Kendi soyadını kullanma hakkı için mücadele eden yönetmen Hande Çayır’ın “Yok Anasının Soyadı” adlı kısa belgeseli Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında bugün saat 12.30’da Alman Kültür Merkezi’nde ücretsiz gösterilecek. Bu belgesel vesilesiyle, kendi soyadını kullanma hakkı için uzun yıllardır mücadele eden Sırma Oya Tekvar’a bu meselenin ayrıntılarını sorduk. İşte yanıtlar:
Kendi soyadını kullanmak kadınlar için niçin önemli? Kadının insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden 'soyadını kullanma hakkını' nasıl tarif etmek/tanımlamak gerekir?
Soyadı, kişinin kimliğini ve aidiyetliğini belirten önemli bir unsur, kişinin kimliğinin ayrılmaz parçasıdır. Vazgeçilemez, devredilemez, feragat edilemez bir kişilik hakkıdır. Bu nedenle soyadına ilişkin hak yasalarda özel olarak düzenlenmiş ve korunmuş. Ne var ki bu hak ülkemizde kadınlar için sadece evlenene kadar geçerli kılınıyor. Bilindiği gibi, Türkiye hukukunda evlilik, evlenen kadının kendisiyle eşit olan eşinin soyadını alma dayatmasıyla başlıyor. Evliliğin ilerleyen safhalarında kadının ezilmesi ve bir kimlik olarak kendini ortaya koyamaması bambaşka bir ikilem olsa da başlangıç bu şekilde oluyor. Doğal olarak kadın, -bilincinde olsa da olmasa da- ezilmişliği evliliğinin ta en başından itibaren yaşamaya başlıyor. Yasalar önünde eşitlik temel alındığında, evlenmekle sadece kadının kimliğinin, hatta kütük bilgilerinin değişmesi, bir başka deyişle medeni hal değişikliğinin sadece kadını etkilemiş olması hem Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesine hem ülkemizin onayladığı uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan taahhütlerine aykırı. Medeni hal değişikliğinde meydana gelen bu eşitsizlik aslında yasalar önündeki ve kamusal alandaki egemen ataerkil belleğin de en temel göstergesi. Oysa eşitlik erkek değerlerine uyum göstermek değil, kadınlar ve erkekler için eşit haklara, yükümlülüklere ve fırsatlara dayanan yeni ve eşit ilişkiler kurulması anlamına gelmeli. Eşit ilişkiler kurulması yolundaki çabaların ve kadınların hayatın her alanına etkin katılımının, bir ülkedeki demokrasi kültürünün derinleşmesini de getireceği gözden kaçmamalı. İşte bu perspektiften bakıldığında, kadının kendi soyadını erkeklere doğal hak görüldüğü gibi ömrü boyunca kullanabilmesinin önemi ortaya çıkıyor.
Soyadı mücadelesi ne zamandır bu ülkede gündemde?
1995 yılında avukat Ayten Ünal'ın açtığı davayla gündeme geldi. Kadının soyadı denince akla gelen ilk kişidir. Daha sonra konuyla ilgili çeşitli akademik çalışmalar yapıldı, yayınlar kitaplar çıkarıldı. Avukat Nazan Moroğlu'nun 1999 yılında çıkardığı "Kadının Soyadı" başlıklı kitabı (Beta Yay.) bu konuda önemli bir çalışmadır. Aslında soyadı meselesi, bazı kadınların benzer girişimleriyle gündeme zaman zaman tek tük düşmekte. Hatta yabancı ülkelerde bu konuya ilişkin gelişmelerin de medya gündemine yansıdığını görebiliyoruz (Ör. İsviçre'deki kanun değişikliği). Ancak sıcak bir gündem mi bu, tartışılır. Benim dava sürecimde medyaya yansıyan, hiç unutamadığım -ve hep yüzümde bir gülümseme yaratan- bir manşet vardı: "Güzel Oya'nın Soyadı Çilesi". Oya ismimi güzelliğe daha çok yakıştırmışlar. Güzel ve kaprisli kadın... Soyadından başka derdi yok kadıncağızın! Haber, ajanstan alınan haberin kopyala-yapıştırıydı. Ama bu başlık, tepkiyi hatta dalga geçmeyi çok net açıklıyordu bence. İşte kimi zaman kadın soyadının gündeme yansıyışı… Memleketin onca önemli, elzem sorunu varken şimdi bu kadar "önemsiz" bir konuyu gündeme taşımanın alemi var mı?!
Tuzu kuru kadın takıntısı diye görülüyor, değil mi? Şımarıklık zannediliyor?
