Bu kavgada "erk"i elinde tutmak isteyen "taraf"lar var. Anlaşılan o taraflar için bu erke sahip olmak ve onu kullanmak her şeyden önemli. Bu uğurda gerekirse ülkeyi bir "yangın yerine" çevirebilirler. Hatta onları orada tutan "demokrasi"yi bile ortadan kaldırabilirler. Hele hele "erk"e konu olan alanın "üniversite" olması ise kimsenin umurunda değil.
Bu bugünün sorunu değil aslında: Çünkü bizde üniversite "üniversite" olmaktan çıkalı çok oldu. Yaklaşık yirmi yılı aşkın zamandır orası bir üniversite değil; olsa olsa bir "üst-lise"! Kimsenin bundan dolayı yakındığı da yok üstelik. Emir komuta içinde, müfredatın uygulandığı ve seçimle gelen idarenin emir kulu olan bir "okul"dan söz ediyoruz.
Tabii bir de bu "erk"in uygulanacağı insanlar var; öğrenciler ve öğreticiler!. Bir de "emekçi"ler... Aslında en çok da onlar etkileniyor bu süreçten. Çünkü ne yazık ki, filler kapışında çimler eziliyor her zaman.
Onların büyük bölümü ne yazık ki bir üniversitenin ne olduğunun ayrımında değil; genellikle bir "sürü" tutumu sergilemelerini daha az sorun yaşamaları adına yeğliyorlar. Esen rüzgâra göre dün "ak" dediklerine bugün "kara", "kara" dediklerine "ak" demeyi içlerine sindiriyor, dahası sözde "aklileştirip" bunun savunuculuğunu yapabiliyorlar. Çünkü güdülmeye razı olan için "güden"in kim olduğunun çok da önemi yok.
Ama sayıları çok az olsa da bir bölümü ise "sürü" olmadıklarını ortaya koyuyor; en azından ifade etmek istiyorlar. Onları dinleyen olmasa bile bazen düşüncelerini ve çözümlerini ifade ediyorlar. "Erk"i elinde tutmak isteyen her iki kesim de en çok onlara düşman. Erklerini en çok onların üzerinde uyguluyorlar.
Aslında "sürü" olanlardan daha çok onlara kızılması gerekli. Çünkü onlar tüm bu olan bitenin ayrımında. Dahası bulundukları yerlerde sahip oldukları "erk" ile birşeyler yapabilirler de! Ama yapmıyorlar. Şimdiye kadar seslerini yeterince çok çıkaramadılar. En azından "birlikte" bağırmayı denemediler. "Zurna'nın zırt dediği yerlerde" ise hep boyun eğdiler.
Üniversite "üst-lise" noktasına bir anda dönmedi. Bunun için uzun bir süreç yaşandı. Alt yapısı olmayan yerler "üniversite" ilan edildi. Lise öğretmeni bile olmayan insanlara akademik unvanlar dağıtıldı, akademik olarak yükseltildi ve "öğretim üyesi sanı ve görevi" verildi. Bunlar gizli saklı olmadı; herşey ayan beyan ve ortadaydı. Kimse "bu adam yetersizdir ben buna bu unvanı ve bu görevi veremem" diyemedi, dahası başka amaçlar ve çıkarlar için onların bu noktaya; hatta daha da yüksek yerlere gelmesine, bölüm başkanı, dekan hatta rektör olmasına göz yumuldu.
"İki yanlıştan bir doğru çıkmaz"
Yalnız "erk" peşinde olanlarla, erkin uygulandığı kişiler sorumlu değil kuşkusuz; toplumumuz da bu gidişin buraya varacağını anlayamadı, kestiremedi, anlayanlar da yeterince müdahil olamadılar. Pek çok durumda onlar da çıkarlarına göre davrandılar.. Sandılar ki YÖK ile ya da YÖK değişirse sorunlar bitecek. Bitmedi. Bitmeyecek.
Şimdi YÖK nedeniyle yeniden "darbe" çığırtkanlıkları yapılıyor. Demokratik bir biçimde belirlenmeyen bir kararı, demokratik olmayan bir başka müdahaleyle düzeltmeye çalışıyorlar. İki yanlıştan bir doğrunun çıkmayacağını hâlâ öğrenemedik. Müdahale olduğunda kafasına vurulacak olanlar bu işten en çok zarar olanlar olacak.
Her ikisine de yanlış deyip, doğruları savunmak
Peki çözüm ne?
Çözüm önümüze sürülen ikilemin içine saplanıp kalmakla gerçekleşemez. Bir yanı tutmak da çözüm değil. Çözüm "üniversite"yi savunmak.
Üniversitenin olmazsa olmazları var. Onları istemek ve gerçek üniversite olma yolunda bir dönüşümü başlatmak.Bu süreçte de el birliğiyle bir çaba sarf etmek. Küreselleşen dünyada eğer bizim de bir "üniversite"miz olsun, insanlığın biriktirdiğine bizim de katkımız olsun istiyorsak bundan başka çaremiz yok.
İktidar kendisine dayatılan politikaları uygulamak istiyor. Ona karşı çıkıyor görünenler ise "eski" düzenin sürüp gitmesini. Her ikisine de "yanlış" deyip doğruları savunmaktan ve istemekten çare yok.
