Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Yıldız Silier’in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 29. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Önce neden Ocak 2016'da "Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnini imzaladığımı sonra da bu metnin neden terör örgütü propagandası olarak değerlendirilemeyeceğine dair düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Yirmi yıldır siyaset felsefesi alanında çalışıyorum ve uzmanlık alanım özgürlük. Siyaset felsefesinin en temel konusu, devletin hangi koşullar altında meşru olduğu sorusudur.
Ulus devletler kurulmadan önce kendilerini Tanrının elçisi olarak gören kralların yönetiminin meşru olup olmadığı tartışmaya açılamayan bir konuydu. Krala itaatsizliğin cezası genellikle ölüm ya da sürgündü. Hâlbuki modern çağda, bir devletin güçlü olmasının meşru olmasına yetmediği açıkça dile getirilmeye başlandı.
Devlet ve vatandaşlar arasındaki ilişkileri düzenleyen toplumsal sözleşmeye göre devletler, sadece vatandaşlarının can ve mal güvenliğini ve temel haklarını korudukları ölçüde meşru sayılabilirdi. Mutlak güçlerinden vazgeçmek istemeyen devletlere karşı verilen uzun soluklu siyasi mücadeleler sonucunda vatandaşların hakları ve özgürlükleri garanti altına alınmaya başlandı.
Yine de kriz dönemlerinde devletler, olağanüstü hal ilan edip, bunu keyfi şekilde uzatarak hukuku askıya almaya ve ulusal güvenliği sağlamak adına özgürlükleri kısıtlamaya, insan hakları savunucuları da buna karşı hukuk devletinin normal koşullarına dönülmesi için mücadele etmeye devam ettiler.
Güvenliği sağlamak için özgürlüklerin kısıtlanıp kısıtlanamayacağı, siyaset felsefesinin önemli tartışma konularından biridir. Devletin güvenlik ve istikrarı sağlamak için her yaptığının meşru olduğunu savunan Thomas Hobbes, otoriter liberalizmin babasıyken, güvenlik uğruna temel özgürlüklerin ve insan haklarının asla kısıtlanamayacağını savunan John Stuart Mill ise çoğulcu liberalizmin kurucusu sayılır.
Mill'e göre düşünce ve vicdan özgürlüğünün olmadığı toplumlarda bireysellik gelişemez, sağduyuya zıt fikirlerin özgürce dile getirilmesi engellenirse, demokrasi yok olur ve çoğunluğun tiranlığına dönüşür.
Böylece Hobbes, güvenliği sağlamak için gereken güçlü devleti, Mill ise özgürlüğü korumak için gereken meşru devleti öne çıkarır.
Bir ülkenin en önemli gündemi "terörle savaş” olduğu zaman, güvenlik hedefi öne çıkarılır ve özgürlük talebi geri plana itilir. Özellikle teröre karşı savaşan ülkelerde, devlet tarafından yapılan insan hakları ihlallerinin ne kadar yaygın olduğuna dair deliller, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun 2003 tarihli raporunda da görülebilir.
Ancak adil bir barış ortamı sağlanırsa güvenlik ve özgürlük bir araya gelebilir.
Türkiye'de bu konuda atılmış en önemli adımın iki yıllık ateşkes ve barış süreci olduğunu düşünüyorum. 2013'te şimdiki hükümetin de aktif olarak katıldığı çözüm süreci, Türkiye'de 30 yılda, Türk ve Kürt 35.000 vatandaşımızın ölümüne sebep olan savaşın sona ermesi açısın çok büyük bir şanstı. İmzaladığım barış bildirisinin, kimi kısımlarında devlete ağır eleştiriler içerse de özü itibariyle barış sürecine geri dönülmesini talep eden bir metin olduğunu düşünüyorum. Bu bitmek bilmeyen savaşta başka kimsenin ölmesini istemiyorum.
Gandhi'nin "göze göz, dişe diş tüm dünyayı kör bırakır” sözlerine can-ı gönülden inanıyorum. Bu nedenle, yöntem olarak silahlı mücadeleyi benimseyen herhangi bir örgütü desteklemem ya da propagandasını yapmam imkânsız.
Devletin bazı politikalarını eleştirmek, terör örgütü propagandası yapmak değildir.
Terör örgütü propagandası yapmak için devleti şiddet yoluyla bölmeye, yıkmaya yönelik bir çağrı olması gerekir. Kesintiye uğrayan barış sürecine geri dönülmesini istemek, düşünce özgürlüğünü yansıtan meşru bir taleptir.
Bu konuda çözüm sürecini başlatan ve vatandaşı olduğum devleti muhatap almam doğaldır. Aynı metinde, mensubu olmadığım bir silahlı örgüte silah bırakma çağrısı yapmamın bir anlamı ya da gereği yoktur.
Özgürlük, kaldırım taşlarının arasında yeşeren küçük bir çiçeğe benzer. Onu korumak için özen gösteren kimse kalmadığında umursamaz ayaklar altında çiğnenip gider.
Bu nedenle kendi devleti hak ihlalleri yaptığında onu uyarmak, başta aydınlar olmak üzere tüm vatandaşların asli görevlerindendir. Yargının siyasal baskılara direnerek vicdanıyla karar vereceğine inanmak istiyorum ve beraatımı talep ediyorum. (YS/TP)