* Üniversiteleri özerk yönetim yerine merkezi ve hiyerarşik bir yapı ile yönetmeyi öngörmesi,
* Üniversitelerin üst yönetim kadrolarının belirlenmesinde (öğretim elemanları, öğrencileri ve çalışanları yerine) YÖK ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilir ve atanır ilkesinin benimsenmiş olması,
* Mali ve idari özerklik yönünden doğrudan merkeze bağımlı olması,
* Türk yükseköğretimi ve üniversiteleri evrensel ölçekte bilim ve fikir üretmek yerine ulusal ölçekte dar bir çerçeveye indirgenmiş olması.
Bu maddelerle YÖK'ün üniversiteleri merkezci yetkilerle donanmış olarak kontrol altında tutma anlayışı bugün dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde bulunmamaktadır. Hatta Silahlı Kuvvetlerin ve MGK'nın kendi yapısı bile bu kadar merkeziyetçi değildir.
YÖK Yasası ile üniversite anlayışı kaybedildi
YÖK kuruluşundan bu yana 23 yıl geçmesine rağmen nitelik anlamında önemli iyileşmeler olmadığı gibi tam tersine daha da kötüleşmiştir. Nicel anlamda üniversite sayısı artmış, öğrenci sayısı artmış, uluslararası yayın sayısı artmış ancak üniversiteler anlayış ilerletilemediği gibi nerdeyse bütünüyle kaybedilmiştir.
YÖK'ün bugüne kadarki uygulamaları ile üniversitelerde bilimselliği ve bilimsel yaklaşımları kurumsal kimliğe kavuşturamadığı görülmektedir. Sanki gerçeği arama yerine, gerçeği ve gerçeği arayanı engelleme ve denetim altına alma anlayışı hâkim bakışa dönüşmüştür.
Akademik nitelikteki kişiler değişik soruşturmaları ile 1402'lik olmuş, bir kısmı kendiliğinden kaçırılmış ve susturulmuştur. Üniversitelilik bilinci evrensellikten yerliğe çekilmiştir. Yeni kadroların oluşturulmasında eleştirel zihniyete sahip gençler dışlanmıştır. Akademik kadroların alınmasında ciddi kriterlerin olmaması sonucu oluşan kronikleşmiş dar kadrocu yaklaşımlarının ortaya çıkardığı kısır öğretim üyesi yetiştirme politikası üniversiteleri evrensel kriterlerin gerisine düşürmüştür.
Öğretim üyeleri ile yapılan bir çok anket, öğretim üyelerinin kendi alanları dışında kitap okumadıklarını, toplumdan izole yaşadıkları, yaşadıkları toplumun sorunları üzerinde düşünmediklerini, sanatsal ve kültürel etkinliklerle ilgilenmediklerini ortaya koyuyor. Öğretim üyeliği ve bilim adamlığı, bir yurtdışı yayın yapma zorunluluğu ve ders verme düzeyine indirgenerek bir yerde bilimcilik yapılmaya dönüştürülmüştür.
Kurumsal ve akademik ilkeler yerini bireyci ve dostane ilişkiler keyfiyetliği yanında biraz da oy kaygısına yönelik kadro ilanları işi iyice içinden çıkılmaz duruma getirmiştir. Bu anlayışın yaratığı öğretim üyeliğinin faturası önümüzdeki dönemlerde daha da ağır olacağı beklenilmektedir.
Üniversiteler son 23 yılda farklı düşüncenin sorgulandığı ve üretildiği yerler değil daha çok benimsenmiş fikirlerin kabul edildiği ve öğretildiği ileri lise düzeyine geçmişlerdir. Öğretim üyesi yetiştirme programları belirli ilkelere göre yürütülmediği için başta Anadolu üniversiteleri başta olmak üzere basında yansıdığı kadarı ile altyapıdan yoksun olmalarına, yetişmiş öğretim üyelerinin olmamasına karşın lisans programında ikili eğitim, yüksek lisans ve doktora eğitimi vererek üniversitelilik bilincinden yoksun çok sayıda insan eksik eğitim ve öğretimli olarak mezun edilmişlerdir.
