin resmiyetinden değil mücadeleden ve dayanışmadan alınan güçle üniversitede söz sahibi olunabileceğini gösteriyor. Aksi her durumda bir konu mankeninden öteye gidilemiyor.
Son yıllarda öğrenci muhalafetinin en önemli talebi harçlar oldu; diğer yandan eğitimin kalitesi, üniversitenin içeriğine dair bir tatışmanın önü açılmıyor. Örneğin öğrenci ve asistanlar müfredata müdahale edebiliyor mu? Bununla ilgili talepleriniz var mı?
İnkılap tarihi ve Türk Dili gibi dersler YÖK vasıtasıyla tüm üniversitelerde ve tüm bölümlerde zorunlu olarak okutuluyor. Bu derslerin okutulmasında dersi veren hocaların inisiyatifi etkili olabiliyor. Bu dersler basit bir şovenizm propagandasına dönüşebildiği gibi yakın tarih ve dil açısından öğrencilerin faydalanabileceği şekilde de okutulabiliyor.
Genel olarak eğitim müfredatının tepeden dayatmayla belirlenmesinden daha büyük bir etken sermayenin hegemonyasının tüm bilimlerde etkili olması. Ana akım düşünceler arkalarına paranın da gücünü alınca öğretim üyelerinin hiç sorgulamadan egemen ideolojiyi öğrencilere aktarması için herhangi bir baskı mekanizmasına gerek kalmıyor. Bu açıdan otosansürün çok yaygın ve etkili olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla elbette ki mesela iktisatta Marksizmin okutulduğu derslerin müfredata koyulması ya da muhalif bakış açısını geliştirecek derslerin okutulmasını istiyoruz. Ancak bunlar müfredata konulsa da bu derslerin numunelik kalmaması için sosyal mücadelelerin rüzgarlarının üniversite içinde de esmesi gerekiyor. O zaman Marksizm diye bir ders konmasına gerek kalmayacak. Sözgelimi İktisada Giriş dersinin içeriğinde sosyal mücadeleler ve ezilen sınıfların ideolojileri daha gözle görülür biçimde yansımasını bulabilecek.
Özel olarak asistanların YÖK'le yaşadıkları sorunlar neler? Sizi harekete geçiren etkenler nelerdi? Bu süreçte neler yaptınız?
YÖK kanunun 50d maddesiyle istihdam edilen araştırma görevlilerinin doktoralarını verdikten sonra işsiz kalmalarına yol açan YÖK kararları 2008-2009 öğretim yılı boyunca büyük tepkilere yol açtı. Rektörlük önünde çadır kurma, üniversiteyi terk etmeme eylemi (5 Mart), tüm üniversitelerde eş zamanlı eylem (17 Nisan), YÖK önünde eylem yapma (24 Nisan), ve nihayet 1 Temmuz günü İstanbul Üniversitesi'nde (İÜ) final sınavlarında iş bırakma gibi eylemler yapıldı.
YÖK 50d maddesini art niyetli bir biçimde yorumlayarak araştırma görevlilerini "burslu öğrenci" statüsünde görüyor. Bu art niyetin bir parçası olarak 50d'liler doktoralarını bitirdikten sonra ilişikleri kesilirken Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bursuyla (kamuoyunda bu bursların yoğunlukla hükümete yakın kesimlere verildiği kanısı hakimdir) yurt dışına gönderilmişlere muafiyet tanındı ve ilişiği kesilen 50d'lilerin yerine tepeden atanmaları sağlandı. Bu atamalarda ne bölüm görüşü soruluyor ne de herhangi bir sınav yapılıyor. 50d maddesi kadrolaşmanın aracı olarak kullanılıyor.
Eylemlere paralel olarak YÖK'ün söz konusu kararlarına karşı Danıştay'da dava açıldı. Bu dava araştırma görevlilerinin lehine sonuçlandı. Danıştay 50d ve 33a (doktora sonrası kesilmeyen asistan kadrosu) arasında araştırma görevlisi olmak bakımından fark olmadığına karar verdi.