Kadının soyadı meselesi, “sosyete meselesi” değil, birtakım hukuki gerekçelere dayandırılmış, kadının kimlik olarak toplumdaki yerini göz ardı eden politik bir dayatmadır. Kaldı ki temel hak ve özgürlüklerin “önemli-önemsiz” olarak sınıflandırılması, ertelenmesi veya hiç dikkate alınmaması söz konusu olamaz. Bu hakların zaten bir bütün olduğu; soyadından evliliğe, eğitimden istihdama hepsinin bu eşitlik ve haklar bütününde iç içe olduğu artık anlaşılmalıdır.
Bu konuda kazanımlarımız var; açılmış ve sonuçlanmış davalar var, birkaç örnek verelim mi?
Bahsettiğim gibi ilk örnek Ayten (Tekeli) Ünal davası. On yılı aşkın bir mücadele sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, özel yaşama aykırı ve ayrımcılık olduğu iddiasını kabul etti, uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8 ve 14. maddelerine aykırı olduğu yönünde karar verdi. Neticede Ayten Ünal yalnızca kendi soyadını kullanmaya hak kazandı. Ünal'ın pes etmeden, inançla, sabırla ve kararlılıkla bu davayı devam ettirmesi ve kazanması son derece önemlidir. Bununla beraber, AİHM’e gitmeden kazanılmış olan ilk dava, ODTÜ öğretim üyesi Doç. Dr. Ebru Voyvoda’nın açtığı ve avukatım Alev Yıldız’ın yürüttüğü davadır. Kadının gerek kariyer ve iş yaşantısında, gerekse kamusal ve özel hayatında, medeni hal değişikliğiyle beraber değişen kimliğinin getirmiş olduğu zorlukların ve cinsiyet ayrımcılığının kabul edildiği ilk dava olması açısından bu emsal önemlidir. Alev, daha sonra benimki de dahil pek çok benzer davayı yürüttü. Geçenlerde yine bir dava kazandı. Tabii Alev'in davaları dışında İstanbul'da bununla ilgili onlarca dava var. Pek çoğu, hakim tarafından kabul edilse de Yargıtay’dan döndü. Kimileri de benimki gibi daha ilk celsede reddedildi.
Bu konuya odaklanan Yok Anasının Soyadı belgeselinde senin mücadele sürecinden de bahis var.
Hande (filmin yönetmeni Hande Çayır) medyaya çıkan davam vesilesiyle bir şekilde bana ulaşmıştı. Ankara'ya geldiğinde Alev'i de alıp bir araya geldik. Tüm gün süren çok keyifli bir çalışma yaptık. Bizimle ayrı ayrı röportaj yaptı. Hatta annemle de görüşmüştü. Ev yaşantımı çekti, Alev'le dostluğumuzu kameraya taşıdı. Sonuçta onun da aynı konuya "takmışlığı" var. Evet taktık! Onun için birbirimizi anlayabiliyoruz. Zaten insan takmadan, kendine dert etmeden başarıya ulaşamıyor. Hande son yıllarında iş hayatından arta kalan tüm zamanını neredeyse bu çalışmaya adadı diyebilirim. Onunla gurur duyuyorum.
Film hakkında
“Yok Anasının Soyadı” kadınların evlendikten ve boşandıktan sonra değişen soyadları üzerine bir belgesel.
Yönetmen Hande Çayır, evlendikten sonraki diplomasında farklı soyadı yazmasından, ‘kimliğinin görünür alanlarda bölünmesinden’ rahatsız olmasından yola çıkarak bu konuyu seçtiğini dile getiriyor.
Film, Çayır’ın hayatından bir diyalog sahnesiyle başlayıp, başka kadın ve erkeklerin düşünce ve tecrübelerine doğru ilerliyor. Filmde, evlenmek isteyen ve ‘yalnızca kocasının soyadı’ ile ‘kendisinin ve kocasının soyadı’ arasında seçime zorlanan kadınların buna direnme yolları da anlatılıyor. Soyadını kaybetmemek için kimliksiz dolaşmak, devlete dava açmak, eşinden boşanmak…
Çift soyadı kullanan kadınlar ise kamusal kimliklerini yeniden kazanmak için kapı kapı gezip kendilerini devlete ve özel kurumlara yeniden kaydettirmek, her belgede farklı ve yanlış yazılan isimlerinin yarattığı resmi sorunlarla sürekli mücadele etmek zorunda.
Yönetmen Çayır, çözüm için kadın örgütlerinin şu önerilerini yineliyor: “Türkiye’de evlenen kadınların evlenmeden önceki soyadlarını yasal olarak kullanabilme seçeneklerinin olması, TC kimlik numarasıyla yasal işlemlerin yapılması, bankacılık işlemlerinde ‘anne kızlık soyadı’ sorusunun değiştirilmesi, evlenen çiftlerin ortak bir aile adı belirlemesi, erkeğin kadına ve kadının erkeğe soyadını verebilme seçeneği…” (SD/HK)