Ülkemiz Yükseköğretim kurumunun ülke genelinde herhangi bir bilim politikası oluşmamış. TÜBİTAK uzun uğraşılar sonucu 2023 vizyonu oluşturdu ancak bu konuda bir gelenek ve kültür eksikliği yaşandığı için vizyonun nasıl projelendirileceği, kimin ne görev alacağı neyin nerde yapılacağı belirsiz ve sahipsiz kalmıştır.
Tam bir plansızlık ve programsızlığın yaşandığı Yükseköğretim kurumlarında kişilerin iyi niyeti ile yinede önemli çalışmalar yapılmaktadır. Fedakâr insanlar maddi ve manevi desteği yeterince görmedikleri için ya beyin göçüne uğramakta ya da kendi kabuklarına çekilmektedirler.
Üniversiteler en ciddi sorunu üst yönetimlerinin belirlenmesinde yaşamaktadırlar. Kimi üniversitelerde halen doğrudan atanma ile kimi üniversitelerde ise eğilim yoklaması ile belirlenen adaylar arasından rektör atamaları yapılmaktadır. Hiçbir bilimsel kriterin işletilmediği üst yönetim belirlenmesinde yaşanan bazı olumsuz gelişmeler üniversitelere ve üniversitelilik bilince kamuoyu nezdinde ciddi zarar vermiştir.
Dünyayı YÖK Yasası ile kavrayamayız
YÖK kurulduğundan bu yana üzerinde en çok konuşulan ve neredeyse herkesin değişmesini istediği mevcut 2547 sayılı yasasının Türkiye'yi bilgi çağına taşımakta yetersiz kaldığıdır. Avrupa Topluluğuna adaylık sürecinde ülkemizin bütün sorunlarının temelinde eğitimden kaynaklanan katmerleşmiş nitelikli insan gücü ve teknik bilgi eksikliği kokmaktadır.
Bugün Türk yükseköğretiminin sorunları ve sorumlulukları görünen çerçevede çok daha büyüktür. Başta akademik verimsizlik olmak üzere, bilim ve teknolojide bilgi çağını yakalama sansına maalesef sahip olamamıştır. Milyonlarca genç üniversite kapılarında beklemekte, üniversiteyi bitirenler işsiz, iyi yetişen çok küçük bir grup ise beyin göçüne heba edilmektedir.
Dünyada ender genç ve dinamik nüfusa sahip ülkemiz insan potansiyeli nitel düzeye kavuşturacak öncü eğitim ve araştırma kurumaları yaratılamamıştır. Bu konuda dünyaya örnek gösterilecek bilimsel kriterleri yüksek üniversite yaratamadık. Bilim politikası ve stratejilerinin olmaması, alt yapı yetersizliği, öğretim üyelerinin nitelikleri, eğitimin ezberci ve öğretmen merkezli olması nedeniyle üniversitelerimiz çağın gerisinde kalmışlardır.
Daha geçtiğimiz hafta gazetelere yansıyan haberler bilimsel araştırma, alınan ödüller, uluslararası akademik saygınlık gibi kriterler dikkate alınarak yapılan, "Dünyanın en iyi 500 üniversitesi" araştırmasında Türkiye'den hiçbir üniversitenin ilk 500'e giremediğini göstermektedir.