YÖK mahkeme kararlarına rağmen rektörlüklere baskı yaparak İÜ'de doktorasını bitiren 13 kişinin işten atılmasını istedi. (2 Nisan'da YÖK başkanvekili İzzet Özgenç imzalı bir tehdit yazısıyla eğer 13 kişi atılmazsa İÜ'nün asistandan profesöre kadar hiçbir kadro talebinin karşılanmayacağını bildirdi. Bu yazıyı gözümüzle gördük ve bilgi edinme yasasıyla istedik ancak reddedildi. Bu görevi kötüye kullanma belgesi YÖK rektörlük işbirliği ile hasır altı edildi.) 20 Mayıs günü Rektörlük binası içinde 250 asistanın yaptığı protestonun sonucunda Prof. Yunus Söylet geri adım attı fakat daha sonra 50'ye yakın araştırma görevlisine soruşturma açarak uyarı ve kınamadan aylıklardan 10'da bir oranında kesinti cezaları verildi.
Peki bu eylemlerin ve yaşananların ardından gelinen durum nedir?
Mücadelelerimiz ve kazandığımız davalar sonucunda şu anda doktorasını bitirenlerin 33a'ya geçişleri yapılıyor. Ancak bu geçişlerde de ayrımcılık yaşanıyor. Çünkü 33a'ya geçiş anabilim dalının görüşüne ve rektörün imzasına bağlı. Yetki sahipleri siyasi olarak uyuşmadıklarını elemek için yetkilerini kötüye kullanabiliyorlar.
Şu anda Türkiye çapında 7000'e yakın 50d'li araştırma görevlisi güvencesi biçimde çalışıyor. Araştırma görevlileri akademik yaşamın en önemli basamağı olan doktora aşamasında doktorasını başarıyla bitiren arkadaşlarını tebrik edemez hale geldi. Çünkü 50d yüzünden genç akademisyenlerin başarıları mükafatlandırılacağı yerde işsizlikle cezalandırılmaya devam ediyor.
Şu anda TBMM'de İzmir Milletvekili Oğuz Oyan'ın gündeme getirdiği ve 50d uygulamasını kaldıran bir yasa teklifi mevcut. Önümüzdeki haftalarda bu teklifin mecliste görüşülmesini bekliyoruz.
YÖK neden kaldırılmalı? YÖK'ün alternatifi bir model var mı?
YÖK'ün üniversiteler arasında koordinasyonu sağladığını düşünürsek buna alternatif modellerden bahsedebiliriz. Ama YÖK'ün işlevi bu değil. YÖK 12 Eylül rejiminin üniversitelerdeki adı. Tüm üniversiteleri Ankara'dan yönetmenin yani siyasi iktidara tabi kılmanın bir aracı. Dolayısıyla YÖK'e alternatif model aramanın bir gereği yok YÖK yıkılsın demek üniversiteler üzerinde egemen sınıfların siyasi baskısı kalksın demektir. Yani YÖK'ün alternatifi YÖK diye bir kurumun olmamasıdır.
Üniversitelerde YÖK'le birlikte rektörlüklerin de yetkileri olağanüstü hale getirildi. Şimdi danışma kurulları adı altında rektörlerin yetkilerine üniversitenin "paydaşlarını" da ortak etmek istiyorlar.
Bu ne demek?
Sanayi ve Ticaret odası temsilcileri yönetimlerde doğrudan söz sahibi olacak. Bir tür mütevelli heyet sistemine geçiş hazırlıyorlar. Bu daha demokratik görünse de aslında üniversite sermaye ilişkisini daha dolaysız kılıyor. Sermaye hem üniversiteyi finanse edip (bütçeden kaynaklar giderek azalıyor) hem de kararlarda söz sahibi olursa o zaman paydaşların katılması değil paydaşların egemen olması söz konusu olur. Sonuçta atalarımız parayı veren düdüğü çalar demiş.(BÇ)