Bu doğruları alt alta yazınca topu topu bir anayasa maddesi olabilecek kadar kısa. Bu nedenle YÖK yasasını tümden ortadan kaldırıp tüm yüksek öğretimi anayasaya konulacak bir maddeyle -aslında varolan maddeyi yeniden yazmak ve genişletmek de mümkün- düzenlemek bile söz konusu olabilir. Geri kalanı, ayrıntıyı her üniversitenin kendisine bırakmak bence en sağlıklı yoldur.
Çünkü ilkeler rehberler bellidir. Yeniden bulunması gereken bir şey yok. Olanı benimsemek ve yansız bir şekilde uygulamak yeter.Yasaları toplumsal uzlaşma yapar; yapmalı... Bizdeki gibi azınlığın çıkarı ve çoğunlukçuluğun belirleyici olduğu bir tuhaf "demokrasi" ile toplumsal uzlaşma olmaz. Bundan 200 yıl önce Rousseau'nun kağıda döktüğü ilkelerden bile geride bir noktada bir uzlaşma söz konusu olamaz.
Uygulamalara ilişkin kuralları ise bizzat onları uygulayacak ve onlardan etkilenecek kişiler yapar; yapmalı. Bizde yazılı düzenlemeler birer "uzlaşma"ya değil, "dayatma"ya, önünü açıp, işleri kolaylaştırmaya değil, sınırlamaya yönelik düzenlendiği için uygulanmaz, bu nedenle yaşamdaki karşılıkları boşluklarını bulup işi idare etme biçimindedir. İşte bundan vazgeçmek, demokrasiyi diğerine zarar vermeyecek temelde ama olumlu bir sonuç bir değişim yaratacak şekilde eylemde bulunma hakkı şeklinde anlayıp ona göre tüm düzenlemeleri yapabilmek başlangıç noktası olmalıdır.
İnsanlar ve topluluklar ne yazık ki, bunları yaşaya yaşaya öğreniyorlar. Deneyimler aktarılmıyor; geçmişten ya da başka örneklerden dersler alınmıyor. Ama başka bir çaremiz yok. Yıllardır neyi nasıl yapacağımıza en yukarıdakinin karar verdiği bir düzen yaşadık. "Artık yeter" demenin zamanı geldi de çoktan geçti. Artık insanlar "kırk katır mı, kırk satır mı" ikileminden kurtulmak zorundalar. Neyi nasıl yapacağımıza artık kendimiz karar verebilmeliyiz.
Savunmamız gerekenler
Sonuç; bu kavgayı sona erdirecek kararlılıkla savunmamız gerekenler bence şunlar:
- Üniversite her şeyden önce "üniversite" olmalı; bu da idari, mali, ekonomik bakımdan tümüyle "özerk" olmakla mümkün.
- Üniversite insan onurunun gerektirdiği temel hak ve özgürlüklerle, insanın her koşulda eşitliğinin savunulmasının temel olduğu bir sistem oluşturmalı, demokratik bir ortam yaratmalı ve başta her türlü düşünce olmak üzere kendisiyle ilgili her şeyin tartışılabileceği bir anlayış egemen olmalı,
- Öğretme, öğrenme, eğitim ve araştırma hakkı ve özgürlüğü temel alınmalı, bunları engelleyen her türlü kısıtlama ortadan kaldırılmalı,
- Yüksek öğrenim ücretsiz olmalı, giderleri öncelikle genel bütçeden karşılanmalı, ama kendi kaynaklarını da yaratabilmeli; bu süreçte kamu ve özel kuruluşların bir bedel ödeyerek satın aldıkları bilgi, hizmet ve deneyimi öncelikle üniversiteden almayı ilke edinmeli,
- Yalnız "güç" değil, "bilgi"ye dayanan egemenlik ilişkileri de reddedilmeli, bilgi dahil herşey alıcısına ve kullanıcısına açık, tüm "ilişkiler", "olaylar" ve "olgular" şeffaf ve sorgulanabilir olmalı,
- Yönetime ilişkin tüm kararlar bilginin paylaşılması temelinde ve o kararı alabilecek ve uygulayabilecek noktada olmak kaydıyla olabilen en demokratik biçimde alınabilmeli,
- Demokrasinin "eylem"de bulunan her kurumu gibi üniversite de tüm unsurlarıyla birlikte uygulamalarından dolayı "yargı" ve "toplum" denetimine açık olmalı,
- Üniversite "bugün"ü kurtaracak şekilde değil "yarın"ı kuracak bir şekilde çalışmalı, bunu yaratabilmek için de "dün"ü ve "bugün"ü sınırsız ve kısıtlamasız biçimde irdeleyebilmeli, "insana, doğaya ve topluma" dair hiç bir konu "tabu" olmamalı, bundan kaynaklanan hiç bir "dayatma"yı üniversite yaşamamalı.
Tüm bunlar benim becerebildiğimden çok daha iyi ve güzel biçimde ifade edilebilir. Onu yapacak olanlar ise bence "üniversite"dir. "Üniversite" isterse şu anda olduğu gibi sokaklara dökülebilir. Ama dökülüş nedeni şimdi olduğu gibi "erk" için değil, "üniversite" düşüncesi için olmalıdır. (BB)