Çin'de bulunan Shangai Jiano Tong Üniversitesi Yükseköğretim Enstitüsü'nün 2004 yılı için dünyanın en iyi 500 üniversitesini belirlediği araştırması Türkiye'nin bilim ve teknoloji alanında geri kalmışlığında üniversitelerimizin döküldüğünü göstermektedir. Time dergisinin benzer konudaki haberinde yine Türk üniversiteleri hiçbir sıralamaya girememektedirler. İletişim çağında atom hızı ile ilerleyen bilim dünyasını her gün ürettiği binlerce buluş ve bilimsel bilgiyi öğrenmek, ders çıkarmak ve dönüştürmek bundan bizimde yol almamız korkarım artık zor olacaktır. Bunda yapısal anlamdaki birincil sorumluluk, elbette ki YÖK'e çıkarılacaktır.
Bilimsel düşüncenin ilerletilebilmesi için YÖK kaldırılmalıdır
Mevcut 2547 sayılı YÖK yasasına yapılan eleştirilerin başında YÖK'ün merkeziyetçi tutumu ve Rektörlere tanınan yetkilerinin fazlalığı üniversiteler dışında ilgili diğer kamuoyunu da ciddi eleştiriler neden olmuştur.
YÖK yasasının Türkiye'yi bilgi çağına taşımakta yetersiz kaldığının başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hükümet, yükseköğretim kurumu ve öğretim üyeleri, öğrenciler tarafından belirtilmesi yeni bir üniversiteler arası üst örgütlenmeye yasasına gereksinim olduğunun en açık ifadesidir.
Cumhurbaşkanı Sayın Sezer'in gerek 2004 TÜBİTAK ödül töreninde ve gerekse değişik üniversite açılışlarında yaptığı konuşmada "Yaşamımızın her alanına bilimsel düşünceyi yerleştirmeliyiz; köklü bir bilim reformuna devlet olarak destek vererek yaratıcı düşüncenin hayata geçirilmesini sağlamalıyız; her alanda çağdaşlaşmaya, ancak akıl ve bilim yoluyla ulaşabiliriz" demesi devletin üst düzeyde bilim politikasına verdiği önemin bir göstergesi olarak olumlu karşılanmıştır.
Cumhurbaşkanı'nın özerk üniversite ve akademik bilince en üst düzeyde vurgu yapması sevindirici olmuştur. YÖK ise, kuruluş zihniyetinde ve devamında, tam da bu özerkliğe ve bağımsız düşünebilmeye karşı akademik oluşumların denetimine yönelik bir organ olduğu için, üniversitelerin gelişiminin önünde en güçlü engellerden birini oluşturmakta; bu yüzden de kaldırılmak durumundadır.
Ne yapılmalı?
Başta anayasanın 130. ve 131. maddeleri değiştirilerek bu maddelerde akademik özgürlük ve üniversite özerkliği açıkça ifade edilmelidir. Bunu takiben konu ile ilgili çevrelerden konuyu bilen değişik kesimlerden uzmanlarca oluşan bir platform çerçevesinde çağa uygun yeni bir yükseköğretim yasası hazırlanmalıdır.
Üniversiteler, TÜBA, TÜBİTAK, Öğretim Üyeleri ve Öğrenci Dernekleri ve Sendikaları gibi kuruluşların temsilcilerinin atölye türü çalışmalarla şekillendireceği yeni bir yasaya gereksinim bulunmaktadır. Bu yasa,
* Bilim özgürlüğünü güvence altına almalıdır.
* Üniversiteleri özerk, demokratik ve çağdaş bir yapıya kavuşturucu asgarileri içermelidir.
Açıkçası yeni üniversite yasası toplum yaşamının her alanına bilimsel düşünceyi yerleştirmeyi hedeflemelidir. Bunun için de çağına uygun ve geleceği kazanmaya yönelik köklü bir bilim reformu yaratmayı ve bunu hayata geçirmeyi sağlamalıdır. Geleceğimize her alanda ancak akıl ve bilim yoluyla ulaşabiliriz. Artık çağdaş bir toplum olmayı çok arzulayan bilim insanları olarak bunun yolunun çağdaş bir yükseköğretim reformundan geçtiğine inanmaktayız. (İO/EÜ)
* Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi